
Tarih kimin için hızlanıyor?
- 09:04 15 Mayıs 2025
- Kadının Kaleminden
“Toplumun kendiliğini, kendisi için olmasını sağlayan; politik, ahlaki toplum ve ilkeleridir. Bunun dışındaki unsurlar ‘fani’dir.”
Nilüfer Şahin
Son birkaç ayda yaşanan gelişmeler, öngörülenlerin ötesinde; bununla birlikte tarihsel diyalektikle uyumlu. ABD müesses nizamının ünlü siması Henry Kissinger’ın bir zaman söylediği gibi, “Her yüzyılda bir dünya düzeni, adeta bir doğa yasasıymışçasına değişmektedir.” Bu söze, “kapitalist modernite koşullarında ekseriyetle” diyerek bir ekleme yapılması uygun olurdu. Bugün dünya çapında yaşanan bunalım, kaos ve savaş, çok açık bir şekilde sistem kaynaklıdır.
Kapitalist modernite, sebep olduğu krizi bir kez daha, yeni boyutta tekelleşmeyle aşmaya çalışırken dünyayı yeniden dizayn etme çabasında. Bu temeldeki hegemonya rekabeti ise sürüyor. Kapitalist kamplaşma, giderek ABD-İsrail hegemonyasına karşı kendi aralarında parçalı diğer devletler biçiminde şekilleniyor. ABD-İsrail ile Rusya’nın dünyayı kendi arasında paylaşma konusunda anlaştıkları da yabana atılamayacak öngörülerden biridir.
Kapitalist krizin geçiş formu
Bu yeniden paylaşım rekabetinin siyasi ve ekonomik boyutları da çok katmanlıdır. Uluslararası sermaye ve devlette yeni bir form şekilleniyor. Sistemin geçirdiği dönüşümün görüngülerinden biri, Donald Trump-Elon Musk ilişkisinde de belirdiği üzere; teknoloji tekelleri ile devletin iç içe geçtiği yeni bir birlik ve biçimdir. "Yeni faşizm", "nasyonal kapitalizm" biçiminde nitelemeler yeterli midir? Bir düzenin geçiş evresinin bir yapılanması mıdır? Bunları söylemek için erken. Kati olarak söylenebilecek şey, kapitalizmin iç mantığı açısından bakıldığında, bu düzeydeki tekelleşmenin sürdürülemez olduğudur. Bu yanıyla Trump-Musk birleşiminde ve yönetim tarzında simgeleşen bu modelin bir geçiş formu olduğu söylenebilir. (Yeni modelin tamamen ortadan kalkmayacağını, aşırılıklarını gidererek kapitalist modernist düzenin bir süreliğine siyasi modeli olacağı düşünülebilir. Zira tarih, kapitalizme de paradigmasal değişimi dayatıyor.)
ABD’deki teknoloji tekeli ile siyasi tekelin birleşmesine benzer, ancak ABD’ye nazaran daha portatif bir biçimini İsrail’de de görüyoruz. Büyük hamlelerini de bu sayede yapabiliyorlar. Savaş araçlarına ikame edilen yeni teknoloji tekellerinin tam devlet denetiminde olmasının yarattığı etki, trajik biçimde Filistin ve Lübnan saldırılarında görüldü. İkinci Dünya Savaşı’nda atom bombasının yarattığı sonuçları bugün yeni teknoloji doğuruyor. Teknoloji, bir tür Asa-yı Musa, buz kırıcı rolü oynuyor sermaye ve hegemonya rekabeti için.
Bu gelişmelerin, dünya ve bölge halklarının geleceğinde nasıl rol oynayacağı; halkların yalnızca direnişi değil, çok yönlü birikimi ve yaratıcı hamlelerine bağlı. Bu birikim, paradigmasal bir zemin gerektiriyor. 20. yüzyılın halkçı, sosyalist paradigmalarından yeni bir halkçı ve sosyalist paradigmaya doğru daha tereddütsüz bir geçişi; hızlanan tarih kendini dayatıyor.
