Anayasa yazdı, devlet unuttu
- 09:02 11 Kasım 2025
- Güncel
Rojda Aydın
HABER MERKEZİ - Türkiye’de kadınlara yönelik şiddet her geçen gün artarken, yasalar kâğıt üzerinde kalmaya devam ediyor. Anayasa’dan Ceza Kanunu’na kadar pek çok madde, kadınları koruma iddiası taşısa da, her gün yeni bir kadın katliamı haberiyle güne uyanıyoruz. Kadın örgütleri “Yasa değil, irade eksik” diyor.
Türkiye’de kadınlar her gün bir yasa maddesinin değil, bir erkeğin hedefi olarak katlediliyor. Devletin “koruma” vaadi kâğıt üstünde kalırken, adalet sistemi failleri ödüllendiriyor. Bir yanda kadınları korumayı vaat eden yasalar, diğer yanda o yasaların uygulanmadığı mahkeme salonları… Kadınlar, devletin gölgesinde katledilirken, her madde bir kez daha boşa düşüyor.
Anayasa’da yazan eşitlik, yaşamda yok
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası kadın haklarının temelini oluşturduğunu söylüyor. Söz konusu Madde 10 da, kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğunu, devletin bu eşitliği sağlamakla yükümlü olduğunu söylüyor. Madde 17 de, kimsenin eziyet ve şiddete maruz bırakılamayacağını açıkça belirtiyor. Madde 41 ise devlete “anne ve çocukları koruma” sorumluluğu yüklüyor.
2024’de 358 kadın katledildi
Ancak günümüze baktığımızda bu maddelerin sadece “kâğıt üstünde kaldığı” görülebiliyor. Bununla birlikte eşitliğin Anayasa’da var olduğunu ama yaşamda olmadığı çok net görülüyor. Kadınlar katledilip ve şiddete maruz kalırken, devlet adeta izleyici durumda. Ancak günümüze baktığımızda bu maddelerin yalnızca “kâğıt üstünde kaldığı” açıkça görülüyor. Türkiye’de her yıl yüzlerce kadın, anayasanın tanıdığı “yaşama hakkı” elinden alınarak katlediliyor. Ajansımızın derlediği şiddet çetelesine göre, 2024’te 358 kadın ve 43 çocuk katledildi, 221 kadın ve 31 çocuk şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. Bu kadınların büyük kısmı, daha önce defalarca kez şiddet gördüğünü bildirmesine, hatta koruma talebinde bulunmasına rağmen korunamadı.
Emine Bulut davası
Bu duruma en çarpıcı örneklerden biri Emine Bulut davası oldu. 2019’da, eski eşi tarafından kızının gözleri önünde katledilen Emine Bulut, katledilmeden önce “ölmek istemiyorum” sözleriyle hafızalara kazındı. Emine Bulut’un defalarca tehdit edilmesine rağmen etkin koruma tedbirlerinin uygulanmadığı ortaya çıkmıştı. Aradan yıllar geçmesine rağmen, benzer olaylar sürüyor.
Yine 2024 yılında Hatay’da Ayşe Tuba Arslan, Aydın’da Melek İpek, İstanbul’da Merve Kılıç gibi çok sayıda kadın, daha önce defalarca şikâyette bulunmalarına rağmen, uzaklaştırma kararlarının uygulanmaması nedeniyle hayatını kaybetti. Kadın örgütleri bu durumun “devletin koruma yükümlülüğünün fiilen yerine getirilmediğini” gösterdiğini vurguluyor.
Kadın hareketleri, “Anayasa’nın kadınlara tanıdığı eşitlik ve yaşam hakkı sadece metinlerde değil, adliyelerde, karakollarda ve sokakta da yaşamalı” diyerek, devletin pasif tutumuna tepki gösteriyor.
6284 Sayılı Kanun: Kâğıttaki koruma hayat kurtarmıyor
2012’de yürürlüğe giren 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu, kadınları şiddetten korumayı amaçlıyordu. Yasa, şiddete uğrayan kadınlara, uzaklaştırma kararı, barınma hakkı, maddi destek ve kimlik değişikliği gibi birçok olanaklar sunuyordu. Ancak bu haklar çoğu zaman kâğıt üstünde kalıyor; çünkü uygulamada kadınlar ya koruma kararına rağmen katlediliyor ya da yardım mekanizmalarına erişemiyor. Devlet kadınlara karşı bu kanunu uygulamazken, kadınlar adeta şiddetin olduğu bir kadere mahkûm edilmek isteniyor.
