Digel Tekstil'de sessiz şiddete karşı direniyorlar

  • 09:04 13 Kasım 2025
  • Emek/Ekonomi
Melike Aydın
 
İZMİR - Digel Tekstil’de sendikalaşan kadın işçiler, düşük ücretlere, mobbinge, tacize ve erkek egemen baskılara karşı direnişlerini sürdürüyor. Kadınlar, 25 Kasım öncesinde “sessiz şiddetin” her biçimini görünür kılarak dayanışma ve örgütlenme çağrısı yapıyor.
 
Digel Tekstil’de sendikalaştıkları gerekçesiyle yaklaşık bir yıl önce işten çıkarılan 15 işçi, Gaziemir’de bulunan Ege Serbest Bölgesi önünde direnişini sürdürüyor. Yüzde 80’i kadınlardan oluşan fabrikada çalışan kadınlar, sendikalaşma süreciyle birlikte yaşadıkları taciz, tecavüz ve şiddeti görünür kılarak örgütlenmenin önemine dikkat çekiyor. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü öncesinde tüm kadınları dayanışmaya ve alana çağırıyorlar. Digel Tekstil işçileri, 17 Ocak’ta düşük ücretler ve insan onuruna aykırı çalışma koşullarını protesto ettikten sonra Teksif Sendikası’nda örgütlendi. Sendika fabrika içinde çoğunluğu sağlayarak yetki kazandı, ancak işveren toplu iş sözleşmesi yapmayı reddetti. Bu nedenle sendika yasal olarak tanınmazken, yetki belgesiyle ilgili dava süreci devam ediyor.
 
Kadın işçiler, davanın 28 Kasım’da İzmir 2’nci İş Mahkemesi’nde görülecek duruşması için kamuoyunu ve dayanışma göstermek isteyen tüm kesimleri mahkeme önüne çağırıyor.
 
‘İnsan onuruna aykırı çalışma koşulları’
 
Sendikaya üye olduktan sonra söz hakkı kazandıklarını ifade eden direnişçi Mine Işık, insan onuruna yaraşır çalışma koşulları da talep ettiklerini belirtti. Temel ihtiyaçların bile karşılanmadığını dile getiren Mine Işık, “Örneğin su, tuvalet, yemek, iş güvenliği, havalandırma... Bunlarla ilgili çok büyük sorunlar yaşıyorduk ve hiçbir şekilde üst yönetime ulaşamıyorduk. Bir şekilde sesimizi duyursak bile dikkate alınmıyorduk. Biz de ancak sendikalaşırsak, örgütlenirsek sesimizi duyurabiliriz dedik” dedi.
 
‘Kadınlar sömürüye açık görüldüğü için sayıları fazla’
 
Mine Işık, tekstil fabrikalarında kadınların tercih edilmesinin; kadınların sömürüye, baskıya ve mobbinge daha açık görülmesinden kaynaklandığını söyledi. Mine Işık, “Bu yaklaşım aileden, toplumdan başlıyor. İş alanlarında her anlamda sıkıntıya maruz bırakılıyoruz. ‘Kadınsın sus’, ‘Kadınsın kabul et’ diyorlar. Örneğin bir zam veya hak talebinde erkekle bir kadın aynı şeyi söylese de dikkate alınan erkek oluyor. Çünkü erkek evi geçindiren kişi; kadın ise ev ekonomisine destek olan kişi olarak görülüyor. Aynı işi, aynı performansla, aynı kalitede yapsak bile, tekstil firmalarında çoğunlukla bu eşitlik sağlanmıyor. Daha düşük ücretlerle, daha zor şartlarda, daha fazla mesaiyle sömürülmeye devam ediliyoruz” şeklinde konuştu.
 
‘Kadınlar bastırılması gereken potansiyel olarak görülüyor’
 
Kararların çoğunun erkek olan üst düzey yöneticiler tarafından verildiğini, kadın işçilerin sorunlarının da bu nedenle çözülmediğine işaret eden Mine Işık, yönetime gelecek kadınlara da fırsat tanınmadığını ya da erkek gibi davranmalarının beklendiğini sözlerine ekledi. Başarılı kadınların ise manipüle edilerek yükselmesinin engellendiğini kaydeden Mine Işık, “‘Yalnızca erkekler yönetebilir’ düşüncesi yerleşmiş durumda. Hemen hedef oluyorsunuz. Daha zor işleri size yaptırmaya çalışıyorlar. Bunlarla da mücadele edebilmek için ‘erkekçe’ davranmanız gerekiyor. Daha sert, belki argo konuşmanız, daha fazla güç göstermeniz bekleniyor ki erkek sizinle uğraşmaktan korksun. Birlikte çalışıyoruz ama yine kabul görmüyoruz. Bastırılması gereken bir potansiyel olarak görülüyoruz” ifadelerine yer verdi.
 