Ortadoğu ve çelişkiler
Ortadoğu’daki son gelişmeler, Suriye’de rejimin çöküşü, paradigmasal çıkışlar için alan açmış durumda. Kuşkusuz bir dönem tamamen kapanmışken, yeni bir düzen de oluşmuş, oturmuş değil. Hegemonik dış güçler için Ortadoğu’nun temel çelişkilerinin; yani din, mezhep, millet, dil temelindeki çelişkilerin ilanihaye sürmesi tercih edilecek olandır. Sistem bu açıdan ideolojik kodlarını korumaktadır. Bu çelişkilerden arınmış bir bölge, hegemonik güçler açısından bir tercih dahi olamaz. Suriye’deki denkleme HTŞ gibi bir hareketin sokulması dahi bunun sade bir kanıtıdır. Bu denklem, 100-200 yıldır korunuyor. Demek ki kapitalist sömürgeci güçler için çok işlevlidir.
Kısır döngüler ve demokrasi çıkışı
Ortadoğu halklarını bu kısır döngüden çıkaracak olan ilk hamle, Abdullah Öcalan’ın yıllar önce Ortadoğu analizlerinde öne sürdüğü gibi, Ortadoğu’nun kendi modernitesini yaratmasıdır. Bu ne demektir? Ortadoğu’nun ulus-devlet ve din eksenli ayrı örgütlenmiş toplum yerine, demokratik zihniyetin ve demokratik mekanizmaların işlediği bir model inşasına gitmesi demektir. Kendi demokrasisini kendi değerleri doğrultusunda açığa çıkarma (zira onlar Ortadoğu halklarının kadim geleneklerinde vardır), kendini dış müdahalelere bu yolla kapatmak anlamına da gelir. 200 yıldır Ortadoğu’ya demokrasi getirme diskuruyla sürekli müdahale eden modern kapitalist güçlerin amacı, gayesi her zaman açıktı. Ancak bu güçlere karşı olan Arap, Kürt, Türk, Ermeni tüm halklar kendi modernitelerini, kendi demokrasi modellerini inşa etmeyi denemedi. Demokrasi ve refah yoksunluğunu dış müdahalelere bağlama kolaycılığına sığındı ki bu, bir tür kısır döngüyü kader seviyesine çıkardı. Oysa dış müdahale yalnızca bir sonuçtur.
Toplumları geliştiren ya da gerileten faktörlerin esası daima içsel olanlardır. Batı’dan dayatılan kapitalist modernite ve unsurları çok güçlü olduğu için değil, Doğu bunlara karşı kendi alternatifini yaratamadığı için geriye düştü. Bugün bu anlamda geçerli olan sebepler çok yeni değil. Hegemonyanın 13. yüzyıldan itibaren Batı’ya kaymasının sebepleri de aynıydı.
“Batı ilerlemeye başladığında, Doğu’da durağanlık başlamıştı zaten.” Andre Gunder Frank’tan Abdullah Öcalan’a, sosyal bilim çalışmalarında ortaya koydukları gibi bu olgu; "Batı mucizesi"ne ve kapitalist modernitenin gücüne atfedilen abartılı yaklaşımları görmek için olduğu kadar, Doğu’nun değişimi kendi iç dinamiklerine yönelmesi için de gereklidir.
Yeniden Doğu
Batı, 8. yüzyıla kadar tam bir kargaşa içindeydi. 14. yüzyıla gelindiğinde ise veba nedeniyle nüfusunun üçte biri yok olmuştu. Bu dönemde de Avrupa’nın dünya sistemindeki yeri, Doğu’ya oranla çok çok geridedir. (Doğu ifadesini, Çin’den Hindistan’a, Asya Pasifik’teki ada ülke ve limanlarını da kapsayacak biçimde kullanıyoruz.) 18. yüzyıla kadar Avrupa’nın ekonomik veya sosyal, kültürel üstünlüğünden bahsedilmiyor. Buna karşılık Doğu, dünyanın sosyal ve ekonomik çehresini belirlemektedir. Doğu’da 16. ve 17. yüzyıllardan itibaren başlayan ekonomik durgunluk ve krizler sürecinde dahi Doğu’nun belirleyiciliği sürmektedir. A.G. Frank, Batı’nın Doğu’daki bu durgunluk döngüsünden faydalandığını belirtir. (Bu duruma atfen, İngiltere’nin Hindistan’ı bir dalgınlık anında sömürgeleştirdiği söylenir.)
