Çiğdem Doğu: Önder Apo eşit koşullarda olmalıdır

  • 22:29 10 Eylül 2025
  • Güncel
HABER MERKEZİ - KJK Yürütme Konseyi üyesi Çiğdem Doğu, Türkiye’nin Abdullah Öcalan’ın posizyonuna doğru yaklaşması gerektiğini belirterek, “Abdullah Öcalan İmralı Adası’nda tutulduğu sürece Kürt sorunu çözülemeyecek. Önder Apo bir baş müzakerecidir. Elbette ki eşit ve özgür koşullarda olması gerekir.” dedi.
 
KJK Yürütme Konseyi üyesi Çiğdem Doğu, Medya Haber TV’de yayınlanan özel programda gazeteci Roşen Semsûr’un sorularını yanıtladı. Çiğdem Doğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile ilgili verdiği “Umut hakkı” ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.
 
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nde bu konuda görülecek oturumun önemine vurgu yapan Çiğdem Doğu, “Bu kadar stratejik ve önemli bir süreç içerisine girdik. Gerçekten çok büyük bir ciddiyeti olan bir sorunla karşı karşıyayız. Yıllarca üstü örtülmüş, inkar edilmiş ve bu temelde de büyük baskılarla karşılaşmış, sömürgeciliğin en görülmemiş biçimlerine maruz kalmış bir halkın sorunundan, bu sorunun çözümünden bahsediyoruz. Önder Apo aslında 52 yıl önce bu mücadeleyi başlatırken de aslında bu sorunun çözümü temelinde bir adım attı. Bir çözüm Önderliği olarak ortaya çıktı ve bugüne kadar da aslında hep bu çizgi de ilerledi. Bu savaş sürecinde de böyle olmuştur, ateşkes süreçlerinde de böyle olmuştur. İşte bugün içine girmiş olduğumuz süreçler açısından da baktığımızda hep bir çözüm perspektifi Önder Apo'da vardır. Tabii ki çözümün kendisi umuttur, bunu herkes de bilir. Önder Apo'nun mücadele ile büyük bir bilinç ve aydınlanma ile ortaya çıkartmış olduğu bu çözüm gerçekliği, Ortadoğu açısından, Kürt halkı açısından, tüm halklar açısından ve kadınlar açısından bir umut gerçekliğini ifade ediyor. Dolayısıyla biz umudu mücadelede görüyoruz. Biz umudu Önder Apo'nun kendisinde görüyoruz. Bu anlamda da Avrupa Konseyi'nde, Avrupa Birliği'nde, bilmem şu kurumda, bu kurumda, dışarıda değil de tam da içeride, tam da Kürt halkının baş müzakerecisi olan Önder Apo ile işte Türk devleti ve Türkiye halklarının öncü güçleriyle, demokratik güçleriyle birlikte ilerletilmesi gereken bir süreç, birlikte kararlaştırılması gereken bir süreç” dedi.  
 
‘Önder Apo'nun İmralı'da kalması kabul edilemez’ 
 
‘Umut hakkı’nın Türkiye adaletiyle, Türkiye yargısıyla, Türkiye'nin siyasetiyle, Türk devletinin demokratikleşmesi temelinde çözülebilecek bir gerçeklik olduğunun altını çizen Çiğdem Doğu, “Önder Apo'nun fiziki olarak özgürlüğü kesinlikle Türkiye zemininde uygulanabilecek, kararlaştırılabilecek ve yapılabilecek bir gerçekliktir. Bunu bu kadar hassasiyetleri bildirmenin, bazı kavramlar kullanıyorlar, çok insan kullanmak istemiyor ama işte sürekli terörist başı, terörist, bilmem kırmızı çizgimizdir, şöyledir, böyledir gibi çok çirkin ifadelerle gerçekten daha da hassaslaştıran, daha da mayınlayan, ortamdaki bu milliyetçi gerçekliği daha da tahrik eden yaklaşımlardan ziyade, gerçekten çözümleyici bir yaklaşım, gerçekten Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü de esas alan bir yaklaşım sergilenmesi halinde, Kürt sorununun çözümlenmesi açısından yüzde 90 çözümleyici bir adım atılacaktır. Çünkü Önder Apo gerçekten bu sürecin çözümü boyutuyla çok büyük kafa yoran, gerçekten O’nun kadar bu sürece kafa yoran, -ben devleti de dahil ediyorum, demokrat kesimleri de dahil ediyorum- gerçekten bu sürecin çözüme gitmesi açısından büyük kafa yoran, bütün siyasi birikimini, örgütsel birikimini, bilincini, paradigmasını tamamen buna kilitleyerek çözüm üreten bir Önder karşımızda, bir Önderlik karşımızda. Dolayısıyla Önder Apo gerçekliğinin bu biçimde İmralı'da kalması elbette ki kabul edilemez bir gerçekliktir” diye belirtti.  
 
‘Abdullah Öcalan İmralı Adası’nda tutulduğu sürece Kürt sorunu çözülemeyecek’ 
 
