Yeşil Sol Parti Kadın Meclisi yeni dönem Politik Perspektif Metni’ni açıkladı

  • 12:28 24 Mayıs 2025
  • Siyaset
 
ANKARA – Yeşil Sol Parti Kadın Meclisi, 1. Olağan Kongresi’nde Politik Perspektif Metni’ni açıklayarak yeni dönemde “eşit, özgür, barış içinde, ekolojik, demokratik bir yaşam için kadın dayanışmasını ve mücadelesini büyütme” hedefini bir kez daha yineledi. 
 
Yeşil Sol Parti, "Barış ve Demokrasi İçin Ortak Mücadele" şiarıyla iki gün sürecek 1. Olağan Kongre/Konferansı’nı bugün Maltepe Yılmaz Güney Sahnesi'nde gerçekleştiriyor. Konferansta Yeşil Sol Parti Kadın Meclisi yeni döneme ilişkin Politik Perspektif Metni’ni yayınladı.
 
Yayınlanan metnin temel başlıkları ise şöyle:
 
“Bölgesel gelişmelerin ülke içi siyasetindeki etkisinin artarak sürdüğü kritik bir eşikten geçiyoruz. Silahların susması, barışın bir ihtimal bile olarak varlığından bahsedilmesi, rejimin olası hesaplarından bağımsız olarak demokratik siyasetin kararlılıkla sahip çıkması ve savunması gereken bir durumdur.
 
Bununla birlikte Kürt sorununda demokratik bir çözüm başta olmak üzere, bu ülkenin tüm halklarının, ezilenlerinin, kadınların, gençlerin, cemi cümle canlının, ağacın, suyun geleceğinin, toplumsal muhalefetin bu rejime karşı yürüteceği eşitlikçi, özgürlükçü, barış içinde bir arada yaşadığımız, ekolojik ve demokratik bir ülke mücadelesinden geçtiği de akıldan bir dakika bile çıkarılmamalıdır.
Savaşlarda en ağır faturayı ödeyenler olarak biz kadınlar, Türkiye'de kurumsallaştırılmaya çalışılan rejimin de baş düşmanlarından ilan edileli çok oldu. Yeni rejim kendini en çok kadınların bedeni, kimliği ve emeği üzerinden kurmaya ve toplumsallaştırmaya çalıştı.
Bu ülkede yaşayan kadınların hayatı bizatihi bir savaş alanı hâline geldi. Bu nedenle toplumsal ve siyasal muhalefeti barış ve demokrasi ikilemi üzerinden ayrıştırmaya çalışan yaklaşımlara karşı en güçlü barikatı biz kadınlar kurmak zorundayız.
 
Dünyayı istiyoruz, kırıntı değil
 
Bölgemizde ve ülkede tarihin baş döndürücü bir hızla aktığı bu süreçte, yapacaklarımızın geleceğimiz açısından oldukça kritik bir öneme sahip olduğunu görüyoruz. Önümüzdeki dönemin zorluklarla dolu ancak bir o kadar da yeni fırsatlara gebe özelliği, 19 Mart'tan bu yana toplumsal ve siyasal alandaki gelişmelerden okumak mümkün. O nedenle mücadeleyi yalnızca iktidarla mücadeleye indirgemeyen, başka bir ülke ve dünya hayali kuranların, sol bir odağı güçlendirmek için çalışması ertelenemez bir durumdur. Ancak bu odağın bugün açısından en güncel politik sorumluluğu, en geniş ittifakı (koalisyonu) demokrasi temelinde örgütleme becerisi gösterebilmesinde yattığı da kuşkusuzdur.
 
Solda bir odak oluşturmanın, kestirmeden birkaç örgütün yan yana gelmesinden ya da ortak işler yapmasından ibaret bir durum olmadığı açıktır. Bu durumun esasen politik ve örgütsel bir yenilenmeyi ifade ettiğinde ortaklaşıyorsak, kadınlar bu sürecin tam merkezinde olmak durumundadır. Eşitlikçi, özgürlükçü kadın bilincinin değiştirici, dönüştürücü, yaratıcı gücünden yoksun çabaların bir sonuca varamayacağı âşikârdır. Bu açıdan sol bir odağın inşa sürecine kadınların yoğunlaşması ve pratik, somut planlamalarla süreci ilerletmesi oldukça önemlidir.
 
