‘25 Kasım’da sokaklara dökülmeliyiz’
- 09:05 22 Kasım 2025
- Güncel
İZMİR - Kürt kadınları, 90’larda Kürdistan’dan zorla göç ettirildikten sonra, Türkiye’de yoksulluk, emek sömürüsü ve kültürel asimilasyonla karşı karşıya kaldı. Göçe zorlanan kadınlardan biri olan Hayat İzgi, “Bir zamanlar köyümüzü yaktılar, şimdi dilimizi, kültürümüzü yakmak istiyorlar” dedi.
90’lı yıllarda Kürt halkına yönelik imha, inkâr ve asimilasyon politikalarıyla gerçekleştirilen köy yakmalar ve göçe zorlanma, Kürt halkı ve özelde kadınlar için yalnızca coğrafyanın değişmesi değil, bedeninin, dilinin, emeğinin ve toplumsal hafızasının hedeflendiği sistematik bir asimilasyon sürecine dönüştü. Kürdistan’dan Türkiye’ye göç edenlerden biri olan Hayat İzgi, yaşanan süreci, imha ve inkâr politikalarının ürünü diye tanımlayarak, “Ya koruculuk yapıp kendi halkına ihanet edeceksin, ya da topraklarını terk edeceksin. Kabul etmeyenlerin köyleri yakıldı; kaçanlar ise Batı’da yeni bir yok sayılma biçimiyle karşılaştı” dedi.
‘Devlet, Kürt halkını göçe zorladı’
Devletin, köy yakmaları ve baskıları nedeniyle Kürt halkının Türkiye’deki metropollere göç etmek zorunda bırakıldığını dile getiren Hayat İzgi, devletin Kürt halkına kendi varlığını kabul ettirmeye çalıştığını ifade etti. Kürt halkının devlete boyun eğmesinin istendiğini vurgulayan Hayat İzgi, şöyle konuştu: “İmha ve inkâr politikalarıyla Kürt halkı yok sayılmaya çalışıldı. Bu nedenle göç ettirilmek ve yok edilmek istendi. Türk devleti, Kürt halkına iki seçenek sundu: Ya koruculuk yaparak kendi halkına ihanet edecekti ya da kendi topraklarını terk edecekti. Bu seçenekleri kabul etmeyen, kendi kültürünün ve dilinin arkasında duran, aslına sahip çıkanların köyleri yakıldı. Buraya gelenlerin çoğu, Konak ilçesinin Kadifekale Mahallesi’ne yerleşti. Orada yaşayanların çoğu göçle gelen Kürt halkıydı. 1993-1994 yıllarında göç edenlerin bir kısmı İzmir’in geneline yayıldı; fakat büyük çoğunluğu Kadifekale’de yaşamaya başladı denilebilir. Ancak o bölgede de yaşamamıza izin vermediler. Çünkü Kürt halkının bir arada yaşamasını istemiyorlardı. Bizi dağıtmak, birbirimize sahip çıkmamızı engellemek istiyorlardı. Dilimizi unutmamızı istiyorlardı. Torbalı’da da yaşayanlarımız vardı. Bazıları da çadırlarda kalıyordu” dedi.
‘Kürt kadınına kendi dili unutturulmaya çalışıldı'
Kadınların göçe zorlanması nedeniyle birçok zorluk yaşadığını belirten Hayat İzgi, Kürt kadınlarının kendi memleketlerinde tarım ve hayvancılıkla uğraştığını anlatarak şu ifadeleri kullandı: “Batı’ya geldiklerinde, hiç bilmedikleri bir dilin konuşulduğu şehirlerde kabul görmeden, hakaretle karşılaştılar. Kürt kadınına kendi dili unutturulmaya çalışıldı. Bugün de benzer bir durum yaşanıyor. Toplum içinde kaybettirilmeye çalışıldık. Kürtçe konuştuğumuzda işyerlerinde bizimle dalga geçiliyordu. Bu nedenle Türkçe konuşmak ve öğrenmek zorunda kalıyorduk. Bu, çok büyük bir baskıydı; aynı zamanda Kürt halkı için büyük bir hakaretti. Bir Türk, Kürdistan’a gittiğinde Kürtçe bilmediği için ne kadar zorlanır? Yaşayamaz. Ekonomik olarak yaşadığımız zorluklar bizi sudan çıkmış balığa çevirdi. Orada Kürt kadınlarının hayvanları vardı, gelirleri vardı, kimseye muhtaç değillerdi. Ama Batı’ya geldikten sonra yoksulluktan, Kaymakamlık önlerinde yardım için sıraya girer oldular. Çünkü maddi bir dayanak yoktu. Ne yapacaklardı?
Herkesin bir ailesi vardı. Çocuklarımız buraya geldikten sonra uyuşturucuya bulaştırıldılar. Bu bağımlılıklar sistem eliyle oluşturuldu. Burada sistem masum değil. Nereye bakarsanız bakın, kadınlar ve gençler Kürt halkının nasıl bir yaşam sürmesi gerektiğini unuttu. Çünkü yoz bir yaşam önlerine sunuldu. Bu durumlar insanın canını acıtıyor. Bu yüzden mücadelemiz gerçekten zor.”