Abdullah Öcalan’ın İmralı Adası’nda tutulduğu sürece Kürt sorununun çözülemeyeceğini ifade eden Çiğdem Doğu, “Önder Apo bir baş müzakerecidir. Elbette ki eşit ve özgür koşullarda olması gerekir. Önder Apo bir siyasi önderdir. Sadece şöyle demek doğru değildir işte ‘PKK'nin kurucu üyesidir’, ‘PKK'nin işte önderidir’ veyahut da işte başkalarının kullandığı o çirkin ifadeler. Sadece böyle ifade etmek, bir kurucu olarak önder olarak ifade etmek, elbette ki yetersiz kalır. Önder Apo tabii ki PKK'nin kurucu önderidir, PKK'yi feshetme anlamında da rolünü oynayan bir önderdir. Ama Önder Apo aynı zamanda büyük bir siyasi önderdir. Önder Apo aynı zamanda barışın ve çözümün önderliğidir. Şimdi bütün bunları göz ardı ederek Kürt sorununu çok teknik bir meseleye indirgeyip, sadece işte silahları teslim etmeye indirgeyip, sorunu çözeceğim iddiasında bulunmak, hem anti-bilimsel bir yaklaşım hem de aslında çözümü tıkatan bir yaklaşımdır. Bir sürece kadar işte zemindi, şuydu, buydu, tartışmalardı, tamam, ya ama bir yıla yaklaşıyoruz. Ekim ayının başındaydı. Bir yıl bir yıla yaklaşıyoruz. Ortada çözüm adına devletin atmış olduğu herhangi bir adımdan bahsedemeyiz. Komisyondan belki bahsedebiliriz. Hani komisyonun pratiği de ortada, henüz daha somut herhangi bir şey yok. Fakat onun dışında Önder Apo'nun bir siyasi önder olarak, bu süreci yürüten bir önder olarak attığı adımların dışında, bize attırdığı adımların dışında hareket olarak ortada herhangi somut bir şey yoktur. Dolayısıyla bu da tabii ki süreci tıkatan bir rol oynuyor. Burada önemli olan şey Önder Apo'nun fiziken özgürlüğünün sağlanmasıdır. Bu anormal bir şey de değildir. Bu, eğer sorunu çözmek istiyorsak, elbette ki normal olarak yapılması gereken bir gerekliliktir” ifadelerini kullandı.  
 
‘Kürt sorunu hep inkar temelinde ele alındı’ 
 
Çiğdem Doğu, devlet ve iktidarın Abdullah Öcalan’a yaklaşımını eleştirerek, “Kürt sorunu hep inkar temelinde ele alındı, bütün cumhuriyet tarihi boyunca, işte yüzyıllık cumhuriyet tarihi boyunca Kürt inkar edildi. İnkar ve imhayla birlikte bir soykırım politikası uygulandı. Bugüne kadar da gelindi. İşte PKK niye ortaya çıktı? Neden insanlar silahı eline aldı, dağa çıktı, savaştı? Bu nedenden dolayı savaştı. Bu hepimizin bildiği bir gerçeklik. Fakat bu da inkar edildi. Dikkat edin, Kürt halkı inkar edilmişti. İşte PKK gerçekliği ortaya çıktı ve buna karşı bir mücadele yürüttü. Dikkat edelim, bu 52 yıllık savaş süreci de aslında bir savaş olarak hiçbir zaman tanımlanmadı. İşte teröristler, terörist savaşı, işte çatışmalar vesaire bazı tanımlanmalar kullanıldı ama bu savaşın kendisi bile aslında inkar edildi Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından ve işte bunun siyasi temsilcileri tarafından. Şimdi savaşı yürüten örgüt de, bunun önderliği de, bu da zaten terörize ediliyor, inkar ediliyor, küçümseniyor, aşağılanıyor. Değişik tanımlanmalar kullanılıyor ki bu bir halkın önderidir. İşte yeni bir sürece girileceğiz deniliyor. İşte Devlet Bahçeli'nin bir çağrısı var. Bu temelde mesela bir sürece girildiği söylendi. İşte Önder Apo da zaten buna gerçekten çok pozitif bir karşılık da verdi. Çok stratejik adımlar da bununla bağlantılı olarak attık. Şimdi burada şunu görüyoruz, çözüm olarak ilerleyen süreci de aslında bakıyoruz böyle örtük bırakmaya çalışan, aslında inkar eden, Önder Apo'nun aslında kimliğini de inkar eden, Önder Apo'nun siyasi bir rolü var tabii ki yani bu süreç içerisinde. Önder Apo bu süreçte siyasi rolünü oynamadan bu süreç ilerler mi, ilerlemez mi?” diye sordu.  
 
‘Muaviyeciliğin sonunun yarattığı sonucu biz kadınlar çok iyi biliyoruz’ 
 
Gelinen aşamada Türkiye’nin bir tanımlama getirmesi gerektiğinin altını çizen Çiğdem Doğu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Önder Apo olmadan PKK olarak biz kendimizi fesheder miydik? Attığımız bazı adımlar oldu. İşte Besê arkadaşın öncülüğünde 30 kişilik yoldaşlarımız gerilla gücümüz gidip bir eylem yaptılar, silahlarını yaktılar. Önder Apo olmadan bu yapılabilir miydi? Asla. Önder Apo'nun dışında hiçbir güç bunu yaptırmazdı. Türkiye halklarının bunu doğru anlaması lazım. Şimdi PKK niye kendini feshetti? Önderlik neden bunu söyledi? Neden stratejik anlamda silaha son verme kararı alındı? Neden? Türkiye'de demokratik cumhuriyetin gelişmesi için. Bu temelde böyle bir kararlaştırma ortaya çıktı. Bunun uğruna ortaya çıkan bir kararlaştırma süreci var ve bunu geliştiren kimdi? Önder Apo'ydu. Bundan sonraki gelişmesinin garantisini kim verebilir? Kim bunu garantili bir biçimde geliştirebilir? Önder Apo bunu yapabilir. Dolayısıyla öyle sıradanlaştırmak, Önder Apo'nun pozisyonunu normal bir şey gibi ele almak, gerçekten süreci tıkatan bir rol oynamak demektir. İşte Muaviyecilik tartışması var. Muaviyecilik bir de bu biçimde ortaya çıkıyor. Bu kabul edilmez. Bu Muaviyeciliğin sonunun yarattığı sonucun ne olduğunu Ortadoğu halkları olarak biz çok iyi biliyoruz. Biz kadınlar bunun sonucunun ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Dolayısıyla Önder Apo'nun Türkiye devleti tarafından, bir iktidar gücü var, AKP iktidarı var ve onlar tarafından tanımlanması gerekir. 
 