Öte yandan rejime karşı mücadele biz kadınlar açısından varlık-yokluk mücadelesidir. Tek adam rejimi olarak nitelediğimiz rejimin en önemli kodlarından biri, cinsiyet eşitliğine, farklı cinsel yönelim ve kimliklere olan düşmanlığıdır. Dolayısıyla rejime karşı sürdürülen mücadelenin, en geniş kesimlerle ittifak/koalisyon biçimlerinde güçlendirilmesinde kadınların öncü rolünü oynaması, başarı için hayatîdir.
Son sözü direnenlerin söyleyeceği günler için bugün farklı toplumsal mücadele alanlarının ortak bir nehrin yatağına su taşımasına her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. Kadınlar olarak yürüttüğümüz eşitlik ve özgürlük mücadelemizin ortak, birleşik mücadeleye taşıyacağı birikim ve bilinç; nehirlerin de tarihin de akışını değiştirebilecek güce sahiptir.
 
Barış ve demokrasi için kadın dayanışmasını büyütüyoruz!
 
Yoksulluğa, savaşa, şiddete, ayrımcılığa, doğa talanına, otoriterliğe, eşitsizliğe karşı omuz omuza, yan yana duruyoruz. Çünkü biliyoruz ki dayanışma yaşatır, mücadele özgürleştirir! Son yıllarda ülke genelinde derinleşen enflasyon ve hayat pahalılığı, milyonlarca insan için yaşam koşullarını daha da katlanılmaz hâle getirdi. Gıda, barınma, ulaşım ve temel ihtiyaçlara erişim her geçen gün daha pahalı hâle gelirken, bu ekonomik krizden en ağır darbeyi alanlar yine kadınlar oldu.
 
Kadınlar olarak bu süreçte yalnızca ekonomik anlamda değil, aynı zamanda sosyal ve psikolojik düzeyde de çok yönlü bir saldırıyla karşı karşıya kaldık. Kadın yoksulluğu sadece daha az gelirle yaşamak zorunda kalmak değil; bakım emeği yükünün artması, iş güvencesinin olmaması, şiddete açık hâle gelme ve karar alma mekanizmalarından dışlanma gibi çok boyutlu bir sorundur.
 
İktidar, kadınların yaşamını kolaylaştıracak politikalar geliştirmek yerine; nafaka hakkını tartışmaya açtı, aile yardımlarını kıstı, sosyal yardım bütçesini azalttı. Kamusal bakım hizmetleri yerine kadınlara “aile içi görev” biçen bu anlayış, kadınları hem ekonomik bağımsızlıktan hem de sosyal haklardan yoksun bırakıyor. Böylece kadınları, yoksulluk ile şiddet arasında seçim yapmaya zorluyor.
 
Engelli kadınlar yoksulluğa, yalnızlığa ve hak kayıplarına mahkûm edilemez!
 
2025'te engelli kadınlar, açlık sınırının altında bir yaşam, ağırlaşan emeklilik koşulları ve yok sayılan temel haklarla karşı karşıya. AKP iktidarının sürdürdüğü sağlamcı, ayrımcı ve neoliberal politikalar, engelli kadınları yaşamın her alanından dışlamakta; onları görünmez, güvencesiz ve yalnız hâle getirmektedir. Engelli kadınlar eşit yurttaşlardır. Yardım değil, hak talep ediyoruz!
 
Kadına yönelik şiddet politiktir
 
2024 yılı, Türkiye'de kadın cinayetlerinin en yüksek seviyeye ulaştığı yıl oldu. Bu durum, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve kadına yönelik şiddetin ne denli derinleştiğini gösteriyor. Toplumun yarısı, kadınların hayatın her alanında erkek şiddetine maruz kaldığını düşünmektedir. Kadınların %35'i gündüzleri, %49'u ise gece dışarıda tek başına veya diğer kadınlarla birlikteyken güvende hissetmediğini belirtmiştir. Biz kadınlar, erkek failleri aklayan ve cezasız bırakan, şiddeti toplumda meşrulaştıran tutumların son bulması için şiddete karşı mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.
 
