‘Şiddetin nedeni birey değil, devlet politikası’

  • 09:03 3 Mayıs 2025
  • Güncel
 
ANKARA - EŞİK Platformu gönüllüsü Özgül Kaptan, iktidarın aile ve kadın politikalarını eleştirerek, kadına yönelik şiddetin bireysel sapkınlık değil, derinleşen eşitsizlik politikalarının bir sonucu olduğunu vurguladı: “Yasalar uygulanmıyor, eşitlik karşıtı söylemler yargıya da sirayet ediyor.”
 
Kadına yönelik şiddet, iktidarın önleyici yasaları uygulamamasıyla her geçen gün artıyor. Bu yılı aile yılı ilan eden iktidar, kadınların bedenini hedef alan, özel yaşamlarına müdahale edecek kararlar çıkarırken, kadınlara yönelik şiddeti artıran dili besliyor. Aile yılı kapsamında kadınlar çok boyutlu şiddetin yaşandığı evlerin içine hapsedilmek isteniyor.
 
Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) gönüllüsü Özgül Kaptan iktidarın çözüm üretmeyen, kadına yönelik şiddeti derinleştiren politikalarına dair değerlendirmede bulundu.
 
Kürtaj yasağından sezaryen yasağına kadar geldi
 
İktidarın başta kadınlar olmak üzere Türkiye’yi bir kaba zorla sıkıştırmak istediğini söyleyen Özgül Kaptan, “Kadınlar üzerinden hayal ettikleri Türkiye’yi de, gerçek yüzlerini kadın ve eşitlik politikaları konusunda yıllar önce göstermişlerdi. Kadın hareketi 2010 yılından beri bu gerçeğin farkında ve bu temelde mücadele ediyor. Yapılmak istenenleri görüyoruz. Kürtaj yasağından başlayıp sezaryen yasağına kadar geldik. ‘Çocuk doğurmayan makbul değil’ söyleminden şimdi de Sağlık Bakanlığı ağzıyla aile kavramını ortaya attılar. ‘Makbul aile’ kavramının onların deyimiyle ‘karı koca’ ve 3 çocuk olacağı söyleniyor. Çocuklarını kaybetmiş aileler ne olacak? Çocuk tercih etmeyenler erkek veya kadınlar ne olacak? Bütün bu aile kavramı içeresinde olan nüanslar silinmiş durumda. Böyle bir hayalin parçası olmayan milyonlar var. Taliban, Afganistan benzeri bir ülke hayaletiyle karşı karşıyayız” diye belirtti.
 
‘Kadını erkeğin sahipliğinde gören bir zihniyet var’
 
Kadın katliamlarının büyük bir kısmının boşanma ya da evlilik teklifini reddetme durumunda yaşandığını dile getiren Özgül Kaptan, bu katliamların zihniyetle bağlantılı olduğunu söyledi. Özgül Kaptan, “Boşanma ve kadın cinayetleri konusunda elimizde sağlıklı bir veri yok. Öldürme hakkını kendinde buluyorlar. Bu zihniyet, ‘beni nasıl reddedersin benim malımsın’ söylemiyle doğanın bir kanunu olarak gördükleri için bu kadar kolaylıkla gözden çıkarılabiliyor. Her zaman olmasa da uygulanan ağır cezalarda var. Buna rağmen o kadar rahatlar ki çünkü haklı olduklarına inanıyorlar. Yasada süre 6 ay olduğu halde kadınlar 15 günde bir uzaklaştırma kararını yenilemek zorunda kalıyor. Bunun sadece ideolojik bir nedeni var, erkeği neden evinden uzaklaştıralım diyorlar. Kadını erkeğin sahipliğinde gören bir kafa var. ‘Aileyi yıkmayalım, boşanmalar arttı’ noktasında güya tehlike görüyorlar” şeklinde konuştu.
 