Önder Apo'nun fiziken özgür olması şart
 
Evet, siz gidiyorsunuz, Önder Apo'yla görüşüyorsunuz. Ya ne adına görüşüyorsunuz peki? Baş müzakerecimizdir, bizim hareketimizin baş müzakerecisi Önder Apo'dur. Ama öyle pragmatist yaklaşım, biz kandırırız, böyle bir yaklaşımla Önder Apo'ya gitmek, böyle yaklaşan insanların kendisini kandırması demektir. Ve bu kesinlikle devletin kendisine döner. Eğer böyle yapıyorlarsa, bu kesinlikle kendilerine dönecek bir realiteyi de ifade eder. Bunu iyi bilmeleri lazım. Bu anlamda Önder Apo'nun siyasi bir önder olarak rolünü oynayabilmesi için fiziken özgür olması şarttır. Biz bunu şart koyma anlamında söylemiyoruz. Bir sürecin ilerlemesinin bir gerekliliği olarak ifade ediyoruz. Bu anlamda da umut hakkı için sormuşsunuz. Evet, bunu Türkiye kendi içerisinde çözümleyebilmeli. Halklara gerçekten doğru bir biçimde anlatılırsa, Türkiye halkları bunu anlayacaktır. Yok efendim işte şehitlerin hassasiyetleri, şöyledir, böyledir, ikide bir bunu öne çıkartıyorlar. Bu da Muaviye tarzı olarak gelişiyor. Elbette bir savaş süreci yaşandı, karşılıklı kayıplar yaşandı ama işte bir demokratik cumhuriyet stratejisi temelinde biz bu süreci ele alacaksak, elbette ki geçmişin acılarını, geçmişin kayıplarını doğru bir yere oturtmamız lazım. Sürekli bir tarafın hassasiyetlerini sürekli ön plana çıkartıp diğerini ezmek, asla kabul edilemez bir gerçekliktir. Bunu sürekli ön plana çıkartıp da çözüm geliştirilmek istenen barış ve çözüm sürecini gölgelemek, baltalamak tabii ki çok büyük bir şeydir, tıkatmaktır. Çözümsüzlükte ısrar etmektir. Bu doğru değildir.  
 
Herkes Önder Apo gibi kafasını yoracak
 
Hep Kemalizm, Kemalizm denir. Mustafa Kemal işte Atatürk liderimizdir denir. Gerçekten Mustafa Kemal'in eleştirilmesi gereken yanları da var ki hareket olarak da değerlendiriyoruz, eleştiriyoruz ama nihayetinde bir halkın da lideridir. Mustafa Kemal'in gerçekliğine baktığımızda, işte Çanakkale Savaşı'nda karşı tarafta düşman olarak savaşan Anzak güçleri vardır. Ve bu Anzak güçleri de işte Çanakkale Savaşı'nda öldüklerinde onlara da Çanakkale şehitliğinde yer vermişlerdir. Düşmandır nihayetinde, karşılıklı savaşmışlardır ve bu karşılıklı savaş sonucunda işte Türkiye, Anadolu, Kürt halkları oradan da mesela kayıplar, şehadetler olmuştur, karşı taraftan da ölümler olmuştur. Şimdi burada Mustafa Kemal'in yaklaşımı nedir? Anzak şehitlerine, düşman da olsa ama nihayetinde bir süreç gelişmesiyle birlikte bir anlam veriyor, bir değer veriyor, bir yer veriyor. Hatta 25 Nisan sanırım, 25 Nisan etkinlikleri de var. Anzak şehitlerine atfen bir gün de yapılmış. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, önderidir Mustafa Kemal ve örnek alınacaksa niye bunu örnek almıyorsunuz siz? Sürekli bir kışkırtmaktır. İşte şehitlerimiz böyle, şehitlerimiz böyle. Evet, bu şehitlere gerçekten anlam verilmek isteniyorsa, o zaman demokratik cumhuriyetin kurulması için herkes elini taşın altına koyacak, herkes mücadele edecek, herkes kafa yoracak. Herkes Önder Apo gibi kafasını yoracak. Buna kendisini yatıracak. Ama işte bu konuda da Önder Apo ne kadar eli rahat olursa, ne kadar özgür olursa, ne kadar insanlara ulaşabilirse, bu sürecin sağlıklı bir biçimde gelişmesi, başarılı bir biçimde gelişmesi de sağlanabilir.”  
 
‘emokrasi yoksa barış gelişebilir mi?’ 
 
KJK Yürütme Konseyi Üyesi Çiğdem Doğu, Meclis Komisyonu’nun çalışmalarını da değerlendirerek, şunları kaydetti: “Aslında Önder Apo'ya ait bir öneridir. Kürt sorununun çözülmesi sorunu ciddi bir sorundur. Çözülmesi de ciddi bir konudur. Dolayısıyla işte şu partiyle, bu partiyle değil de bütün halkların temsilini bulduğu parlamento, Türkiye Büyük Millet Meclisi. Bütün bunların bir araya geldiği bir komisyon temelinde ele alınması, bir yol haritasının belirlenmesi, yapılması gereken esasta budur. Tekrar Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kuruluş yıllarına dönersek, orada da bir reel politik bir dönem var. Reelin dayatmış olduğu ihtiyaçlar temelinde ortaya çıkan bir ittifak var ve bu temelde atılan olumlu adımlar da var. Aynı süreç bu gün açısından da baktığımızda yaşanan bir süreç. Dolayısıyla böyle bir komisyonun bu anlamda oluşturulması olumlu bir adım oldu. Ama bu olumlu adım da ileriye bir adım atması gerekir. Şimdi bu komisyon, işte hassasiyet, şunun hassasiyeti, bunun hassasiyeti. Peki bu komisyonun görevi aynı zamanda bu hassasiyetleri gidermek değil midir? Türkiye toplumunu buna ikna etmek değil midir? Bunun toplumsal zeminini yaratmak, bunun barış ve çözüm süreçlerinin de bir sosyolojisi vardır, bir atmosferi, bir iklimi vardır. Her iklimde mesela barış gelişmez. Bu kadar sen milliyetçiliği körükle, bu kadar anti-demokratik uygulamalar yap. İşte bugün mesela CHP İstanbul il başkanlığına kayyum atandı. Gürsel Tekin'in 5 bin polisle birlikte il binasına girişi, orada yaşananlar, CHP'lilere karşı saldırı. Şimdi böyle bir iklimde böyle bir atmosferde, ne kadar barış ve çözüm gelişebilir? Demokrasi yoksa barış gelişebilir mi? Demokrasi yoksa çözüm olabilir mi? Olamaz.  
 
