Evden hapishaneye tecrit rejimi

  • 09:02 30 Mayıs 2025
  • Jineolojî
 
 
"Tecrit sisteminin toplum yönetim algoritması olarak ideolojik ve kurumsal dayanaklarını anlamak için kadın eksenli bir okuma yapmak durumundayız. Kadınların kapatılmasının mülkiyet ve şiddet ile ilişkisine işaret ederek; yasa ve yasak olgusuna, kapatılma olgusuna ve sonrasında ceza hukuku ile toplumsal ilişkilerde hapsetmenin mekanlarına ve nasıl kendini meşrulaştıran bir sisteme dönüştüğüne değineceğiz."
 
Zilan Narin
 
Tecrit, Arapça kökenli bir kelime olarak soyma ve soyutlama anlamına geliyor. Tecrit, belli bileşenlerin bir paradigma doğrultusunda bir araya gelmesiyle bir sisteme/rejime dönüşür. Bu sistem hem mekânsal hem de ilişkisel bir bağlamda işler. Tecrit dendiğinde akla hapishane/cezaevi/hücre/zindan gibi mekânsal tarifler gelse de modernizmle birlikte tecrit, sistematik bir işleyişe bürünmüştür. Kapitalist modernite paradigması içinde tecrit sisteminin hangi ideolojik ve kurumsal dayanaklara sahip olduğunu anlamak, tecrit karşıtı politikanın geliştirilmesi için önemlidir.
 
Tecrit, kişiye dönük bir cezalandırma yöntemi olduğu kadar, bir toplum yönetim algoritmasına dönüştükçe birincil anlamındaki mekânsal bağlamından çok, ilişkisel bağlamdaki etkileri üzerinde çalışılmıştır. Modern iktidarın geliştirdiği bu toplum yönetim algoritması, temelde toplumu toplum olmaktan çıkarmaya dayanır. Tecridin git gide toplumu esir alan bir sarmala dönüşmesi, mekânsal olarak da tek tipleşen, sosyal iletişimi en aza indirgeyen; kalın bağlarla sağlama alınmış toplumsal ilişkiler yerine, uçucu ve rastgele ilişkilerin hâkim olduğu mekansal düzenlemelerle mümkün olmuştur. Ancak bu mekânsal düzenlemelerle pekiştirilen sistemin altyapısı, toplumsal ilişkilerin mülkiyet-şiddet-iktidar tekeline göre düzenlenmesiyle olgunlaştırılmıştır. Bu tekelin kuruluşunu yasa-yasak-cezalandırma-kapatma gibi anahtar kelimeler üzerinden giderek izlediğimizde karşımıza çıkan kilit, kadının kapatılması olmaktadır. Tecrit sisteminin toplum yönetim algoritması olarak ideolojik ve kurumsal dayanaklarını anlamak için kadın eksenli bir okuma yapmak durumundayız. Buradan yola çıkarak bu yazıda, yasa koyma ve cezalandırma iradesinin toplum ve iktidar tekeli arasında “el değiştirmesini”, kadınların kapatılma süreçleriyle ilişkilendireceğiz. Kadınların kapatılmasının mülkiyet ve şiddet ile ilişkisine işaret ederek; yasa ve yasak olgusuna, kapatılma olgusuna ve sonrasında ceza hukuku ile toplumsal ilişkilerde hapsetmenin mekanlarına ve nasıl kendini meşrulaştıran bir sisteme dönüştüğüne değineceğiz. 
 
Toplumsallığın yasası, cezası  
 
Toplumsal yasaya uymayanların toplum tarafından dışlanması ve yargılanması, biçim olarak ilk ceza örneği olarak ele alınabilir. Ancak burada amaç, kişinin cezalandırılmasından ziyade, toplumsalın korunmasıdır. Modern hukuk-ceza sisteminin kadının kapatılmasındaki yerini anlamak için, devlet öncesi yasa olgusuna yoğunlaşmak önemlidir.
 