‘Kürt kadını bu savaşta çok acı çekti’
Kürt kadınlarının göç ettikleri yerlerde çoğunlukla tekstil işlerinde çalıştığını söyleyen Hayat İzgi, İzmir çevresine taşınanların ise tarım işlerinde yer aldığını belirtti. Kadınların emeğinin karşılığını alamadığını ifade ederek, “Kürt kadınlarına yarım ücret veriliyordu. Kazandıkları parayı tam olarak almalarına izin verilmiyordu. Tekstilde çalışan çoğu kadın tacize uğradı. Ama bunu konuşamıyorlardı. Konuşsalar bile toplum onları suçlu görecekti sırf Kürt kadını oldukları için. Kendilerini iki taraftan da anlatamıyorlardı. Bugün bile birçok kadın hâlâ yaşadıklarını saklıyor, ‘Bu insan beni taciz etti’ diyemiyor. Ev temizliğinde, tekstilde, lokantalarda bulaşıkçılık yaparak geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar. Kadınlarımız bu savaşta çok acı çekti. Metropollerdeki Türk erkekleri, Kürt kadınlarına cahil gözüyle küçümseyerek bakıyordu. Yöresel kıyafetlerimizi, beyaz tülbentlerimizi görünce dalga geçiyorlardı. Tüm bu baskıya, hor görülmeye, küçümsenmeye rağmen Kürt kadınları ayakta durdu. Örf ve adetlerini yerine getirmeye devam etti” sözlerini kullandı.
‘Devlet, Kürt kadınını ajanlaştırmaya çalıştı’
Kürt kadınlarının asimilasyon politikalarıyla ajanlaştırılmaya çalışıldığını belirten Hayat İzgi, bu durumun hem Türkiye’de hem Kürdistan sahasında bilinen bir gerçek olduğunu vurgulayarak, “Kürt kadınları özel savaş politikalarıyla fuhuşa sürüklenmeye çalışıldı. Feodal bir toplumda yaşıyoruz. Ya babamız, ya erkek kardeşimiz, ya da eşimiz üzerimizde baskı kuruyor. Güzel bir söz duyduğumuzda, bu kadınlar için etkileyici oluyor. Bu durumu da kullanıyorlar. Bugüne baktığımızda, genç kadınlar da genç erkekler de uyuşturucu ve fuhuşun içindeler. Devlet bunu görmüyor mu? Elbette görüyor. Hatta destekliyor, yayılması için ortam hazırlıyor. Ama sen burada dilin, kültürün için bir şey yapmaya kalk, hemen tutuklanırsın. Oysa uyuşturucu taşı veya kullan, buna bir yaptırım uygulanmıyor. Ajanlık meselesi de bu şekilde yürütülüyor. Biz ‘Jin, jiyan, azadî’ diyorsak, bu sözlerin altını doldurmamız gerekir. Her şeyin öncesinde, birbirimizi sevmemiz gerekir” şeklinde konuştu.
‘Kürt halkı davasından vazgeçmez’
1995 yılında okuma-yazma oranının düşük olmasına rağmen kadınların örgütlenip sokaklara çıktığını söyleyen Hayat İzgi, şunları kaydetti: “Okuma-yazma oranı yükseldi, bilinç arttı. Peki bu neden oldu? Çünkü sistem boş alanı kendi politikalarıyla dolduruyor. Bugün gençlerimiz yok, bu da bizim eksiğimiz. Kürt kadınının bu konuda yapacağı çok şey var. Eğer örgütlenirsek, çok şey başarabiliriz. Ev ev dolaşıp en azından beş aileye ulaşıp dertlerini dinlememiz gerekiyor. Kürt halkı, ne olursa olsun davasından vazgeçmez. Mahallelerde, ilçelerde komisyonlar kurulmalı. Ne kadar gencimiz varsa ulaşmalıyız, onları bilinçlendirmeliyiz. Bunu uzun süredir dile getiriyoruz ama pratiğe dökemiyoruz. Çünkü 1992’de de bu halk vardı, 1995’te de vardı. Bazıları, bu halkın korktuğunu söylüyor. Bu doğru değil.”
‘Beyaz tülbentimden vazgeçmem
Kürt halkının mücadelesine bağlı olduğunu vurgulayan Hayat İzgi, “O zamanlar televizyon yoktu. Şimdi hem Türkçe hem Kürtçe yayın yapan televizyon kanallarımız var. O zamanlar sadece bir gazetemiz vardı. Genç bir arkadaşımız partide yüksek sesle okurdu, haberleri öyle öğrenirdik. Okuma yazmayı partiyle birlikte öğrendik. Bugün kültürüm için, dilim için, toprağım için bir mücadele veriyorsam; neysem o olarak kalmalıyım. Bana bugün altın bile verseler, bu beyaz tülbentimden vazgeçmem. Çünkü ben bununla tanınıyorum. Bununla Kürdüm” diye belirtti.
‘25 Kasım’da sokaklara dökülmeliyiz’
Kadına yönelik şiddetin yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik olduğunu vurgulayan Hayat İzgi, son olarak şunları söyledi: “Sistemin de uyguladığı bir şiddet var. Sokaklara çıktığımızda samimi olmamız gerekiyor. 25 Kasım için en büyük çağrım, o gün sokaklarda olmamızdır. Her gün kadınlar katlediliyor. Bu şekilde Rojin Kabaiş’i kaybettik; tecavüz edildi ve öldürüldü. Bu konuya yeterince ses çıkarmadık. Daha çok alanda olmalıyız. Bir kadın katledildiğinde, kıyametin kopması gerekiyor.”