'Komisyon eğer insanları dinliyorsa, sadece dinlemekle yetinmeyecek'
 
Tabii ki bütün bunları komisyon çözecek anlamında söylemiyorum ama her şey birbirini etkiliyor. Komisyon, halklar birlikte nasıl yaşayacak, Türkiye ve Kürt halkları birlikte nasıl yaşayabilir? Bunun için ortaya çıkmış ön yargılar var. Her iki halktan da ya da her kesimden de verilen kayıplar var. Bu acıları nasıl bir çözüme kavuşturmak gerekiyor? Bunun için nasıl bir üslup, nasıl bir söylem geliştirmek gerekiyor? Bunun politikasını nasıl geliştirmek gerekiyor? Komisyonun bu konuda bir politikasının olması gerekir. Komisyon eğer insanları dinliyorsa, sadece dinlemekle yetinmeyecek. Dinliyorsun, o dinlediğini o zaman senin bir politikaya dönüştürmen gerekiyor. Yoksa orası ‘Güzin Abla’ kurumu değil, Meclis’e herkes gitsin derdini anlatsın, acılarını anlatsın… Eskiden bir Güzin Abla köşesi vardı, herkes derdini yazardı. Öyle bir şey değil ki, orası sorun çözme yeridir. Daha doğrusu çözmenin politikalarını oluşturma yeridir. Meclis bünyesinde oluşturulmuş. Sıradan bir kurum değil ki. Bu meclisin içerisinde seçilmiş olarak, halkların seçtiği insanlar gelmişler, bu mecliste konumlanmışlar. Her partiden de temsiliyet var. İYİ Parti dışında diğer partilerin temsilleri gelmişler, komisyonda yer alıyorlar. Ne yapacak bu komisyon? Çözüm politikası belirleyeceksin, yol haritası belirleyeceksin. Diyelim ki, şehit aileleri mi zorlanıyor? Burada nasıl bir çözüm üretelim? Analar mı zorlanıyor, nasıl bir çözüm üretelim? İşçiler mi zorlanıyor? Bu kadar ağır bir savaşın sonucunda korkunç bir yoksulluk, işsizlik gelişmiş. İşte işçiler açısından büyük bir sömürü ortaya çıkmış. Buraya nasıl bir çözüm üretelim? Savaşın sonuçlarını her açıdan ele alıp, bu konuda toplumsal kesimleri nasıl bu sürecin içine katabiliriz? Nasıl ikna edebiliriz? Bunun atmosferini nasıl geliştirelim? Bir kere buna kafasını yorması gerekiyor bu komisyonun.  
 
‘Önder Apo'nun gelip komisyonda, Meclis'te konuşması, bu çok daha aslında önemlidir’ 
 
Onun dışında da bu komisyon karar gücü değildir. Yasa çıkarıcı bir komisyon değildir ama yasa oluşturucu olabilir, yasa hazırlayıcı olabilir. Bu konuda sorunun çözümü açısından Önderliğimizin dediği demokratik entegrasyon yasaları var, özgürlük yasaları var. Bunları tartışırlar tabii ki meclistir. Bu insanlar bunları tartışabilir. Bunun için zaten Önderliğin yanına gitmeleri çok önemli. Yoksa laf olsun diye değil. Önder Apo'nun bu konuda gerçekten çok ciddi görüşleri ve önerileri var. Çok ciddi çözümlemeleri var. Kürt ve Türk halklarının birlikte yaşaması açısından gerçekten çok büyük bir birikimi var. Önderlik bu birikimini, bu siyasal perspektifini, bu komisyonla paylaşmalı tabii ki. Bir kere bir ön yargıyı kıracaktır. Meclisten işte herhalde bütün komisyon üyeleri gidemez ama temsilen bir grubun gitmesi yahut da Önder Apo'nun gelip komisyonda, Meclis'te konuşması, bu çok daha aslında önemlidir. Çok daha ön yargıları kırıcı bir şeydir. Devrimsel bir adım da olabilir. Bütün bu ön yargıları kırmak açısından, bir iklim ve atmosfer oluşturmak açısından gerçekten çok önemli bir şey olabilir. Önder Apo meclis komisyonunda konuşsun, görüşlerini ortaya koysun, çözüm perspektifini ortaya koysun. Böyle bir adımın atılması o ortak aklın, işte o kolektif aklın, işte demokratik cumhuriyet aklının oluşması açısından bu çok önemli bir adım olacaktır. O yüzden çok önemli. Yoksa öyle zorla gitsin, öyle değil. Bir minnet yapar gibi, asla… İşte o CHP'li bir komisyon üyesi demiş ya kırmızı çizgimizdir! Senin ne haddine kırmızı çizgi. Bunu söyleyen kişiye sormak isterim. Bu hükümetin senin partine karşı sergilediği bir tutum var, bu kadar anti-demokratik uygulamalar var. Peki senin kırmızı çizgin niye bunlara karşı değil? Niye bunlara karşı değil de bu kadar çözümü ortaya koyan, gerçekten demokratikleşme temelinde bir zemin yaratmak isteyen, bir perspektif ortaya koyan Önder Apo'ya kırmızı çizgi diyorsun da niye sen bu kadar yargının sana saldırdığı, bu kadar iktidarın sana saldırdığı bir şeyde niye kırmızı çizgini esas olarak orada ortaya koymuyorsun?” 
 