10 ayda 245 kadın katledildi
Yine JINNEWS’in şiddet çetelesine göre, 2025 yılının ilk 10 ayında, 245 kadın erkekler tarafından katledildi, 174 kadın ise şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Bu tablo, yasanın uygulanmadığı her durumda bir kadının hayatına mal olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Asıl eksiklik siyasi iradede
Örneğin Eskişehir’de Ayşe Tuba Arslan, defalarca uzaklaştırma kararı aldırmasına rağmen boşandığı erkek tarafından saldırıya uğradı ve katledildi. Ayşe Tuba Arslan’ın katledilmesinden sonra ortaya çıkan dilekçeleri, “öldürülmek istemiyorum” diyerek yaptığı onlarca başvurunun cevapsız kaldığını gösterdi. Benzer şekilde 2023 yılında İstanbul’da Nurcan Güneş, hakkında uzaklaştırma kararı bulunan erkek tarafından katledildi.
Kadın örgütleri, bu olayların “yasaların uygulanmadığı sürece hiçbir koruma tedbirinin gerçek anlamda işlemediğini” gösterdiğini belirtiyor. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın 2024 değerlendirme raporunda şu ifadeler yer alıyor; “Kadınlar koruma kararlarını alıyor ama kararlar çoğu zaman kâğıt üzerinde kalıyor. Polis, savcı ve hâkimlerin 6284’ü uygulama iradesi göstermemesi kadınları yeniden şiddet ortamına itiyor.”
Tüm bu örnekler, 6284’ün varlığının tek başına yeterli olmadığını; asıl eksikliğin uygulamada ve siyasi iradede olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Türk Ceza Kanunu: Failler dışarıda
Türk Ceza Kanunu (TCK), kadınlara yönelik suçlarda ağır cezalar öngörülüyor. Madde 82’de, kadın katliamlarında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası getiriyor. Madde 86-87 de, yaralama suçlarında cezayı artırıyor. Madde 102-105 ise cinsel saldırı ve tacizi düzenliyor.
Ancak gerçek hayatta tablo farklı. Kadınları katleden faillerin büyük bölümü, “haksız tahrik” ya da “iyi hâl indirimi” gerekçesiyle ceza indirimi alıyor. Mahkeme salonlarında bu indirimler neredeyse otomatik hale gelirken, kravat takmak, duruşmada “pişmanım” demek bile cezayı düşürmeye yetiyor.
Pınar Gültekin ve Şule Çet davası
Örneğin, Pınar Gültekin davasında fail Cemal Metin Avcı, Pınar Gültekin’i katletmesine rağmen “haksız tahrik” indirimiyle ağırlaştırılmış müebbet cezası 23 yıla düşürüldü. Benzer şekilde, Şule Çet davasında failin cezası “iyi hâl” indirimiyle azaltıldı. Bu tür kararlar, kamuoyunda büyük tepki yaratırken, kadın örgütleri yargıya “adalet değil, bahane üretiyorsunuz” eleştirisini yöneltiyor.
Bir başka örnek 2023 yılında İzmir’de Rabia Nazlı Öztürk’ün boşandığı erkek tarafından katledilmesi davası. Fail, mahkemede “pişmanım” dediği için cezasında indirim aldı. Kadın örgütleri, bu tür kararların “katillere açık bir teşvik” anlamına geldiğini vurguluyor. Kadın hareketleri, “Kravat indirimi değil, yaşam hakkı” diyerek mahkemelere çağrıda bulunuyor. Çünkü yargı, her iyi hâl kararında bir kadın daha kaybediliyor.