Günümüzde devletli sisteme özgü bir kurumsallık olarak görülse de yasayı belirleyen toplumsallık olmuş ve devletlerden bağımsız bir şekilde varlığını sürdürmüştür. Yasanın ne olduğu ve nasıl belirlendiği konusunda girdiğimizde, temelde ahlak konusuna girmiş oluyoruz. Toplumsal yasa, neyin kabul edildiğini neyin reddedildiğini ortaya koyar. İlkedir yani. Toplumsallık geliştikçe, ortak bilinç ve vicdanın ifadesi olan ret-kabul ölçülerini de geliştirmiştir. Bir üst düzeyde ahlak olarak adlandırdığımız bu ret-kabul ölçüleri, kolektif yaşamın politikasını belirlerken uyulması beklenen; uyulmadığında sorun çıktığı tecrübe edildiği için özel olarak ele alınan ölçülerdir. Toplumların yapısı karmaşıklaştıkça, bu temel ölçüler ayrıntılandırılmış ve yaşamın her bir alanına dair ne yapılması gerektiği, nasıl yapılması gerektiği konusunda giderek genişleyen bir harita çıkarılmıştır. Neyin yapılmaması gerektiği de işaretlenmiş ve haram-günah zırhıyla sarılmıştır. Yasa temelken, yasağın ek bir tedbir olarak gelişmiş olması muhtemeldir. Sade bir sisteme sahip olan klan toplumsallığında yasaklar, temel ilkelere dairdir. Bu yasakların ne olduğuna dair elde olan veriler yeterli olmasa da yasağın yaşamı korumayla ilişkisini ortaya koyuyor. Ağzı sütteki hayvanı öldürmek, insan bebeğini öldürmek, regli dönemindeki kadına yaklaşmak gibi tabuları, yani yasakları örnek verebiliriz. Bu örneklerden yola çıkarsak, kadın bakışlı bir ilkesel yaklaşım geliştirildiği anlaşılıyor.
 
Ancak bu yasaklara uymayanlara nasıl bir tutum geliştirildiğine, yani yasağı ihlal etmenin cezasının ne olduğuna dair bilgiler daha azdır. Bir insan için haram ve günah zırhını aşınca, kutsallıktan mahrum kalma, ruhların gazabına uğrama ihtimali bir ceza olarak görülebilir. Bunun yanı sıra, toplumdan dışlanmanın en büyük ceza olduğu anlaşılıyor. Klan toplumlarına ve ataerkil sistemin doğuşuna dair kimi anlatımlarda, doğrulanmamış bir örnek olarak verilen; toplumsal yaşam içinde işlevi kalmamış yaşlı erkeklerin klandan uzağa, bir ağacın altına bırakıldığı anlatımına bu bağlamda bir kez daha bakmak gerekebilir. Bunu bir cezalandırma yöntemi olarak değerlendirip değerlendirmeyeceğimiz tartışmaya açıktır. Ama açık olan şu ki toplumun dışında kalmanın ölümle eşdeğer olması, toplumsal yasaya karşı sorumluluğu gerektirir. Dolayısıyla toplumdan dışlanma, koparılma, en ağır cezadır. Ancak, bu toplumdan soyutlama, toplumsallığı büyütmek içindir. Çünkü yasa, toplumun yani herkesin iyiliği içindir ve uyulmaması halinde herkes zarar görür. Yasaya uymayana karşı geliştirilen tutumun sonuç alıcılığı herkesçe kabul edilmesine ya da riayet edilmesine bağlıdır. Ruh ve beden, birey ve toplum, insan ve doğa bütünselliği henüz parçalanmadığı için, yasaya uymayan kişinin eylemi, eyleminin sonucu ve ceza arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Bu anlamıyla, toplumdan dışlama/soyutlama, bugün de içinde olduğu toplumun ilkelerine uymayan kişilere toplumsal bir yaptırım olarak uygulanmakta ve kişiyi toplumun ilkeleri dikkate almaya teşvik eden bir yöntem olmaktadır. Kadın örgütleri de benzer bir şekilde, cinsiyetçilik ve erkek egemenliğiyle mücadelede teşhir ve sosyal tecrit yöntemini etkin bir araç olarak kullanmaktadır.
 