Yenilenme döngüsü
Üstünlüğün Doğu’dan Batı’ya geçmesi sürecine ilişkin güncel gelişmelerle de bağlantılı iki önemli nokta bulunuyor: Birincisi, Doğu’daki gerilemenin sebepleri; diğeri, Batı’nın hangi dinamikle ileriye çıktığı konusudur. A.G. Frank, Doğu’nun 16. yüzyılda yaşamaya başladığı durgunluk ve gerileme emarelerini, dünya sisteminde 500 yılda bir görülen döngüsel krizlere bağlar. Bir diğer tez, yine dünya sistemindeki 50 yıllık yenilenme döngüsünün Avrupa’daki uygun şartlara denk gelmesi, çakışmasıdır (Kondratyev Tezi). Bu tez, Avrupa’nın gelişmesi ile Doğu’nun gerilemeye başlaması iddiasıyla örtüştüğü için tartışmalıdır. Zira başta da belirttiğimiz gibi, tüm olgular Doğu’daki gerilemenin çok önce başladığına işaret etmektedir.
Doğu ve tarihi dönüşüm
Konuyla ilgili sosyal bilimsel çalışmaların pek azı, Doğu ve Batı arasındaki farkın Batı lehine açılmasının ekonomi dışı sebepleri üzerinde durmuştur. A.G. Frank’ın tezi, ekonomik gelişme ve döngüleri incelemekle sınırlı kaldığı için (toplumsal değişimin temel dinamiğinin ekonomi olduğu fikrinden hareketle) yetersiz kalmıştır. Abdullah Öcalan, tüm diğer koşullarla beraber, Doğu’nun üstünlüğü) Batı’ya kaptırmasında esas rolü, Doğu’nun kendi modernitesini inşa edemeyişine bağlar. Doğu, tarihi dönüşüm anında binlerce yıllık birikimini yeni bir paradigmasal çıkışla aşamamış, tıkanmış ve geriye düşmüştür. Batı ise, kapitalist tarzda da olsa, tarihi dönüşüm anında Doğu’dan akan maddi, fikri ve sosyal birikimi ile kendi modernitesini inşa edebilmiş; böylelikle üstünlüğü Doğu’dan almıştır. Batı’nın dışarıdan elde ettiği (önemli bölümü el koyduğu) birikimin iki kaynağı vardır: Birincisi, Doğu’nun maddi ve kültürel zenginliği; diğeri, Amerika kıtasının sömürgeleştirilmesinden elde edilen altın ve köle emeği. Tüm bunları tamamlayan iç dinamik ise paradigmasal çıkıştır. Bu noktada, demokratik mekanizmaların oynadığı rol dikkat çekicidir. Eğer Avrupa’da halkın demokratik kurum, yasa ve mekanizmalar için mücadelesi olmasaydı, muhtemeldir ki "Avrupa" fikrinin ima ettiği sistem olmazdı.
Venedik’in yerel meclislerinden, İngiltere’yi büyük devrim yapmaya götüren demokratik mücadelelere, Amerika’daki ilk kolonilerin mücadeleyle elde ettikleri demokratik yönetim mekanizmalarının oluşumuna, Fransız devrimlerine kadar kuruluşa damgasını vuran faktör demokrasidir. Esasında toplumsal tarihin tamamı; maddi ve kültürel zenginliğin, toplumsal atılımların kaynağının demokrasi olduğunu defalarca kanıtlamıştır. Abdullah Öcalan’ın da vurguladığı gibi: “Amerikalıların demokrasileri olmasaydı güneş batmayan İngiliz imparatorluğunu hizaya getiremezlerdi. İngiliz halk mücadeleleri olmazsa azgın Norman Kralı soyunu deviremez, günümüzde bile örnek İngiliz demokratik sistemi yaratılamazdı. Fransızların büyük demosu olmasaydı, büyük devrimleri ile cihana nam salan ve örnek olan cumhuriyet rejimleri kurulamazdı.”