Medeni Kanun: Eşitlik hükmü patriyarkanın gölgesinde
Medeni Kanun, kadın ve erkeğin evlilikte ve aile yaşamında eşit olduğunu söylüyor. Kadın, evlilikte kendi soyadını kullanabiliyor, çalışma hakkına sahip ve boşanma halinde edinilmiş mallardan eşit pay alabiliyor. Ancak pratikte kadınlar hâlâ ekonomik bağımlılıkla, nafaka mücadelesiyle, velayet savaşlarıyla karşı karşıya. Kadınların hukuki hakları olmasına rağmen erken egemen bu hakları uygulamıyor. Medeni Kanun, kadın ve erkeğin evlilikte ve aile yaşamında eşit olduğunu açıkça belirtir. Kadın, evlilikte kendi soyadını kullanabilir, çalışma hakkına sahiptir ve boşanma halinde edinilmiş mallardan eşit pay alabilir. Ancak bu yasalar, tıpkı diğerleri gibi çoğu zaman “kâğıt üstünde” kalıyor.
Kadınlar hâlâ ekonomik bağımlılık, nafaka mücadelesi ve velayet savaşlarıyla yaşamlarını sürdürüyor. Kadınların büyük bölümü, çocuklarının velayeti üzerinden baskı altına alındı ya da “nafaka yükü” tartışmalarının hedefi haline getirildi. Son dönemde, Medeni Kanun’un kadınlara tanıdığı nafaka hakkı ve eşit mal paylaşımı hükümleri, çeşitli siyasi çevreler tarafından açıkça hedef alındı. “Süresiz nafaka kaldırılmalı” ve “aile birliğini koruma” söylemleriyle yürütülen bu tartışmalar, kadın örgütleri tarafından kadınların kazanılmış haklarına doğrudan saldırı olarak değerlendiriliyor.
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın daha önce yaptığı bir açıklamasında, “Nafaka hakkına saldırı, kadının boşandıktan sonra da erkeğe bağımlı kalmasını isteyen zihniyetin ürünüdür. Medeni Kanun’un eşitlik ilkesi her geçen gün patriyarkanın baskısıyla aşındırılıyor” ifadelerine yer verildi.
Soyadı kararı mücadelesi
Ayrıca, kadınların kendi soyadlarını kullanabilme hakkı dahi yıllar süren yargı mücadeleleriyle elde edilebildi. 2023 yılında Anayasa Mahkemesi, kadınların evlendikten sonra yalnızca kendi soyadlarını kullanabilmelerine izin veren kararı resmi olarak açıkladı. Ancak bu bile, Türkiye’de hâlâ “kadının kimliği” üzerindeki erkek vesayetinin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.
Kadın örgütleri, “Medeni Kanun’un eşitlik hükmü var, ama patriyarka hâlâ yürürlükte” diyerek, devletin sadece yasaları değil, toplumsal zihniyeti de dönüştürme sorumluluğuna dikkat çekiyor.
Uluslararası sözleşmelerden çekilmek kadınları savunmasız bıraktı
Türkiye, 1985’te imzaladığı “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)” ile kadınlara karşı ayrımcılığın kaldırılmasını taahhüt etti. Ancak 2021’de Cumhurbaşkanlığı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, kadın hareketi açısından bir kırılma noktası oldu. Kadınlar, bu kararın şiddeti meşrulaştırdığını, devlet kurumlarının caydırıcılığını azalttığını ve erkek şiddetine karşı koruma mekanizmalarını zayıflattığını vurguladı.
“İstanbul Sözleşmesi yaşatır” diyen kadınlar, “çekilme kararıyla devlet kadınları ölüme terk etti” diyerek tepki gösterdi.
Uluslararası sözleşmelerden çekilmek kadınları savunmasız bıraktı
“İstanbul Sözleşmesi yaşatır” sloganı, o tarihten bu yana kadın mücadelesinin en güçlü ifadesi haline geldi. Kadın örgütleri, çekilme kararına karşı hem sokakta hem yargıda direniş gösterdi ve hala da direnmeye devam ediyor. 2021–2024 yılları arasında Danıştay’a ve Anayasa Mahkemesi’ne yapılan itiraz başvurularında, çekilmenin Meclis onayı olmadan gerçekleştirilemeyeceği savunuldu. Danıştay’ın ret kararına rağmen, kadın örgütleri bu süreci AİHM’e taşımaya hazırlanıyor.