‘Cezalandırma sistemi rehabilite edecek süreçten yoksun’
 
Şiddetin önlenememesinde asıl meselenin yasaların uygulanmaması olduğunu vurgulayan Özgül Kaptan, Sağlık Bakanı’nın söylemlerine şu sözlerle tepki gösterdi: “Medeni Kanun’da 2001 yılından beri eşler tanımı var. Çünkü Karı-Koca tanımlaması ayrımcı bir tanımlama.  Saçma sapan fikirlerle önümüze çıkan bir memurun bundan haberi yok. Ceza yasamız gayet güzel. Mesele, yasaların uygulanmamasıdır. Ağır ceza, şiddeti önlemede çözüm değil. Çünkü Türkiye’de cezalandırma sistemi bir rehabilitasyon sitemi değil, kadına yönelik taciz, tecavüzden dolayı cezaevine giren faillere toplumsal cinsiyet dersi verilmiyor. Toplumsal cinsiyet dersi okullardan bile silindi. Akademilerden silinmeye de çalışılıyor. Bu durumda rehabilite olamıyorlar. Bu adamların sorunu, bu zaten. Cezalandırma sistemi rehabilite edecek bir süreçte değil. Yoksa halk savunucuları olarak ağır cezayı niye isteyelim ki? Mesele ceza değil, önlenmiyor.  ‘Gösteri yaptı’, ‘bildiri okudu’ diye insanlar hapisteyken kadın katilleri, uyuşturucu ticareti yapanları affediyorlar.  Böyle bir yönetim sisteminin olduğu ülkede suçlular da nasıl olsa af çıkar diye düşünüyorlar.”
 
 ‘İstanbul Sözleşmesi iyi bir yol haritası’
 
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından 20 Mart 2021’de tek taraflı olarak feshedilen İstanbul Sözleşmesi’nin önemini vurgulayan Özgül Kaptan, sözleşmenin sosyal politikalardan, eşitlik fikrini oluşturmasına kadar bir yol haritası sunduğunu hatırlattı. Özgül Kaptan şu sözleri kullandı: “Anayasa’nın 190. Maddesi halen yürürlükte. İstanbul Sözleşmesi’ni isteyen uygulayabiliyor. Tek kişinin tek bir imzasıyla yaptığı bir kararname bile olmayan kararla bir insan hakları sözleşmesinden çıkılamaz. Hukuki süreci de devam ediyor. Sözleşme, sosyal politikalardan başlayıp eşitlik fikrini oluşturmasına kadar bir yol haritası sunuyor. Önleme dediğimiz kısmı önemli meseledir. 
 
‘Dokunma’ ve ‘uygula’ diyoruz 
 
Suç oluştuktan sonraki koruma önlemleri ayrı bir konu. O konuda da yasalar mükemmel. Sözleşmeye paralel olarak düşünülmüş yerel yasamız 6284’ün zaman içerisinde değişime uygun düzenlenmesi gerekecek tarafları olabilir. Ama 3 kadın öldürülürken, bu koşullarda yaşarken bu noktaya gelemiyoruz. Bunun için 5 yıldır biz, EŞİK olarak ‘dokunma, uygula’ diyoruz. Çünkü uygulamıyor. Şiddeti önlemek için en temel mesele bütçe. Kadın, koruma kararı aldığında, sığınakta 6 ay kalabiliyor. 6 ayda yeni bir hayat kurması için ne değişiyor, hiçbir şey. Tam tersine elindeki olanaklardan da oluyor. Aile, konut adamda kalıyor. Kadınlar şiddet, çok dehşet duruma gelmemişse sığınaklara gitmek istemiyor.” 
 