Demokrasinin benzer etkilerini, daha eski topluluklarda anacıl sistemlerden Roma cumhuriyetine, Atina demokrasilerine dek biliyoruz. Tüm bu deneyimlerle birlikte güncel sosyoloji incelemeleri de demokrasi ve refah, demokrasi ve halk güvenliği arasında dolaysız bağı ortaya koyuyor. (Bkz. Ulusların Düşüşü, Daron Acemoğlu ve James A. Robinson) Demokrasinin biçimi ve kapsamı önemli olmakla birlikte, en asgari biçimlerinin dahi büyük farklar yarattığı gerçeğiyle birlikte düşünmekte yarar var. Belirleyici olan; demokratik mekanizmaların gelişim ve dönüşümün önünü tıkayan, muhtemel engelleyiciler olan siyasi tekeli imkânsız kılmasıdır. Siyasi tekelin olmadığı şartlarda olasılıklar, değişim dinamikleri sayısızdır.
Kapitalist modernitenin tıkanışı
Bugünün demokrasi modelleri kuşkusuz yeni biçimde olmak zorundadır ve olacaktır. Batı demokrasisinin tekrarı ya da sosyalist deneyimlerle açığa çıkanlar, hatta idealize ederek tahayyül ettiğimiz komünal tarihin demokrasi örnekleri; bugünün toplumsal, kültürel ve teknik gelişimine, değişen insan ve toplum gerçekliğine tam olarak yanıt olamaz. Avrupa demokrasisi, kapitalist modernite çağının toplumsal dinamikleri içinde oluştu. Bugün artık, kapitalist modernitenin tıkanması gibi, bu model de tıkanmış ve toplumsal sorunlara yanıt olamamaktadır. Doğu’nun anacıl hukuka dayalı demokratik sistemleri de kendi döneminin maddi ve kültürel süreçleriyle belirlenmişti. Bugün aynı biçimde tekrar edilemez. Dolayısıyla bugünün demokratik modeli, zihniyeti ve kurumları; tüm bu deneyimleri içerip aşacak nitelikte olacaktır. Değişmeyecek olan; toplumun kendiliğini, kendisi için olmasını sağlayan politik-ahlaki toplum ve ilkeleridir. Bunun dışındaki unsurlar “fani”dir; değişebilir, farklı demokrasi modeli, mimarisi veya mekanizmaları inşa edilebilir.
Aydınlanma ve zihniyet dönüşümü
Ezcümle, içinden geçtiğimiz sürecin büyük bir dönüşüm anı olduğunu herkes görüyor, tartışıyor. Egemenler de kendilerine göre bir dizayn çabası içindedir. Doğu’nun bu süreci nasıl değerlendireceği, özelde Ortadoğu halklarının özgürlük, güvenlik ve refah sorunlarının kalıcı çözülüp çözülmeyeceği; kendi içinde demokratik mekanizmalar ve inşa ile bağlantılıdır. Teknolojiden, silahların gücünden de daha etkili olan, hatta onları galebe çalacak güç, toplumun demokratik inşası, mekanizmaları ve kurumları olduğu gerçeğine dayanarak, son 200 yılda yaşadığı tıkanmayı aşabilir. Doğu, aydınlanmasını ve zihniyet dönüşümünü yaparak bu dönemeçten güçlü çıkabilir. Milliyetçilik, mikro milliyetçilik, mezhepçilik, cinsiyetçilik dışında seçenekler mevcuttur Doğu için. Bunlar, son 200 yılda coğrafyayı yalnızca savaşlarla değil, yoksulluk ve yoksunluklarla da kuşattı. Aydınlanma, öncelikle bu konuda olmalı. Bunu başarırsa, kendi demokratik modernitesini, hegemonik olmayan moderniteyi yaratabilir ve “Yeniden Doğu” demek için bir imkân oluşturabilir. Zira Doğu, zaten dünya demektir.
Kaynaklar:
*Yeniden Doğu, Andre Gunder Frank
*Ulusların Düşüşü, Daron Acemoğlu ve James A. Robinson
*Demokratik Uygarlık Manifestosu, Abdullah Öcalan