
Shaghayegh Noruzi: İdamlar çürümüş ataerkilliğin daimi bir sunağı
- 09:02 17 Haziran 2025
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - İranlı aktivist Shaghayegh Noruzi, idam cezalarına ilişkin “Bu infazlar asla adalet araçları değil, ötekileştirilmiş halkların kanıyla imzalanmış tahakküm araçlarıdır. Kimliklerle ilişki kuramayan rejim tek dil olan darağacına yöneldi” dedi.
Rojhilat ve İran’da kadınların İran İslam Cumhuriyeti Hükümetine karşı toplumsal mücadelesi sürüyor. İran hükümeti ise silah ve idam cezalarıyla bu mücadeleyi yıldırmak için her türlü yol ve yönteme başvurmakta. Tüm yıldırma politikalarına rağmen kadın düşmanı sisteme karşı kadınlar ve halk geri adım atmamakta. “Jin jiyan azadî” ayaklanmasının ardından hükümet kadınlara daha sert saldırmaya başlamış, idam cezalarını bir baskı aracı olarak kullanıma açmıştır.
Kadınların ortaklığı kimlik ve mücadele
İran’da tutuklu bulunan insan hakları aktivisti ve gazeteci Pexşan Ezîzî’ye 23 Temmuz’da görülen duruşmasında "İslam hükümetine karşı silahlı ayaklanma başlatan ve liderleri isyana karışan gruplara üyelik" iddiasıyla idam cezası verildi. Werîşe Muradi’ye Şubat 2024’te "silahlı isyan" suçlamasıyla dava açıldı ve Kasım 2024’te idam cezası verildi. Ayrıca Werîşe Muradi’nin aile üyeleri 8 Haziran’dan bu yana hem Sana hem de Tahran’da bulunan İran İstihbarat Bakanlığı’na bağlı merkezlere defalarca çağrıldı ve tutuklanmakla tehdit edildi. Kadın işçi hakları aktivisti Şerife Muhammedi’ye ise Yargıtay’ın önceki kararını bozması nedeniyle Ocak 2025’te idam cezası yeniden veridi. Bu üç aktivist kadın da Kürdistanlı olmaları ve toplumsal, kadın ve işçi haklarını savunmaları noktasında buluşuyor.
Hem suçlamaların siyasi yönü, hem de süreçlerin adaletsizliği ise uluslararası tepkileri arttırmış durumda. Birleşmiş Milletler (BM) uzmanları, uluslararası insan hakları örgütleri (Amnesty, HRW) ve çeşitli hükümetler İran’a bu cezaları durdurmaya yönelik defalarca çağrı yaptı. Şu anda idam cezaları ise hala resmi olarak yürürlükte. Kısa süreliğine infazlar askıya alınmış olsa da, İran’ın sabah ezanında ailelerine dahi haber vermeden yüzlerce tutsağı infaz etmesine yönelik karnesi açıkça ortadayken resim olarak idam cezalarının iptali bekleniliyor.
Büyük tepkilere neden olan cezalar uluslararası çapta protesto edilirken, aktivist kadınlara yönelen hükümetin tutumunu İranlı aktivist Shaghayegh Noruzi ile konuştuk.
‘Rejim içerdeki öfkeyi körüklüyor’
İran hükümetinin protestoların sonlanması için gerekli adımları atmak yerine içerde öfkeyi körüklemeye devam ettiğini söyleyen Shaghayegh Noruzi, “İslam Cumhuriyeti bir kez daha içgüdüsel, acımasız ve düşüncesizce, varlığını sürdürüp hayatta kalabilmek için bir araç olarak infaz düğmesine bastı. Orta Doğu savaş ateşiyle yanarken ve İsrail birçok cephede ilerlerken, rejim, kendinden menkul jeopolitik bilgeliğine rağmen, kendi sınırları içindeki yangınları ateşliyor ve derinleştiriyor. Herhangi bir siyasi aklın gerilimi düşürmeyi bileceği bir zamanda, tam tersine içerideki öfkeyi körüklüyor. Ancak İslam Cumhuriyeti'nin hiçbir zaman siyasi bilgeleri olmadı, sadece strateji oluşturmak yerine emirleri uygulayan ajanları oldu” sözlerini kullandı.