‘Gerçek bir hizmet yapılmıyor’
 
Kadınların yeni bir hayata başlayabilmesi  için bir bütçeye ihtiyacı olduğunu kaydeden Özgül Kaptan devamında şu ifadeleri kullandı:  “Bunun için bir işe ve çocuklarının geleceğini sağlamaya ihtiyacı var. Bulacağı iş, asgarinin üzerinde bile olmayacağına göre, bunları nasıl yapacak? Sonuç olarak kadınlar, şiddete boyun eğmeye ve evlerinden çıkmamaya meyilliler. Şiddet, sürekli tırmanan bir şeydir. Bir kere boyun eğdiğinde daha fazlası da gelir. Bu arkadaşlar, dini referanslarla, camilerde bir iki laf ederek, ‘vurmayın, günahtır’ diyerek bu meselenin önünü almaya çalışıyorlar. Bununla bir yere varılması mümkün değil. Gerçek bir önlem, gerçek bir bütçe ve sosyal hizmet uygulaması yapılmıyor.”
 
‘Toplum yeni bir tehditle karşı karşıya’
 
 Şiddeti önleyebilecek yasal bir alt yapının olduğunu dile getiren Özgül Kaptan, yasal yapının aksadığı yerde, bunu düzenleyecek kararların, Meclis’ten geçirilebileceğini ifade etti. Özgül Kaptan, “İnsan haklarına aykırı neleri geçirmediler ki. Bir tanesi daha geliyor. Bunları konuşamayacağız dahi. Sokağa çıktığımızda suçlu olacağız. Bütün toplum, yeni bir tehditle karşı karşıyadır. 2010’da kadın-erkek eşit değildir. ‘Fıtrata aykırı kreş eken, huzurevi  biçer’ demişti zamanın başbakanı. Bu anlayış, tek adam yönetimi söz konusu olduğunda ayyuka çıktı. Bakanlığın ismi, birçok kez değiştirildi. İçi boşaltılıp bir sosyal yardım bakanlığına dönüştürüldü” dedi. 
 
İktidarına aile politikalarına değinen Özgül Kaptan, “ ‘Aile kutsaldır’ dediğinizde, boşanmak isteyen şiddete dayanamayan kadınlar öldürülüyor. Çünkü ‘aile kutsaldır’ diyorsun. Kimse ‘aile önemli değildir’ demiyor. Bu durumla ilgili mesele yok. Mesele eşitlikçi aile. Medeni Kanun, eşitlikçi aile üzerine kurulmuş. Yarım yamalak ta olsa, laik toplum düzeni içinde kadın haklarının eşitçe uygulandığı bir sistem içerisinde yaşıyorduk. Şimdi de dayak yesen de ‘itaat edeceksin, yuvanı bozma’ deniyor. Bu  söylem, yeni değil, bin yıllık bir meseledir. Bunun üzerine bir sosyal politika kurmak, olası faillere, ‘dert etme git, öldürebilirsin’ demektir. Mesele zihniyet meselesidir. Bu, çok yönlü estirilen eşitlik karşıtı politikalar. Bu söylemler, devam ettikçe şiddet, sıfırlanmaz. Başka bir politik düzleme geçtikçe cinayetler sıfırlanmayacak. Çok daha fazla çalışmak gerekiyor. Toplumsal dönüşüm gerektiriyor. Ama günde 3 cinayet yaşanmayacak” diye belirtti. 
 
‘Anayasayı takmıyorlar’
 
Yasaların etkin bir şekilde uygulandığı takdirde, Meclis’te komisyon kurulmasına da gerek kalmayacağına işaret eden Özgül Kaptan, yasalar uygulanmıyorken, Meclis’te komisyonun kurulmasını “şov” olarak değerlendirdi. Özgül Kaptan, “Toplumsal cinsiyet eşitliği meselesi, ülkenin en önemli meselesidir. Bütün toplum, bunu fark etmezse gideceğimiz bir yer yok. Toplum, cinayetlere karşı çıkıyor. EŞİK olarak, ‘en marjinal kim’ kampanyası yapmıştık. Toplumun çok başka yerde olduğu ve toplumun dönüşmek istediğine dair veri var elimizde. Yeter ki rahat bıraksınlar. Böylesi bir iklim olduğunda  barış, karşılıklı sevgi ve ailede eşitlik egemen olduğunda, cinayetler azalacaktır. Yasalar, işin bir kısmı. Esas olan önleme kısmıdır. İnsanların önünde seçenek olması lazım. Failin de önünde bir seçenek olması lazım. Başka türlü düşünülebilmesi lazım. Ama başka türlü düşünemiyor. Çünkü elinden oyuncağı alınmış canavarlara dönüşüyor. ‘Yasalara dokunma, uygula’ demekten başka çaremiz yok” sözlerine yer verdi. 
 