‘Maliyet, can güvenliğinden daha önemli’
 
Fabrikadaki herhangi bir sorun için üst yönetime ulaşamadıklarını, insan kaynaklarına bile çoğu zaman “güvenlik” bahanesiyle alınmadıklarını dile getiren Mine Işık, “İş güvenliğiyle ilgili ciddi sıkıntılar var. Birçok ütünün kolları, boruları açıktı; kaplamaları yoktu. Bu nedenle defalarca yaralandım ama hiçbir çözüm sunulmadı. ‘Çözeceğiz’ denilerek dönüş yapılıyor ama birkaç gün sonra ‘maliyet’ bahanesiyle konu kapatılıyor. Her türlü sorun, maliyet gerekçesiyle hasıraltı ediliyor” şeklinde konuştu.
 
‘Kadın komiteleri kurulacak, kadın işçiler denetleyecek’
 
Sendikalaştıklarında işyerlerinde kadın komiteleri ve iş güvenliği ile ilgili çalışma koşullarına dair kurulların oluşturulacağını söyleyen Mine Işık, bu kurulların kadın işçiler tarafından denetleneceğini belirtti. Mine Işık, “Bizi biz yöneteceğiz. İçerideki gözlemci de denetleyici de biz olacağız. Hakkımızı aramak daha yasal ve meşru bir zeminde olacak. Şu an direnişteyiz ama toplu iş sözleşmesi imzalanmadığı için yasal olarak tanınmıyoruz. İçeride sanki isyancı pozisyonuna düşmüşüz gibi bir algı yaratılıyor. Oysa bu, sadece temel haklarımıza kavuşmak için kullandığımız bir araç” ifadelerini kullandı.
 
‘Sendikalaşmak kadını korur’
 
Sendikalaşmanın fabrika yönetiminin keyfiliğine engel olduğunu dikkat çeken Mine Işık, “Çünkü belirli prosedürleri, protokolleri var. Kurallı ve düzenli bir sistem içinde yürütüldüğü için sendikalaşmak önemli. Sendika demek demokrasi demektir ve demokrasi, her zaman kadını korur. Çünkü eşit davranmayı sağlar” dedi.
 
Mine Işık, 25 Kasım’da her kesimden kadını daha çok alanda bir araya gelmeye çağırdı.
 
 
‘Taciz, mobbing, psikolojik şiddet’
 
Direnişçilerden Şengül Öztürk, kadın işçilerden gelen veriler doğrultusunda hazırladıkları dosyada baskı, mobbing ve tacizin açıkça görülebildiğini söyledi. Şengül Öztürk, “Bir yöneticinin elini omzuma koyması ve onun istediği şekilde ilerlemediğimde, yani o duygusal teması kabul etmediğimde, beni hattan alıp bilmediğim bir hatta yerleştirmesi, daha fazla iş yükü vermesi de bir şiddet biçimi. Sonuç olarak performansım düştü ve beni işten çıkarmaya zorluyorlardı” ifadelerini kullandı.
 
‘Performans sistemi kadınları tacize karşı sessiz kalmaya zorluyor’
 
Fabrikada günlük performansın yüzde 90’ın altına düşmemesi gerektiğini ve bir süre devam eden düşük performans nedeniyle işten çıkarıldıklarını kaydeden Şengül Öztürk, “Performans tehdidiyle birçok kadın, yöneticilerin tacizine ses çıkaramıyor. ‘Eşim duymasın’, ‘İşyerinde adım çıkmasın’, ‘İşimden olmayayım’ diyerek susan çok fazla kadın arkadaşımız var. Bu sistem 2017’den beri uygulanıyor” diye ekledi.
 