CHP değerlendirmesi 
 
CHP’ye yönelik baskıları değerlendiren Çiğdem Doğu, şöyle devam etti: “Geçen yıldan Esenyurt Belediyesi'yle bir darbe niteliğinde başlayan süreç, bugüne kadar geldi. İstanbul il başkanlığına kayyum atamaya kadar vardı. Şimdi bu öyle sıradan bir şey değil. Bu sadece CHP'ye yapılan bir şey de değil. Fakat işte cumhuriyetin kurucu partisi olarak ve yüzyıllık bir parti olarak CHP'ye yapılmasının tabii ki çok daha ağır bir gerçekliği de var. Bu aslında bütün Türkiye Cumhuriyeti'ne yapılmış bir hamledir. Geliştirilmek istenen bir çözüm süreci var. Şu anda yerinde duruyor. Öyle ilerleme, işte Erdoğan ‘nihai hedefe doğru yaklaşıyoruz’ falan diyor. Öyle değil, yerinde patinaj yapan bir durum var. Öyle bir yere ilerlediği yok sürecin. Dolayısıyla CHP'ye yapılan bu durumu da tabii ki asla kabul etmiyoruz ve ama CHP'nin içindeki böyle aklı başında, ihanete vardırmayan, iç ihanet unsurlar var. Onun dışında elbette ki demokratik kesimler açısından söylüyorum, bunların Kürt sorununun çözümü karşısında doğru yerde olması çok önemli. CHP gerçekten kendisini toparlamak istiyorsa ve bundan sonrası açısından sağlıklı ve güçlü bir biçimde yürümek istiyorsa, şüphesiz mesela Ortadoğu'da, Türkiye'de Kürtlerle nasıl yürünecek? Kürtlerle sorun nasıl çözülecek? Demokratik birlik, demokratik cumhuriyet perspektifiyle nasıl ittifak olunacak? Bütün bu konularda doğru bir politika belirlemeli, doğru bir yerde olmalı. Bunu yapabilirse evet, CHP de bu sürece gerçekten canı gönülden katılabiliyorsa, çözüm perspektifiyle, enerjisiyle, sahip olmuş olduğu birikimiyle, gücüyle ne kadar bu sürece doğru katılırsa, hem komisyon içerisinde hem de genel anlamda aslında bütün bu anti-demokratik saldırıların önünü alacak, boşa çıkartacak yaklaşım da böyle gelişecektir. Bunun garantisinin de bu olduğunu kesinlikle ortaya koymak gerekiyor. Bu vesileyle tabii ki bu saldırıları da kınadığımı belirtmek isterim yani. Hiçbir şekilde gerçekten kabul edilemez bir durumdur. Herhalde dünya tarihinde de görülmemiştir. Bir partinin il başkanına kayyum atanması, zaten belediye başkanlarına kayyum atanması da çok abes ve kabul edilmeyecek bir durumdur. Onu da geçtik artık ama il başkanlığına kadar bir partinin bu kadar iç işlerine karışılması, elbette bir siyasi tecavüzdür. Anti-demokratiktir, faşist bir uygulamadır. Bunu da tabii ki hiçbir biçimde kabul etmediğimizi ifade etmek isterim.” 
 
3 kilit kavram hatırlatıldı
 
Abdullah Öcalan’ın DEM Parti İmralı Heyeti ile 28 Ağustos’ta yaptığı görüşmede ortaya koyduğu 3 kilit kavramı yorumlayan Çiğdem Doğu, “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte ulus devletleşme sürecinin gelişmesi söz konusu. Bunun en ağır sürecini Türkiye halkları yaşadı, bunlar içerisinde de en ağırını Kürtler yaşadı. Şimdi dolayısıyla bir yüz yıl böyle geçti, bundan sonraki yüz yıl da böyle mi geçecek? Hep böyle mi olacak, bu bir kader midir? Bunu değiştirmek mümkün değil midir? Bu soruları soruyoruz. Mücadelemiz de bu sorulara karşı gelişen bir mücadele sürecidir. Şimdi tam da barış ve demokratik toplum dediğimiz gerçeklik, buna çare bulacak, bu klasik ulus devlet çizgisi, halkları inkar eden, farklılıkları inkar eden, bir devlet şekillenmesi olarak ortaya çıktı. Bu devlet şekillenmesi tabiî ki bir çizgi yarattı, bir şahsiyet, bir tipleme yarattı. Bu bir aile tipi yarattı, kadın tipi, erkek tipi yarattı. Halklar açısından kendini inkar temelinde bir tipleme yarattı. Gelmiş olduğumuz düzeyde, bu artık bir çürümeyi ifade ediyor. Nereye elini atsan, elinde kalıyor. Kadın erkek ilişkilerinden tutalım, bir ekonomi sorununa kadar, ekolojik sorunlara kadar… Bu bir cumhuriyet sorunudur, bu bir barış sorunudur. Barış sorunu derken, güncel anlamda ağırlaşan bir Kürt sorunu var, bu anlamda ifade ediyoruz. Bu barış aslında bütün toplumların bir biriyle barışını ifade ediyor. Demokratik toplum budur. Demokratik toplum aynı zamanda halkların kendi iradesinin tanınması, halk kimliklerini, kültürel kimliklerini, zenginliklerini inkar etmeden özgürce yaşayabilmeleri demektir. Buna göre bir birleriyle ilişkilenmeleri demektir. Buna göre devletle ilişkisini organize etmesi demektir. Sadece halkların bir biriyle ilişkisi değil, bir devlet gerçekliği var. Bu toplum, kendisini demokratikleşme temelinde kendini örgütlüyor, ifade ediyor, siyasal ve ekonomik hakları nedir, hukuksal anlamda nerede duruyor. Kadın açısından hangi haklara sahip? Bu konuda kendi içinde demokratik bir niteliğe kavuşması lazım. Kendini örgütlemesi lazım, demokratik toplum, kendini örgütleyen toplumdur, karar alabilen, kararlarda etkili olabilen, iradesini ortaya koyabilen bir toplumsal irade, demokratik toplum bunu ifade eder” dedi.  
 