Savaşa karşı en geniş kadın ittifakını büyütüyoruz
 
Savaşlardan ve çatışmalardan en çok etkilenenler yine biz kadınlarız. Bizler barışı sadece bir temenni değil, bir hak ve bir mücadele zemini olarak görüyoruz. Kadınlar olarak; savaş politikalarına, militarizme ve erkek şiddetine karşı en geniş kadın ittifakını kurmak için bir aradayız.
 
Güvencesizliğe karşı örgütlü yaşam!
 
Giderek daha fazla kadın, esnek, güvencesiz ve kayıt dışı çalışmaya mahkûm ediliyor. Kadın emeğinin görünmezliğine, sömürüsüne karşı örgütlü, güvenceli, insanca bir yaşamı hep birlikte inşa edeceğiz.
 
Doğayı savunmak yaşamı savunmaktır
 
Toprağımız, ormanlarımız, sularımız talan edilirken biz susmayacağız. Doğası gasp edilen kadınlarla birlikte ormanlarımızı, derelerimizi, hayvanlarımızı ve yaşam alanlarımızı savunacağız.
 
Göçmen kadınlarla dayanışmayı büyütüyoruz
 
Savaşların, yoksulluğun, ayrımcılığın ortasına itilen göçmen ve mülteci kadınlar, hem sistematik şiddete hem de toplumsal dışlanmaya maruz kalıyor. Göçmen kadınlara yönelik ırkçılığa, ayrımcılığa, cinsiyetçiliğe karşı birlikte mücadele ediyoruz. Farklı cinsel yönelimlere ve kimliklere sahip bireyler, bu sistemde nefretin ve şiddetin hedefi hâline getiriliyor. Nefret söylemine, şiddete, linç girişimlerine, yasal ve toplumsal ayrımcılığa karşı her alanda LGBTİ+’ların yanındayız.
 
Eşitlik ve özgürlük mücadelesinde kararlıyız!
 
Biz kadınlar, siyasetin her alanında erkek egemenliğine karşı mücadelemizi sürdürüyoruz. Bu mücadele, sadece toplumsal değil, parti içindeki eril anlayışlara karşı da yürüttüğümüz bir mücadeledir. Kadınların siyasette özne olmasının önündeki en büyük engel, her yerde karşımıza çıkan erkek egemen tahakkümdür. Bu tahakküm, çoğu zaman karar alma mekanizmalarında, temsil düzeyinde, dilde, tavırda ve örgütlenme biçimlerinde kendini yeniden üretmektedir. Ama biz kadınlar susmuyoruz. Her alanda, her yapıda, kendi mücadelemizin öznesiyiz. Parti içinde eşit temsiliyetin, eş sözcülüğün ve “kadın beyanı esastır” ilkesinin uygulanması için mücadeleyi büyütüyoruz.
 
Siyaseti dönüştüren kadın örgütlülüğü
 
Biz kadınlar, eş sözcülük ve eşit temsiliyet ilkeleriyle siyaseti dönüştürüyoruz. Sadece görünürlük değil, karar alma süreçlerinde eşit söz ve etki gücü talep ediyoruz. Kadın beyanını esas alıyor, kadın dayanışmasını temel alıyor, kadın kazanımlarımızdan asla vazgeçmiyoruz. Kendi içimizdeki erkek egemen anlayışla da hesaplaşıyoruz. Kadın Meclisi olarak, özgün ve özerk örgütlenmemizle sözümüzü güçlendiriyoruz. Eşitlik ve özgürlük mücadelemizi her yerde, birlikte yükseltiyoruz. Çünkü biliyoruz ki: Erkek egemenliğine karşı mücadele yalnızca bir hak mücadelesi değil, bir varoluş mücadelesidir. Sadece iktidara değil, toplumun her hücresine sinmiş erkek egemenliğine karşı direnen kadınlar var. Kadınlar birlikte güçlü, birlikte dönüştürücü!
 
Yaşasın özgür ve eşit bir gelecek mücadelemiz!
 
