‘Kayyım yönetimi kadınların hizmete erişimine engel’

  • 09:03 27 Kasım 2025
  • Güncel
Nazlıcan Nujin Yıldız
 
İZMİR - Kayyımın, halk sağlığını gözeten bir yerde olmadığını ifade eden psikolog Dilan Ayyıldız, kayyım uygulamalarının, özellikle kadınların hizmet faaliyetlerine ulaşmasını engellediğini söyledi.
 
Türkiye ve Kürdistan’da halkın iradesine vurulan bir darbe olan kayyım uygulamaları, yerel yönetimin bütün alanlarını ve özellikle kadın politikalarını doğrudan etkileyen uygulamalar olarak karşımıza çıkıyor. Belediyelere kayyım atanmasıyla birlikte ilk olarak kadın çalışmaları durduruluyor. Cinsiyet eşitliği odaklı faaliyetler “siyasi” ya da “gereksiz” görülerek iptal ediliyor ve bu durum kentlerdeki kadınların hizmete erişimini ve destek mekanizmalarına ulaşabilmelerini zorlaştırıyor.
 
İstanbul’un Esenyurt Belediyesi’nde Kadın ve Aile Hizmetleri Müdürlüğü’nde çalışan ve belediyeye kayyım atandıktan sonra da kısa bir süre belediyede çalışmaya devam eden psikolog Dilan Ayyıldız, kayyım uygulamalarının hem halka hem de çalışanlara olan etkisine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Kayyım, halk sağlığını gözeten bir yerde değil’
 
Kayyım atanmadan önce yaklaşık iki yıl belediyede çalıştığını paylaşan Dilan Ayyıldız, kayyımdan önce belediyenin sivil toplum kuruluşlarıyla ve kadın dernekleriyle çalışmaya istekli olduğunu ve bu çalışmaları yürüttüğünü ifade etti. Belediye meclisinde toplumsal cinsiyet eşitliğine dair maddelerin geçirilmeye çalışıldığı yerlerde iktidar tarafında yer alan kişilerin bu durumu zora sokacak politikaları izlediğini söyleyen Dilan Ayyıldız, “Kayyım öncesi de çok pirüpak bir çalışma yürütülemiyordu açıkçası. Hep engeller çıkıyordu. Kadınların, çocukların daha iyi bir şekilde yönetildiği bir belediyecilik anlayışına dair bir direnç vardı. Kayyımla beraber artık bu direnç tamamen ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Birçok kişi görevden alındı ve yerine kayyım yönetiminde isimler getirildi. Bunun da etkilerini biz psikologlar olarak özellikle çok fazla hissettik. Mesela kendi çalıştığım yerden örnek vereyim. Benim çalıştığım yer iki katlı bir binaydı ve orada daha önceden Save the Children’ın bir çalışması yürütülmüş, çok da verim alınmış. Binanın tasarımı engelli bireylerin ya da çocukların orada rahat bir şekilde faaliyet gösterebileceği halde tasarlanmış. İş sağlığı güvenliği uzmanlarının, ‘Çocuklarla çalışma yapamazsınız’ diye belirttiği üst kat, kayyım yönetimi tarafından çocuklarla seans görmeye açıldı ve biz ‘Burada çocuklarla seans yapmak tehlikeli’ dediğimiz halde böyle bir uygulamadan vazgeçilmedi. Öncesinde bu gibi hassasiyetler gözetilirken en temel şeylerin bile göz ardı edildiği ve bir keyfiliğin ortaya çıktığı bir durum söz konusu. Ben bu kayyım yönetimi sürecinin, sadece bir siyasi partinin diğerine karşı bir keyfiliği olarak değil, aynı zamanda bu yönetimin halka karşı da bir keyfilik içerisinde olduğunu, halk sağlığını ya da halkın ihtiyaçlarını çok da gözeten bir yerde olmadığını düşünüyorum” dedi.
 
‘Kadınların sorunlarıyla ilgilenen bir ses duymuyoruz’
 
2025 yılının iktidar tarafından aile yılı ilan edildiğini ve iktidar kurumlarının olduğu birçok yerde bu ilanla ilgili birçok uygulamanın planlandığını ve hayata geçirildiğini kaydeden Dilan Ayyıldız, “Bu noktada kayyım yönetimindeki belediyede benim şahit olduğum durumlar söz konusu oldu ki ben kayyım yönetiminde çok uzun zaman çalışmamama rağmen yakıcı örnekler söyleyebilirim. Bir aile yılı zirvesi düzenlendi belediyede ve AKP milletvekilleri getirildi. Orada kadının ekonomik şiddete maruz kalabileceği ya da kadının ev içi taleplerine dair isteklerinin evliliği yıkabileceği, kadını suçlu hissettirebileceği konuşmalar yapıldı. Örneğin, herhangi bir şekilde bu çağa uymayacak şekilde şunlar söylendi; evdeki ihtiyaçlarınıza dair gerekirse çamaşırı elinizde yıkayın ama kocanızdan bir şey istemeyin ya da çok zengin bir milletvekili kürsüde konuşuyor olmasına rağmen sanki çok fakir koşullarda yaşıyormuş gibi ‘Ben kocamdan bunları talep etmedim, bir şekilde evimi kendim döndürmeye çalıştım’ derken dinleyiciler arasında bir huzursuzluğun olduğunu gördük. Yani inandırıcılıklarını da kaybetmiş durumdalar. Onu dinleyen yoksul kadınlara herhangi bir şekilde bir şey talep etmemelerini söyleyen ve talep ettiğinde de olası sonuçlarda kadını suçlu hissettirebilecek bir konuşma yapmıştı ve buna benzer başka konuşmalar da oldu. Herhangi bir şekilde halkçı bir belediyecilik ya da gerçekten o bölgede yaşayan kadınların sesini duyan, sorunlarıyla ilgilenen bir ses duymuyoruz” şeklinde konuştu.
 