‘Türkiye Cumhuriyeti'nin halklarla, kadınlarla barışma sorunu var’ 
 
Çiğdem Doğu, sözlerini şöyle devam etti: 
 
“Bu yüz yıl boyunca halklar ve devlet hep bir savaş halinde oldu. Türkiye her 10 yıl boyunca bir darbe sürecini yaşamıştır. Her darbe bir savaş süreci değil midir? Bugün CHP İstanbul il binası etrafında yaşananlar bir darbe değil midir? Aslında son 10 yılın her gününü bir darbe olarak yaşamadık mı? Bu savaş değil de nedir? Sadece Kürt halkı açısından söylemiyorum, en ağırını Kürt halkı yaşadı ama bir bütün Türkiye halkları bunu yaşadı. Kadınlar günlük olarak bir darbeyle karşı karşıyadır. Tecavüzüyle, cinayetiyle, şiddetiyle, aşağılanmasıyla, sömürüsüyle, cinselliğinin sömürülmesiyle çok ciddi bir darbe altındadır Türkiye’de. Türkiye Cumhuriyet devletinin halklarla, kadınlarla barışma sorunu var. Barış ve demokratik toplum deyince, böyle bir çerçeveden bakmamız gerekiyor. O zaman niye kilit olduğunu anlıyoruz. Kilit buradan başlıyor, Kürt sorununu çözen bir akıl gelişebilirse, bu ortak akıl Türkiye’de birçok şeyin de kapısını açacaktır. Oradaki o faşizm, sömürgeci akıl, üstenci dil, zihniyet, seni inkar eden, imha eden kültür eğer kırılırsa, bu kırılmanın sonucunda cumhuriyet demokratikleşirse, orada bir barış olur. Orada devlet ile demokratik toplum bir barış sürecine giriyor.  Bunun kendisi de demokratik entegrasyonun ifadesi oluyor. Demokratik entegrasyon bu anlamda demokratik toplumun kendini örgütlemesi, bilinçlenmesi, halkların bir arada yaşayan düzeye kavuşması, bu halkların devletle ilişkisini bir niteliğe kavuşturması, işte bu anayasadır. Anayasanın yeniden demokratik temelde yazılması, bu demokratik cumhuriyetin anayasasıdır. Anayasa yazılırken de devletin görevi ve işlevi nedir, sınırları nedir, demokratik toplum kimdir, nedir, işlevi ve sorumluluğu nedir? Bütün bunları ayrıştırmaktır, demokrasi budur.  
 
'Demokratik entegrasyon da demokratik cumhuriyete entegre olmaktır'
 
Demokratik entegrasyon Kürtlerle başlayarak, en fazla inkar edilen bir halk olarak, dışta tutulan bir halk olarak Kürtlerin demokratik temelde Türkiye Demokratik Cumhuriyet devletin entegre olması demek. Diğer halkların da kadınların da demokratik temelde bu devletle ilişkisi nasıl olacak? Kadınların demokratik toplum içindeki ilişki biçimi nasıl olacak. Genelde sözleşmeyle ifade ediyoruz, kadının toplumsal sözleşmesi diyoruz. Bu anlamda toplumla ilişkisi nasıl olacak? Toplumun içindeki ifadesini nasıl ortaya koymalı. Bunu hem halklar hem kadınlar açısından söylüyorum. Kendini toplumda ifade etmek, doğal bir entegrasyon oluyor. Devletle ilişkisi nasıl olacak, çelişkisi olunca bunu nasıl çözecek, bunun hukuki yapılanması nasıl olacak, anayasada kendini nasıl ifade edecek. Burada demokratik entegrasyon dediğimiz budur. Çokça söyleniyor ya onların deyimiyle teröristler var, dağdalar, silahlarını bırakacaklar, tek tek gelecekler, devlete entegre olacaklar. Böyle bir şey yok. Böyle bir entegrasyon durumu yok. Bunu herkesin çok iyi anlaması gerekiyor. Önder Apo’nun bahsettiği şey, demokratik entegrasyondur. Demokratik entegrasyon da demokratik cumhuriyete entegre olmaktır. Şuandaki Türkiye Cumhuriyeti’ne entegre olmak değildir. Demokratikleşmiş bir cumhuriyete, demokratikleşmeye başlayan, çözümün içine girmiş bir sürece demokratik temelde entegre olmaktır. Bizim mücadele ve çabamız budur. Önderlik diyor ya barış, demokratik toplum ve demokratik entegrasyon, üçü de bir birini tamamlayan, kilit rol oynayan kavramsallıklardır. Önder Apo gerçekten kafa yoruyor. Çözüm süreci nasıl gelişebilir, hangi kavramlar, hangi dil, hangi politika lazım. Nasıl bir yol haritası belirlemek gerekiyor, hangi adımları atmak gerekiyor? Önder Apo, bu noktada siyaset üreten bir kaynak konumundadır. O nedenle kavramlar setini hazırlayıp, halkların ve kadınların önüne koyan bir Önderlik gerçekliğinin özgür olmasının yaratacağı enerji ve katkı çok daha büyük olacaktır.  
 
Önder Apo, Türkiye halklarını ve devletini stratejik bir ittifak olarak tercih etti
 
Nasılsa yüz yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devletleşmesiyle birlikte başlayan süreci olmuşsa, bu süreç de böyledir. Farklı seçenekler var, stratejik ittifak yapılacak seçenekler de var. Ama Önder Apo, Türkiye halklarını ve devletini stratejik bir ittifak olarak tercih etti, bunun üzerinden politikasını yürütüyor. Bu temelde ortaya çıkacak bir demokratik cumhuriyet şekillenmesi, Ortadoğu’ya model olacak, klasik ulus devletlerin aşıldığı, demokratikleşen cumhuriyetler temelindedir ve sürecin başlatıcısı olacaktır. Bunun öncülüğünü de yapacaktır. Bu çok büyük bir şanstır, Ortadoğu’yu demokratikleşme, halkların sorunlarını çözme, bu kadar savaşla kan dökülüyor, bütün bunların bir çözüme kavuşması anlamında gerçekten çok büyük bir şanstır.  
 