Yasa koyucu kadının, yasanın nesnesi haline getirilmesi
 
Ancak devlet-mülkiyet sisteminin palazlanmasıyla, yasa koyma ve cezalandırma iradesi el değiştirmiştir. Artık amaç, toplumsalın korunması değil, mülkiyetin korunmasıdır. Mülkiyet, şiddet ve iktidar tekeli el koyma ile gelişmiştir. Mülk ve sahipliğin güvence altına alınması ise devlet yasalarının odağına oturmuştur. Korunması gereken mülkün etrafına sınırlar çizilmiş ve duvarlar arkasına kapatılmıştır. İlk el konulanın kadın ve yaratımları olduğu şimdiye kadar pek çok veriyle desteklenmiştir. Yasal olarak erkeğin denetimine kaydedilen kadın için ev, bir yaşam mekânı olmaktan çıkıp kapatılma mekanına dönüşmüştür. Kadınların yaratıcılıklarına dayanan kutsallıkları ise aynı şekilde, kadınların sınırlarına dönüştürülmüştür. Yeni kadın kimliğinin inşa edildiği bu kapatılmaya uymayanlar ise genel ev ve tapınak gibi, başka mekanlarda erkeğin sahipliğini tehdit etmeyecek düzende tutulmuşlardır. Tecrit sistemindeki mantığın temelleri burada yatar.
 
M.Ö 2380 ile M.Ö 1100 yılları arasında tespit edilen yazılı kanunlardan Urkagina, Eşnunna, İştar, Hammurabi, Hitit kanunlarına baktığımızda, bu kanunların toplumsal yasalarla sıkı bağı görülebildiği gibi yeni yasa koyucunun (hükümdar-kral-devlet) ve düzenin korunması ekseninde şekillendiği görülebiliyor.(Elisabeth Meier Tetlow, Women, Crime and Punishment in Ancient Law and Society). Bloomsburry Bu ilk yazılı kanunlarda, hanenin ve mülkün korunması, evlilik kuralları ve köleye muamele en kapsamlı tarif edilen konulardır. Buradan çıkaracağımız bir sonuç, mülkiyetçi sistemin kendini kurumsallaştırdığı ve mülkiyetin koruma çemberine alındığıdır. Yasaları ihlal edenleri cezalandırmanın bir yolu köleleştirme iken, diğer yolu ise bedene uygulanan şiddettir. Cezalandırmada güdülen amaç toplumun genel faydası değil, iktidar elitinin veya mülk sahibinin faydasıdır. “Adalet, mülkün temelidir” şeklinde günümüze kadar süren bu mantık, yasanın amacını açıkça ortaya koyar.  
 
Mülke tecavüz suçlarına baktığımızda, kadının yoğun bir şekilde yer alması, kadının sahip olunan ve korunması gereken bir varlık olarak ele alındığına da işarettir. Kadın köle olarak tanımlanmamışsa da bir nesne, bir mülk olarak ele alınmıştır. 
 
Uygulamada, kimin köle statüsüne alınacağının bir tarifi bellidir: Köleleştirmenin iki yolu vardır; ya savaşta yenilen tarafın üyelerine el koyarsınız ya da kanuna uymayanlara ceza olarak köleliği dayatırsınız. Mülkiyet birikiminde, kanuna uymayanların bunun cezasını köleleşerek ödemesinin önemli bir yeri vardır. Kölelik sistemi yayıldıkça, üretim sistemi toplumsal faydadan bir zümrenin faydasına evrilir. Burada kadın zaten sahip olunan ve korunması gereken bir mülk olarak görüldüğü için, erkek iktidar eliti palazlanır. Erkeğin kadın üzerindeki söz hakkının meşruluğu, bu iktidar elitinin toplum üzerindeki söz hakkını meşrulaştırmasıyla paralel gelişir.
 
Not: Yazının devamı haftaya “Kadınlar İçin Tecrit Mekanları” başlığıyla yayınlanacaktır. 
 
 Bu yazı, Jineolojî Dergisi’nin “TECRİT VE KAPATILMA” dosya konulu 33. Sayısından kısaltılarak alınmıştır.