Kayyım yönetimi, hizmeti kısıtlıyor
 
Esenyurt’un farklı dillerin konuşulduğu bir semt olduğunu dile getiren Dilan Ayyıldız, anadilde danışmanlık alabilmenin ve insanların kendilerini anadilleriyle ifade edebilmesinin çok önemli olduğunu vurgulayarak “Terapiler açısından kendini anadilinde ifade edebilmek çok önemli. Özellikle göçmenler üzerinde, kayyım yönetiminden önce derneklerle çalışarak orada Arapça, Kürtçe, farklı dillerde tercümanlarla beraber çalışmalar yürütülürken kayyım sonrası bu derneklerle ilişkiler de kesildi ve çok daha kısır bir şeye dönüştü. Burada yine iktidarın o sınırlayıcı ve kısıtlayıcı uygulamalarını görüyoruz. Bununla beraber özellikle bir binanın ilçede, semtte nerede olduğu bile, kadının orada emeğinin, görünürlüğünün var olması açısından önemli. Mesela daha merkezi bir yerde Esenyurt'ta yaşayan birçok kadının gelebileceği yerde bir merkezimiz varken oradaki merkezi kapattılar ve kadınların daha zor ulaşabileceği başka bir merkeze taşıdılar. Bir kadının evinden çıkıp nasıl o merkeze geleceğini dahi gözetmeyen bir anlayışın söz konusu olduğunu görüyoruz. Böyle küçük ayrıntılarda dahi, orada kadın yaşantısından bihaber ya da kadının orada nasıl var olduğunu gözetmeyen bir anlayış söz konusu. Keza çocuk merkezleri için de aynı şey geçerli. Mesela bir kadın çocuğunu orada bir faaliyete getirirken iki-üç kişinin parasını vermek zorunda. Ama o kadın o parayı verebilecek güce de sahip değil. Bu da kadınların, ruh sağlığı alanında konuşacak olursak hizmet faaliyetlerine ulaşmasını da sesini duyurmasını da engelliyor” diye belirtti.
 
Psikologlardan aile yılı kapsamında sunum talebi
 
Aile yılı ilanının ardından, kayyım yönetimindeki belediyenin bir diğer uygulamasından daha bahseden Dilan Ayyıldız, şu ifadelere yer verdi: “Ramazan ayında camilerde çalışmalar yapılmamız istendi. Psikologlar olarak dini ve manevi açıdan aile sunumları yapmamız istendi. Biz bunlara kendi içimizde itiraz ettik. Çünkü psikoloji bilimi, kişinin maneviyatı ile doğrudan ilgilenmez ve bu bizim işimiz değil. Camilere gidip kadınlara ve kız çocuklara manevi açıdan aile diye anlatmamız istendi. Bu sadece oradaki halkı değil, aynı zamanda mesleki olarak bizi de zor duruma sokan bir şey. İnançsız olan, farklı inançlara sahip olan kişileri de bilmediği bir konuyla ilgili ya da katılmadığı bir konuyla ilgili çalışma yapmak zorunda bırakıyorlar. İftar programlarında bizden yemek dağıtmamız istendi. Benim seansta bir kadına ya da bir çocuğa verebileceğim enerjiyi, hiç alanımın olmadığı başka bir yere kaydırmışlardı ve bunu yapmadığınızda mobbinge dönüşme riski taşıyordu. Hem halk arasındaki kadınlar ve çocuklara ulaşım açısından hem de belediyede çalışan bir kadın personel olarak bizim açımızdan da çok sıkıntılı bir süreçti”
 
‘Halkçı belediyecilik anlayışı, imkânsız bir şey değil’
 
Esenyurt gibi derin yoksulluğun ve farklı kimliklerin görüldüğü bir semtte yapılan belediyeciliğin, farklı sesleri duyma konusunda hazır olması ve buna göre bir politika geliştirmesi gerektiğini belirten Dilan Ayyıldız, “Sadece kısıtlı olarak belli meslek grupları değil, gerçek anlamda birçok uzmanın bir arada çalıştığı ve onların uzmanlıklarının da duyulduğu bir anlayış olmalı.  Örneğin bir sosyal hizmet uzmanın, bir çocuk gelişimcinin ya da bir psikoloğun, sosyoloğun bir arada çalışma yürütmesi gerekiyor ki gerçek anlamda oradaki o problemler çözülebilir olsun. Örneğin ben bir psikolog olarak seansta o derin yoksulluğun sesini duyduğumda, eğer bir sosyal hizmet uzmanı ya da bir sosyolog, o yoksulluğa dair bir çalışma yürütmüyorsa, bunun karşılığını alamıyoruz ve sadece o sorunu duyduğumuz ama hiçbir şey yapamadığımız bir şeye dönüşüyor. Ben umuyorum ki gerçek anlamda kayyımların gittiği, halkçı, demokratik, eşitlikçi ve kadınların, çocukların, ötekilerin, engelli bireylerin seslerinin duyulduğu bir belediyecilik anlayışı, ilerleyen dönemlerde mümkün olabilecektir. Bu çok imkânsız bir şey değil” dedi.