‘İdamlar çürümüş ataerkilliğin daimi bir sunağı’
İdam cezalarının bu körüklemede kullanıldığını belirten Shaghayegh Noruzi, idam sehpasına ilk konulanların “öteki halklar” olduğunu ifade ederek, “İslam Cumhuriyeti'nde idamlar, sadece cezalar değil; devlet gücünün ritüel eylemleri, çürümüş bir ataerkil, dini ve otoriter düzeni korumak için bedenlerin kurban edildiği daimi bir sunaktır. Bu listede en sık rastlanan isimler Beluç, Kürt, Arap ve Afgan, yani rejimin en gösterişli siyasi kontrol ve etnik temizlik gösterileri için kimlikleri uzun süredir istismar edilenleri. Hedefe ilk konulanlar bu kimlikler olmuştur. Bu infazlar asla adalet araçları değil, ötekileştirilmiş halkların kanıyla imzalanmış tahakküm araçlarıdır” dedi.
‘Kimliklerle ilişki kuramayan rejim tek dil olan darağacına yöneldi’
“İran'daki idamlar ırkçı bir silme-sindirme mekanizmasıdır” diyen Shaghayegh Noruzi, “Etnik azınlıklar sadece işledikleri iddia edilen ‘suçlar’ nedeniyle değil, kim oldukları için katlediliyorlar. Kürtler, Beluçlar, Araplar, Afganlar - bunlar egemen Şii milliyetçi söylemin her zaman susturmaya çalıştığı sesler olmuştur. Amaç ‘sınırlar üzerinde egemenlik’ kurmak, isyankar bölgeler üzerindeki hakimiyeti sıkılaştırmaktır. Bu kimliklerle ilişki kurmayı hiçbir zaman başaramayan bir rejim, bunun yerine tek dil olarak darağacına yöneldi” ifadelerini kullandı.
‘Ataerkilliğe güç kullanarak değil kolektif iyileşmeyle meydan okuyorlar’
Hükümetin kadın aktivistlere yönelimine ilişkin ise Shaghayegh Noruzi, şunları belirtti: “Peşiyan Azizi gibi bir kadın cezaevini bir savaş alanına dönüştürdü. O bir sosyal hizmet uzmanıydı ve cezaevi duvarlarının arasında bir direniş öğretmeni oldu. Hücre hapsinde bile ‘direniş, mücadele, yaşam’ mesajını yaymaya devam etti. İslam Cumhuriyeti bu tür kadınlardan sadece eylemleri nedeniyle değil, siyaseti yeniden tanımlama güçleri nedeniyle de korkuyor. Ataerkilliğe güç kullanarak değil, kolektif iyileşme ve dayanışma yoluyla meydan okuyorlar. Rejim için bu kadınlar sadece siyasi muhalifler değil, mevcut düzenin temelden inkarıdır.”
‘Sessiz kalmadık kalmayacağız’
Tüm baskı ve tehditlere rağmen bu direnişin her alanda sürdüğünü belirten Shaghayegh Noruzi, “Direniş yaşıyor. Sevdiklerini darağacından kurtarmak için mücadele eden ailelerden, isimleri boşluğa haykıran çevrimiçi kampanyalara ve sokaklardaki toplanmalara kadar, bu hareket bir zamanlar bastırılmış olan ve şimdi küresel dayanışma ağlarında yankılanan seslerden besleniyor. Sessiz kalmadık. Sessiz kalmayacağız. Teşhir etmek, isimleri haykırmak, tanıklık etmek, hikayeleri anlatmak; bunların hepsi infaz politikalarına karşı silahlarımız” diye konuştu.
‘Kadın, Yaşam, Özgürlük’ yerel bir slogan değil küresel bir dildir
Kadının özgürce yaşamda varolabilmesi için enternasyonalist bir dayanışma ağının neden olması gerektiğine ilişkin ise Shaghayegh Noruzi şunları belirtti: “Çünkü silinme-yok etme deneyimi İran'dan Afganistan'a, Gazze'den Arjantin'e kadar küresel bir dille konuşmaktadır; faşist, ataerkil ve sömürgeci rejimlerin ilk kurbanları kadınlardır. Uluslararası birlik, ortak acımızı okumak, kolektif direnişi şekillendirmek ve ölüm odaklı politikalara karşı, bir yaşam anlatısıyla karşı durmak demektir. Yalnız değiliz ve olamayız. Bu dayanışma hayırseverlik değildir; yapısal ve toplumsal cinsiyete dayalı baskıya ilişkin ortak bir anlayış üzerine inşa edilmiştir. ‘Kadın, Yaşam, Özgürlük’ yerel bir slogan değil, küresel bir dildir. Ve dünya bizi dinlemelidir.”