Süreçte görünmeyenler: Nöro-çeşitli kişilerin eşitlik mücadelesi
- 09:03 25 Kasım 2025
- Güncel
AMED - DEM Parti Engelliler Komisyonu Eş Sözcüsü Hatice Betül Çelebi, nöro-çeşitliliğin tarihsel tek tipleştirme pratikleriyle benzer bir sistem baskısına maruz bırakıldığını belirterek, eşit yurttaşlık için zihinsel dönüşümün ve yeni bir toplumsal sözleşmenin zorunlu olduğunu vurguladı.
Amed Büyükşehir Belediyesi Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Dairesi Başkanlığı, geçtiğimiz günlerde nöro-çeşitlilik perspektifini güçlendirmek ve eşit yurttaşlık hakkına dikkat çekmek amacıyla “Barış ve demokratik toplum sürecinde nöro-çeşitliler ve eşit yurttaşlık” başlıklı bir çalıştay düzenledi. Yoğun katılımla gerçekleşen çalıştayda “nöro-çeşitlilik, şiddet, toplumsal dışlanma ve barış perspektifleri” gibi başlıklar ele alındı.
DEM Parti Engelliler Komisyonu Eş Sözcüsü Hatice Betül Çelebi nöro-çeşitli kişilere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
‘Nöro-çeşitli kişiler ulus-devlet anlayışında yok sayılıyor’
Ulus-devlet mekanizmasının insanın bedeni ve zihin yapısına yönelik tek tipleştirme refleksi bulunduğunu ifade eden Hatice Betül Çelebi şunları söyledi: “‘Nöro-çeşitlilik’ kavramı, DEM Parti engellilik manifestosu ile bizim toplumsallaştırdığımız bir terminoloji. Down sendromlu, DEP ya da bu gruplar içerisinde yer alan çok farklı engelli bireylerin bir çatı olarak isimlendirilmiş; insana dair biricikliğin en görünür hâli. Özellikle ulus-devlet mekanizmasının militarist yapısı altında tek tipleştirilmeye çalışılan bazı toplumsal alanlar var. Kimlikler, inançlar, cinsiyet gibi unsurlar bunlardan yalnızca biri. Ancak insanın bedenine ve zihin yapısına yönelik bir tek tipleştirme hâli de söz konusu. Biliyoruz ki insan duyularıyla hayatı anlamlandıran bir canlı; dokunuyoruz, duyuyoruz, görüyoruz ve işitiyoruz. Tipik olanların beyinlerinde dışarıdan aldıkları uyaranları nörolojik olarak tipik bir işleme mekanizması bulunuyor. Ama her insan böyle değil. Toplumumuzda sesi, kokuyu, dokuyu, renkleri ve ışığı farklı işleyen zihin mekanizmaları var ve bu kişilerin iletişim kurma ve hayatı anlamlandırma biçimleri de bizlerden çok daha farklı. Biz bu arkadaşlarımızı genel bir çatı olarak ‘nöro-çeşitler’ başlığında topluyoruz.”
‘Bağlılıklarından dolayı her durumdan daha fazla etkileniyorlar’
Hatice Betül Çelebi, savaşın nöro-çeşitli kişilerin zihin dünyasında “ölümden daha ileri gelebilecek bir yıkım” anlamına geldiğini belirterek şöyle devam etti: “Yaptığımız çalışma çok önemli; Türkiye’de yerel düzeyde ilk kez gerçekleştirilen bir çalışma. Özellikle savaşın sonlandığı ve barış hayallerimizin çoğaldığı bu süreçte savaşın birçok insan üzerinde ne kadar yıkıcı etkileri olduğunu biliyoruz. Ancak nöro-çeşitli bireyler açısından durum çok daha ağır. Güven alanlarına, rutinlerine, sese, kokuya, tanıdık mekânlara, evlere ve birlikte yaşadıkları insanlara duydukları güçlü bağlılık nedeniyle savaş, onların zihin dünyasında çok daha büyük, hatta ölümden daha ileri bir yıkıma karşılık geliyor. Bu yüzden çalıştayımızın adı ‘Barış ve demokratik toplum sürecinde nöro-çeşitlilik ve eşit yurttaşlık’. Bu, meselenin yalnızca bir boyutu.”