‘Kadın-erkek eşitliği karşıtı bir rüzgâr esiyor’
 
Eşitlik karşıtı zihniyetlerin beslendiğine dikkat çeken Özgül Kaptan, suçluların yargılanmasında da bu anlayışların belirleyici rol oynadığını ifade etti. Özgül Kaptan, “Dünyada kadın erkek eşitliği karşıtı bir rüzgar esiyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve LGBTİ’ilere karşı negatif bir rüzgar esiyor. Eşitlik karşıtı iklimde önleme odaklı düşünemiyorlar. Hiçbir toplumsal durum,  sadece cezalandırılarak çözülemez. Eşitlik karşıtı fikriyat beslendikçe, her gün ‘aile önemlidir, başka hiçbir şeyin önemli yok’ dendikçe, boşanmaya karar veren bir kadın kolaylıkla  suçlu ilan edilir. Yargılarken bile bu zihniyet öne geçebiliyor. Geldiğimiz noktada örgütlü mücadele neredeyse tek yol. Kadınlar, bireysel olarak da mücadele ediyorlar.  Kadın, evin işinde şiddete boyun eğmeden yaşamaya devam ediyor. Çok sessiz bir şey var. Milyonlarca kadın, bir araya gelerek, aynı anda haykırmıyor, ama aynı şey haykırılıyor. Şiddet, onur kırıcı bir şey” dedi. 
 
‘Örgütlenmek şart’
 
Erk  zihniyete sahip erkeğin, kadına uyguladığı şiddeti, bireysel değil, sistemsel ve ideolojik bir meseleden geldiğini paylaşan Özgül Kaptan, şöyle konuştu: “Kadın hareketlerinin, mücadelesinin bu kadar sağlam bir şekilde devam ediyor olması, hak, eşitlik ve özgürlük zemininde bir siyasete dönüştürme başarısı göstermiş olmalarından kaynaklıdır. Örgütlenmek şart. Örgütlenmenin de biraz daha yaygın gruplar halinde olması lazım. Bir araya gelebilen her kadın kendi çapında mücadele ediyor. Kadınlar zorunlu bir dayanışma halkası içinde giderek büyüyecek. Bu, tek yoldur. Kadına yönelik şiddet ve çeşitli düzeylerde yaşadığımız eşitsizliğe bağlı ikincil konumlar, hak  gaspları, iş yerinde görülen sorunlar, bireysel meseleler değildir. Ataerkil zihniyete sahip erkeğin, kadına uyguladığı şiddet, bireysel değil, sistemsel ve ideolojik bir şiddettir. 
 
Meseleye çok boyutlu bir sistem üzerinden bakmak lazım. Mücadele içindeki kadınlar, bu nosyonu gözden ırak tutabiliyor. Ahmet Bunguzi cinayetinden sonra neredeyse kadınlar da, çok haklarından vazgeçmiş gibi konuşuyor. Ağır ceza hiçbir sorunun çözümü değildir. Sokak çetelerini, bu yolla engelleyemezsiniz. Milyonlarca çocuğun geleceği karartılacak. Bu adamlar zaten çocukluğu bitirmeye çalışıyor. ‘9 yaşındaki kızlar, 12 yaşındaki erkek çocuklar evlenebilir’ diyorlar. Bu Diyanet’in resmi sitesinde yazıyordu bir zamanlar. Bu zihniyeti besleyecek bir yaklaşıma savrulmamamız gerekiyor. Bu meseleler, bireysel değil, hak ve evrensel hukuk çizgisinden ayrılamayız. Ceza üzerinden bir mücadele düşünmeyelim.”