‘Hasıraltı edilen istismarı ortaya çıkardılar’
 
Sendikalaşan kadınların dayanışması sayesinde, bir kadın işçinin bir yönetici tarafından uğradığı cinsel saldırının ortaya çıkarıldığını ifade eden Şengül Öztürk, “Birbirimizden aldığımız güçle bu durumu ortaya çıkardık. Orada su içmemize gösterdikleri tepki de bir şiddettir. Yemek seçmememiz de... Almanya’da insan haklarından söz edilirken biz İzmir’de, kendi memleketimizde, anayasal hakkımız olan sendikalaşmayı talep ettiğimiz için suçlu durumuna düşüyoruz. Regl günlerinde ikinci kez tuvalete gitmemiz bile sorgulanıyor. Kadınlığımızdan utanarak, sıkılarak yaşar hale geldik” şeklinde konuştu.
 
‘Doğurganlığımız kontrol altına alınmak istendi’
 
Fabrikada kadınların kadınlıklarından utandırıldığını ve doğurganlıklarının kontrol altına alınmak istendiğini dile getiren Şengül Öztürk, “Yönetim, toplantılarda ‘hamile kalmayın’ diyebilecek kadar pervasızlaştı. Bu, en büyük şiddet biçimidir. Tekstil sektörü çoğunlukla kadınlardan oluşuyor ama artık birleşmenin gücüyle neler elde ettiğimizi biliyoruz. Haklarımızı alana kadar bu işin peşini bırakmayacağız” diye konuştu.
 
‘Sendika hak kazanırsa kadın kurulları oluşturulacak’
 
İşyeri örgütlenmesinde kadın sendikacıların önemine dikkat çeken direnişçi Bahar Tunçer, sendikanın fabrikada söz hakkı kazanması durumunda kadın kurullarının oluşturulacağını ifade etti. Bahar Tunçer, “Örneğin hamile kaldığınızda, devlet hastanesinde geçerli olan BTHCG kan testi, Digel Tekstil İnsan Kaynakları Departmanı tarafından kabul edilmiyor. Annenin rahmindeki bebeğin kese görüntüsünü görmek istiyorlar. Bu çok özel bir görüntü. Hele ki bunun bir erkek yönetici tarafından talep edilmesi, durumu daha da kötü hale getiriyor. Biz de bu uygulamaların önüne geçilmesini umuyoruz” ifadelerini kullandı.
 
‘Kadınlar örgütlü olsaydı, şiddet yaşanmazdı’
 
Fabrikada kadın kurulları ve temsilcilerin olması durumunda kadına yönelik şiddetin yaşanmayacağına işaret eden Bahar Tunçer, mevcut durumda yaşanan sorunların ancak ekip lideri veya bölüm müdürüne kadar ulaştırılabildiğini, yönetime taşınamadığını söyledi. Bahar Tunçer, “Hiçbirimiz bilinçli değildik. 17 Ocak’a kadar hiçbir sendikaya üye değildim. Sonrasında sendikanın ne olduğunu ve neden önemli olduğunu anladım. Kadın temsilcileri olacak ve kadın arkadaşlarımız yaşadıkları sıkıntıları rahatça anlatabilecek. Şu an ise yaşananlar genellikle örtbas ediliyor” dedi.
 
‘Birlikte güç doğar’
 
Direnişçiler olarak yalnızca Digel Tekstil işçilerini değil, tüm kadınları temsil ettiklerini ifade eden Bahar Tunçer, “Hugo Boss, Ray Robson çalışanı kadınlar; aslında tüm tekstil işçisi kadınlar bizi izliyor. Biz bir adım attık ve bu ses getirdi. Başarırsak emsal olacağız. Korkmadık, sesimizi çıkardık, dik durduk. Baskıya, mobbinge, tacize rağmen yılmadık. Onlar da korkmasın. Birlikten güç doğar. Birleşe birleşe kazanacağız” sözlerine yer verdi.
 
‘Taciz ortaya çıkarılınca baskı azaldı’
 
Fabrikada çalışmaya devam eden kadınların da mücadeleye dahil olduğunu kaydeden Bahar Tunçer, taciz dosyasının açığa çıkmasının ardından baskının azaldığını söyledi.
 
Bahar Tunçer son olarak, 28 Kasım’da gerçekleşecek olan yetki davası için katılım çağrısında bulundu.