‘Şiddet en çok nöro-çeşitli kişilerin olduğu alanlarda’
Toplumsal çeşitliliğe kapalı yapının nöro-çeşitli kişileri dışladığını kaydeden Hatice Betül Çelebi, “Savaşın ve şiddetin hayatımızın birçok alanına sirayet ettiğini biliyoruz. Savaş yalnızca silahla yürütülen fiziksel bir şey değil; şiddet hayatımızın her alanına girmiş durumda. Ve nöro-çeşitli gruplar, toplumsal şiddetin en yoğun yaşandığı, ağır hak ihlallerinin ortaya çıktığı alanlardan biri. Son olarak Manisa’da buna tanıklık ettik. Kaynaştırma öğrencisi olan nöro-çeşitli bir çocuğun okul müdürü tarafından merdivenlerden aşağı atılması, insan hakları literatüründe bir karşılığı olmayan bir ihlal. Elbette öfke yaratan bir pratik. Ancak akabinde velilerin yaptığı açıklamalar bundan da vahimdir. Bu durum, nöro-çeşitlere yönelik toplumsal reddin ve 100 yıllık Kürt mücadele tarihinde Kürtlere uygulanan reddin başka bir toplumsal grupla yeniden üretildiğinin en somut göstergelerinden biridir” sözlerini kullandı.
‘Toplumsal dönüşümün ilk adımı kabul’
Hatice Betül Çelebi, toplumsal değişim ve dönüşümün kaçınılmaz olduğunu, bunun ilk adımının “kabul” olduğunu vurgulayarak şöyle dedi: “Hayatın her alanında yeni bir toplumsal sözleşmeye, yeni bir dönüşüme ihtiyaç var. Bu çağrıyı yıllar önce DEM Parti engellilik manifestomuzda ve raporlarımızda açık bir şekilde yapmıştık. Değişim ve dönüşümün ilk adımı kabul olmalıdır; kendisinden farklı olanı kimlik, inanç, cinsiyet, tür ya da beden gerçekliği olarak normun dışında kalanları kabul etmek gerekiyor. En büyük sorun, bu kabulün olmaması. Reddin, maskelemenin, gizlemenin, inkârın önce ailede, ardından okulda ve oradan toplumun tamamına yayıldığı devasa bir kamusal alandan söz ediyoruz.”
Nefretin değişen biçimleri
Dışlamanın ve nefretin biçim değiştirse de aynı zihniyetten beslendiğini söyleyen Hatice Betül Çelebi son olarak şu ifadeleri kullandı: “Kişiler bugün Karadeniz’de fındık toplamaya gitmiş bir Kürt’e nasıl sebepsiz bir yere nefret duyuyorsa ve ona tokat atma ‘hakkını’ kendinde görüyorsa; okul müdürü de öğrenciyi merdivenlerden aşağı atabiliyor, veliler bunu savunabiliyor. Kürt'ün dilini kabul etmeyen bir hâkim anlayışı varsa; nörotipik olanların sessiz dünyalarını, sessiz iletişim kurma taleplerini reddeden, nöro-çeşitleri nörotipikleştirmeye çalışan bir eğitim sistemi de aynı zihniyetin ürünüdür. Kürde yüzyıllardır ‘Sen yoksun’ diyen anlayış, nöro-çeşitliliğe de ‘Sen yoksun, sen nörotipiksin’ diyor. Bu nedenle yalnızca bireysel ya da aile içinde verilen mücadeleyi değil, bütün alanlardaki kesişimsel ayrımcılıkları bir araya getiren ortak bir mücadeleyi büyütmek gerekiyor. İşin en önemli kısmı da budur.”









