Üç katliam, tek konsept: Kadın öncülüğünü tasfiye planı

  • 09:02 31 Aralık 2025
  • Güncel
 
Dilan Babat 
 
HABER MERKEZİ – Silopi’den Paris’e, 2013’ten 2024’e uzanan kadın katliamları; Kürt kadın özgürlük çizgisini, demokratik modernite paradigmasını ve toplumun örgütlü yapısını hedef alan sistematik bir devlet ve ulus-devlet konseptinin sürekliliğini ortaya koyuyor.
 
Seve Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar’ın Silopi’de 4 Ocak 2016’da katledilmeleri; ardından 9 Ocak 2013’te Paris’te Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in MİT bağlantılı bir operasyonla katledilmesi ve son olarak 2024’te Evin Goyi’nin hedef alınarak katledilmesi… Bu üç tarih farklı coğrafyalarda, farklı dönemlerde yaşansa da birbirine bağlanan ortak bir strateji çiziyor. Kürt kadın özgürlük çizgisinin taşıyıcılarını, kurucu kadrolarını ve toplumsal dönüşüm gücünü hedef alan sistematik bir politik konsepti.
 
Bu katliamlar tesadüf değil; tersine, devlet aklının, ulus-devletin militarist kodlarının, bölgesel güç denkleminde Kürt kadınların yarattığı demokratik ve özgürleşmeci etkiden duyulan varoluşsal korkunun sonucudur.
 
Kadın öncülüğünü bastırma konsepti
 
2015-2016 öz yönetim sürecinin en karanlık sayfalarından biri Silopî’de yaşandı. Seve Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar, yalnızca DBP yöneticisi ya da TJA bileşeni değillerdi; onlar, yerel demokrasi modelinin kadın öncülüğünü örgütleyen isimlerdi. Bu nedenle katledilmeleri, sıradan bir “ölüm” değil, kentlerde yükselen demokratik özyönetim fikrinin kadın ayağını hedef alan siyasi bir tasfiye operasyonuydu. 
 
Silopî’de kadınlar; mahalle meclislerinden genç kadın örgütlenmesine, yerel savunmadan sosyal dayanışma ağlarına kadar uzanan geniş bir alanı örgütlüyordu. Bu nedenle devlet, çatışmanın askeri kanadının ötesinde, toplumsal örgütlenmeyi ayakta tutan kadın koordinasyonunu kırmayı stratejik hedef haline getirdi. Cenazelere günlerce ulaşılmaması, bedenlerin teşhir edilmesi, ambulansların engellenmesi… Bunlar yalnızca “güvenlik politikası hatası” değildi. Bu, kadına gözdağı verme ve “örgütlü kadın iradesi yok edilebilir” mesajı taşıyan bir şiddet performansıydı.
 
İdeolojik imha 
 
9 Ocak 2013’te Paris’te Sakine Cansız’ın katledilmesi, hem Türkiye hem Avrupa istihbarat aygıtları açısından kapsamlı bir operasyondu. Sakine Cansız, Kürt kadın özgürlük ideolojisinin kurucu ismiydi, Sakine Cansız’ı katletmek isteyenler, bir halkın tarihsel hafızasını kesmek istedi. Fidan Doğan Paris’teki diplomatik ilişkilerin, uluslararası kamuoyunun ve Kürt siyasal mücadelesinin Avrupa zemininin en aktif isimlerinden biriydi. Onun hedef alınması, Avrupa ile Kürt özgürlük hareketi arasındaki diplomatik köprülerin kesilmesiydi. Leyla Şaylemez, genç kadın örgütlenmesini temsil eden bir figürdü. Dolayısıyla katliam, yalnızca geçmişi değil geleceği de hedef almış oldu. Bu saldırı, klasik bir “siyasi katliam” değil; kadın öncülüğüne, kadın hafızasına ve kadın örgütlülüğüne yönelmiş uluslararası düzeyde planlanmış bir ideolojik bir imha olarak önümüze çıkıyor. 
 
Üç stratejik kaygı 
 
Bu katliamların tümünde tekrar eden üç stratejik kaygı var. Birincisi; kadın özgürlük çizgisinin yayılmasını engelleme, ikincisi; demokratik modernite fikrinin taşıyıcılarını yok etme ki Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği demokratik ulus kadın özgürlüğü ekoloji eksenli model, bölgede ulus devlet formu için tehdit olarak görülüyor ki bu kadınlar; paradigmanın hem teorik hem pratik öncüsü oldukları için hedef haline geldi. Üçüncü ise; toplum örgütlenmesini bel kemiğini kırma. Kürt özgürlük mücadelesinde kadın, yalnızca “katılımcı” değil kurucu özne. Bu nedenle kadın öncülüğüne yapılan her saldırı, aynı zamanda toplumun örgütlü yapısına yapılmış bir saldırı olarak da önümüze çıkıyor.  
 
Bir zincirin halkaları 
 
Bu katliamlar bir zincirin halkalarını oluştururken, bu üç dönemin ortaklığı şudur; Silopî yerel-demokratik öz yönetimi taşıyan kadınları yok etme, Paris, hareketin tarihsel diplomatlarını ve kurucu kadrolarını hedef alma, Evin Goyi’nin katledilmesi ise demokratik modernitenin sahadaki öncülerini yok etmek. Bu katliamlar, yalnızca bireylere yönelik değil; kadın özgürlük çizgisinin toplumsal dönüşüm potansiyeline yönelik stratejik saldırılardır. Katledilen her kadın; özsavunma, diplomasi, gençlik örgütlenmesi, yerel demokrasi ve toplumsal hafıza çalışmalarının taşıyıcı figürüydü. Dolayısıyla bu saldırılar, tek tek hayatlara değil: bir toplumun özgürlük projesine, kadınların kurucu iradesine, demokratik modernite fikrine yöneldi.