İktidar, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkış süreciyle birlikte “ailenin korunması” propagandasına yönelerek kadınların hak taleplerini bastırmaya çalışıyor. "Aile Yılı" söylemi ile bireyin yerine "aile" kurumunu yücelten bir yaklaşımı teşvik ediyor. “Normal Doğum Eylem Planı” ile kadın bedeni üzerinde denetimi artırmayı, annelik üzerinden kurulan toplumsal rol dayatmalarını zorlamayı hedefliyor. Kadınların, çocukların ve LGBTİ+ bireylerin bireysel haklarını yok sayıyor. Şiddet içeren veya eşitsiz ilişkilerin üzeri “aile kutsaldır” söylemiyle örtülüyor. “Aileyi koruma” bahanesiyle kadınların boşanma, nafaka, sığınma evi gibi temel haklarına sınırlamalar getiriliyor. Asgari ücretle geçinmeye çalışan kadınlar için çocuk bakımı, eğitim ve sağlık gibi konularda yapısal çözümler yerine, kültürel muhafazakârlıkla yoksullaşmanın üstü örtülmeye çalışılıyor.
 
İktidarın “Aile Yılı” politikasını muhafazakâr tabanı konsolide etmek için kullanmasına; alternatif yaşam biçimlerinin kriminalize edilmesine, kutuplaşmayı derinleştirerek toplumu itaatkâr ve kontrol edilebilir hâle getirmesine izin vermeyeceğiz. Artan baskılar, otoriterleşme ve erkek egemen anlayış, yaşamımızın her alanında kendini hissettiriyor. İktidarın kadınların yaşam tarzına yönelik müdahaleleri, ciddi bir rahatsızlık yaratıyor. Bizler; her defasında etek boyumuzla, başörtümüzle bölünmeyeceğimizi söyledik. Kadınların kılık kıyafeti üzerinden toplumu dizayn etmeye çalışanlara geçit vermeyeceğiz. Yaşam tarzımıza müdahale edenlere karşı en güçlü yanıtı yine biz kadınlar vereceğiz.
 
Mücadeleyle kazanılan haklarımız saldırı altında
 
Kapitalizmin krizi derinleştikçe, içine düştüğü otoriter yönelim, haklarımızın sistematik bir biçimde hedef alınmasına yol açıyor. 1960'lı ve 70'li yıllar, kadınların, eşcinsel ve trans bireylerin görünürlük kazandığı ve taleplerinin meşrulaştığı bir dönemdir. Bu süreçte boşanma yasalarının esnetilmesi, doğum kontrolü ve kürtajın yasallaşması, eşcinsel ilişkilerin suç olmaktan çıkarılması ve trans kimliğin tanınması gibi bir dizi sosyal reform yaşanmıştır. Ancak tüm bu kazanımlar, egemen sınıfın lütfu değil; mücadelelerin doğrudan sonucudur. Bugün süper zenginler, ulus-devletlerden daha fazla serveti kontrol ederken; işçi sınıfının ve orta sınıfın yaşam standartları dramatik biçimde gerilemiştir. Kapitalizmin savaş sonrası dönemde toplumla yaptığı "refah sözleşmesi" fiilen çökmüş; daha iyi bir geleceğe olan inanç yerini umutsuzluğa bırakmıştır.
 
Aşırı sağ tehdidi ve nefret siyaseti
 
Bugün Avrupa'da ve ABD'de aşırı sağın yükselişiyle birlikte, kadın ve LGBTİ+ haklarına yönelik ciddi gerilemeler yaşanmaktadır. Kadınlar, eşcinseller ve trans bireyler yeniden hedef hâline getirilmekte, kazanılmış yasal haklar geri alınmakta, kadınların cinsel ve üreme sağlığı ile haklarına saldırılar artmaktadır.
 
Demokrasi mücadelesi tanınma adaletinden ayrı değildir
 
Kadınlara, LGBTİ+ bireylere, etnik azınlıklara, inanç gruplarına, göçmenlere yönelik saldırılar yalnızca bu grupları ilgilendirmemektedir. Bu saldırılar, kapitalizmin krizini yönetmek için başvurduğu otoriterleşme stratejisinin parçasıdır ve bu nedenle tüm toplumun demokratik haklarını tehdit etmektedir. Bugün eşitlik, özgürlük ve adalet için verilen mücadele; sadece kimlik haklarının değil, aynı zamanda emeğin, demokrasinin ve insan onurunun savunulmasıdır. Bu haklar birbirinden koparılamaz. Bu mücadele, hepimizin mücadelesidir.”