Her yıl 1 Temmuz’da, Türkiye’nin sözleşmeden fiilen çekildiği günün yıldönümünde, İstanbul’dan Amed’e, İzmir’den Wan’a kadar onlarca ilde kadınlar meydanlara çıkarak eylemler gerçekleştiriyor. 2024’te İstanbul Kadıköy’de yapılan eylemde binlerce kadın, “Bir gecede değil, bir ömür boyu mücadeleyle kazanıldı!” pankartlarıyla yürüdü. Polis saldırısına rağmen, kadınlar bu eylemleri “yaşam hakkı”nın savunusu olarak sürdürüyor.
Kadın hareketi bugün hâlâ aynı talebi yineleyerek, “Sözleşmeden çekilenler değil, sözleşmeyi uygulatmak için direnen kadınlar bu ülkenin hukukunu savunuyor” mesajını veriyor.
Çalışma hayatında da eşitsizlik sürüyor
4857 Sayılı İş Kanunu, kadınlara doğum izni, süt izni, gece çalışması yasağı ve “eşit işe eşit ücret” hakkı tanıyor. Ancak bu yasal güvencelere rağmen kadınlar hâlâ işyerlerinde cinsel taciz, mobbing, düşük ücret ve güvencesizlikle mücadele ediyor. Kadın istihdam oranı özellikle son beş yılda düşerken, kayıt dışı ve güvencesiz çalışma yaygınlaştı.
TÜİK’in 2024 verilerine göre, Türkiye’de kadın istihdam oranı yalnızca yüzde 32,5 iken erkekler ise yüzde 66,9 düzeyinde. Kadınların yaklaşık yüzde 38’i kayıt dışı çalışıyor ve her üç kadından biri ücretsiz aile işçisi konumunda.
Pandemi sonrası dönemde ise, kadınların işgücüne katılım oranı erkeklere kıyasla çok daha yavaş toparlandı. Özellikle bakım yükü, kreş eksikliği ve toplumsal cinsiyet rolleri kadınların iş hayatında kalıcı yer edinmesini engelliyor.
Ayrıca, kadınlar işyerlerinde sıklıkla cinsel taciz ve mobbing şikâyetinde bulunuyor, ancak çoğu durumda bu başvurular etkin biçimde soruşturulmuyor. Tüm bu tablo, kadın emeğinin görünmez kılındığını, işyerlerinde eşitliğin yalnızca yasada kaldığını gösteriyor.
Kadınlar için acil hatlar var ama sistem işlemiyor
Kadınlar şiddete uğradıklarında “ALO 183”, “155”, “156” ve ŞÖNİM merkezlerine başvurabiliyor. “ALO 183”, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı bir hattır; şiddet, taciz, tecavüz veya acil sosyal destek gerektiren durumlarda psikolojik ve hukuki yönlendirme yapılması için kuruldu. 155 Polis İmdat ve 156 Jandarma İmdat hatları ise doğrudan kolluk kuvvetlerine ulaşmayı sağlıyor. ŞÖNİM merkezleri ise şiddete maruz bırakılan kadınlara barınma, hukuki danışmanlık ve koruma tedbiri desteği sunmakla yükümlüdür.
Merkezler hizmet vermiyor
Ancak uygulamada tablo farklı. Kadın örgütlerinin raporlarına göre, bu hatlara yapılan birçok çağrıya gecikmeli dönüş yapılıyor ya da arayan kadınlar “yetkiliye bağlanamadan” hatta bekletiliyor. Bazı durumlarda kolluk güçleri, başvuru yapılan adrese gitmekte geç kalıyor veya “aile içi mesele” diyerek müdahalede bulunmuyor. ŞÖNİM’lerin sayısı da nüfusa oranla yetersiz; Türkiye genelinde yalnızca 82 merkez bulunuyor ve bu merkezler birçok ilde 7/24 hizmet vermiyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, son dönemde yaptıkları açıklamalarda, “Acil hatlar var ama işlemiyor” diyerek sorunun teknik değil, kurumsal ilgisizlikten kaynaklandığını vurguluyor. Kadınlar koruma hattını aradığında sistemin hızlı işlemesi gerekirken, çoğu olayda bu gecikme ölümle sonuçlanıyor.
Çağrı
Kadınları koruyan yasalar mevcut, ancak şiddet bitmiyor, failler cezasız kalıyor. Kadın örgütleri “Yasal metinler değil, uygulamadaki irade kadınları yaşatır” diyerek çağrısını yineliyor.