Çok ciddi bir varlık sorunu var
 
Halkların kimlik sorunundan, Kürtlerin ağır kimlik probleminden bahsediyoruz. Bunlar çok ağır problemler ama kadın sorunu en eski sorun tabii ki. O nedenle üzerinde çokça düşünmeyi, çokça tartışmayı gerektiren bir konu ki özelde de Türkiye sınırları içerisinde baktığımızda da hem Türkiye, işte hem Bakurê Kürdistan hem de genel Kürt açısından ama Bakurê Kürdistan ve Türkiye açısından konuyu tartıştığımızda, yaşanan sorunların ağırlığına baktığımızda, Kürt sorununun çözümü açısından ve Türkiye halklarının da demokratikleşme sorununu çözmek açısından bir ortak akıl gerekir. Şimdi aynı akıl, aynı ortak akıl kadın hakları açısından da geçerli. Tabii ki böyle çok ayrıştırarak işte erkek aklı, kadın aklı, o anlamda değil şüphesiz. Fakat kadınların cins olarak yaşadığı çok ciddi problemler var. Varlık problemi çok ağır bir biçimde, fiziki olarak söylüyorum ki aynı zamanda tabii ki ruhsal anlamda da kadının kendi özgün kimliğini koruması, maneviyatını koruması, psikolojisi, sosyolojisi, nihayetinde kadının da kendine has özellikleri var. Hem bedensel hem ruhsal anlamda, düşünsel anlamda. Şimdi bunlar çok ciddi bir bitirilmeyi yaşıyor. Bu anlamda çok ciddi bir varlık sorunu var. Ontolojik sorun diyoruz biz buna. Belki böyle yabancı kelimeler gibi oluyor ama varlık sorunu. Şimdi, Türkiye'de özellikle de çokça söyledik ama çokça söyleyelim gerçekten. Savaşın bu kadar yüzyıl boyunca, bunun 52 yılı PKK ile birlikte gelişen bir savaş süreci ama aslında bütün bir yüzyıl boyunca hep bir savaş durumu yaşandı. Hep bir halklarla bir savaş durumu, çelişki durumu, diktatörlük, darbe... Bunların hepsi tabii ki erkek egemenliği olarak kadınlara çok büyük baskıları getirdi. Kadınların iradesini çok ezdi, bozdu.  
 
Eşit görünüyor olmak kadının özgürlük sorununa cevap olmuyor 
 
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda kadın hakları var, kadınlar da gidip işte okuyabilirler, çalışabilirler, çeşitli meslek sahibi olabilirler, bu konuda bir eşitlik var  Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda, medeni kanun deniliyor. İnsan bir bakıyor, şu anki bir tabloya bakıyoruz. sadece Ağustos ayında 26 kadın! Sadece Ağustos ayı ki gerçekten rakamlarla da ifade etmek istemiyorum. Bir kadın bile ölse çok büyük bir zulümdür. Rakamlarla da ifade etmek istemiyorum ama rakamlar da tabii ki çok şey anlatıyor. Bunu da söylemeden edemiyor insan. Dolayısıyla bu kadar büyük bir şey altında kadın yok oluşla karşı karşıya. Senin anayasan da böyle yazıyor ama pratikte her gün ölümle karşı karşıyasın sen. Bir de şeye bakıyoruz haberlerden bakıyoruz. Ölen kadınların kimliklerine bakalım. Profesörü var. Sporda da çok yetkinleşmiş öncü kadınlar var. Birinci olmuş kadınlar. Bilmem hangi meslekte yetkinleşmiş kadınlar var. İşçi kadınlar var. İşsiz kadınlar var. Kız çocukları zaten var. İşte evli kadınlar var. Evlenmemiş ama işte birlikte yaşayan genç kadınlar var. Öğrenci kadınlar var. Velhasıl var da var. Bir sürü kesimden, farklı farklı kesimden kadınlar var. Dolayısıyla demek ki şunu anlıyoruz. Eşit olmak kadının varlık sorununu çözmüyor. Eşit görünüyor olmak, anayasa açısından söylüyorum. Eşit görünüyor olmak, kadının özgürlük ve kimlik sorunlarına bir cevap teşkil etmiyor. Anlamsızdır demiyorum. Fakat esasta özgürlük sorununu çözmemişse, çözülmemişse, o zaman demek ki bunun anayasada olup olmamasının çok fazla bağlayıcı bir yanı yok. Nitekim bir yandan da şunu görüyoruz. Devlet bu kadar mesela kadınları katleden katilleri aynı zamanda koruyan bir devlettir. Bir de böyle bir gerçeklik var.  
 
Kadınlara karşı ciddi bir savaş yaşanıyor
 
Anayasada böyle yazar, bilmem çeşitli suçlar karşısında ceza şudur, budur der ama aynı zamanda bu katilleri koruyan da koruyup kollayan, hatta teşvik eden tabii ki aynı zamanda bu devlettir, erkek egemen devlet gerçekliğidir. Resmen aslında katletsin diye bırakılmışlar, serbest bırakılmışlar. Burada zaten teşvik görüyoruz. Çoğu kez teşvik, bazen görmezden gelme, bazen arka sırtını tutma, bazen özel örgütleme. Böyle çeşitli biçimlerde böyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu da bir savaş. Nihayetinde baktığımızda, toplamında baktığımızda, kadınlara karşı böyle çok ciddi bir savaşın yaşandığını görüyoruz. Savaş değerinde ve niteliğinde bir saldırı söz konusu, şiddet söz konusu. Dolayısıyla burada bizim kadınlar olarak buna da ‘Evet, bu da bir barış sorunudur’ dememiz gerekiyor. Kadın özgürlük sorunu, kadının işte eşitlik ve özgürlük mücadele konusu aynı zamanda bir barış konusu oluyor tabii ki. Bir işte çözüm konusu ve nihayetinde toplumun demokratikleşmesi konusu oluyor. Bu anlamda gerçekten çok önemli bir çalışma. Hem DEM Parti ve diğer kadın hareketlerinin de katılmış olduğu bazı çalışmalar var. İşte anayasa konusuyla alakalı olarak çalışma yürütüyorlar. Tabii bunun böyle çok teknik ele almamak gerekir. Anlamlı olmakla birlikte hem bir kesime sıkıştırmamak lazım. Bizce bu çalışmaların bütün Türkiye coğrafyasına yayılması lazım. Bütün Türkiye, sadece Kürtlerle sınırlı kalmamalı. Ya da işte diyelim ki işte Kürt sorununa demokratik yaklaşan bazı kesimlerle de sınırlı kalmamalı. Karadeniz'in en ücra köyüne kadar da gidilebilmeli. Ege'nin, Akdeniz'in, Orta Anadolu'nun gidilmemiş her yere gidilmeli. Ulaşılmamış her kadına, anamıza gidilmeli. Türkiyeli analarımıza, Türkiyeli kadınlara, genç kadınlara gidilmeli ve anlatılmalı. Orada kadının nasıl bir barışa ne kadar ihtiyacımız var, böyle bir inisiyatif de var, Barışa İhtiyacımız Var İnisiyatifi. Kadınlar gerçekten hukuk boyutuyla da, demokratik hukuk boyutuyla da kadın boyutuyla da çok iyi anlatabilirler. 
 
Kadın aklı ortaklaştıkça daha çözümleyici olur
 
Çünkü kadınlar bunu en ağır bir şekilde yaşıyorlar ve hissediyorlar. En ücra bir köydeki de bilmem işte İstanbul'daki de, Ankara'daki de, bilmem neredeki de hani bütün bunlar herkesin yaşadığı konular. Bunu o kadınların günlük yaşamında yaşadığı cins sorunları kapsamında da, bunu aynı zamanda halkların yaşamış olduğu işte kimlik sorunları kapsamında da, çatışmanın yaratmış olduğu işte acılar ve sonuçları kapsamında da ve bu çatışmalı sürece son vermek açısından ne yapabiliriz? İşte burada barışa ihtiyacımız var. Biz birlikte ne yapabiliriz? Burada kadının özgürleşmesine ihtiyaç var. Birlikte işte ortak akıl, birlikte ne yapabiliriz? Bunun için hem biz kadınlar arası nasıl bir sözleşme yapalım? Kendi demokratik toplumumuzu evet inşa ederek buna öncülük ederek, nasıl bir sözleşme yapalım? Bir de devletle ilişkimizi de biz bunu nasıl ifadelendirelim? İşte bu devlet de demokratikleşecek. Bu devlet kadınların iradesi, örgütlü iradesi katılmadan demokratikleşemez. Sorun sadece Kürt sorununun çözülmesi de değil. Sorun sadece diğer halklar değil. Sadece işte işçilerin ekonomik sorunları halloldu, demokratikleşti. Hayır. Bunun temel öznesi gerçekten kadınların örgütlü iradesinin bu sürece katılımıyla olacaktır. Sorun burada çözülecektir. Bu açıdan mesela kadınların o çalışması çok önemli. Daha da tartışmak lazım. Her yerde böyle formüllerle aramamamız gerekiyor. Şablonlarla bakmamak lazım. Gerçekten bu süreç bize has gelişen bir süreçtir. Kadın aklı ortaklaştıkça çok daha yaratıcı ve çözümleyici oluyor. Biz bunu kendi mücadele deneyimimizden de çok iyi biliyoruz. Kadının taşımış olduğu potansiyel gücünden de çok iyi biliyoruz. Bu nedenle ne kadar kendi özgün irademizle ve ortak aklımızla bu süreci örersek, barış, demokratik toplum ve demokratik entegrasyon süreci dediğimiz süreç de kadınlar boyutuyla daha da hızlandırılacaktır.  
 
Yakın süreci çok daha güçlü değerlendirmeye ve güçlü katılmaya çağırıyorum
 
Bugün en fazla odaklanan konu tabii ki Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü konusu çok önemli, sürecin gidişatı açısından. Tabii biz bunu sadece devletten bekleyelim, işte Avrupa Konseyi karar alsın, sadece başkalarından bekleyen olmayalım. Bu anlamda ben başta Kürt halkı olmak üzere konuya duyarlı olan bütün kesimleri hem Türkiyeli hem Ortadoğu ve hem de evrensel anlamda dostlarımız, enternasyonal dostlarımız, herkese çağrı yapmak istiyorum. Gerçekten özellikle de bu Eylül ayı içerisinde ki önemli kararların alınacağı bir süreç. Bu anlamda kendi gücümüzü ortaya koymak, söylemlerimizi ortaklaştırmak, Önder Apo'nun  fiziki özgürlüğü temelinde daha güçlü eylemler yapmak, daha güçlü gündemler yapmak, oluşturmak, kitlesel eylemler yapmak, özellikle de içinde olduğumuz ay içerisinde çok çok önemli. Böyle hem Avrupa'da eylemler yapılacak hem Rojava'da yapılan eylemler var. Hem Bakurê Kürdistan'da çok çok önemli. Özellikle de Bakurê Kürdistan'da, Türkiye'de bunun olması çok önemli. Bu anlamda böyle önümüzdeki süreci, yakın süreci çok daha güçlü değerlendirmeye ve güçlü katılmaya çağırıyorum.”