
‘Süper izin’ yasaya tepki: Doğaya ve halka açılmış savaş!
- 09:02 6 Ağustos 2025
- Ekoloji
Rozerin Gültekin
İSTANBUL - Doğaya karşı savaş, sermaye için rant alanı anlamına gelen “Süper İzin” yasasına dair konuşan “Toprağımızı Vermiyoruz Kampanya Grubu” üyesi Çiğdem Özbaş, “Hem doğaya hem halklarımıza yönelik yapılan bir savaş. Kobane’de, Efrîn’de, Filistin’de her yerde çok değerli ağaçları hep hedef aldılar. Barışın toplumsallaştırılmasının doğamızı korumakla birlikte gerçekleşebileceğini biliyoruz. Topraklarımızı vermiyoruz yaşam alanlarımızı koruyoruz” dedi.
AKP’nin Meclis’e sunduğu "Zeytincilik, Mera, Çevre ve Maden Kanunlarında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi", geçtiğimiz ay Meclis’te 199 oya karşı 255 oyla kabul edildi. Ekolojistler ve bölge halkı olmak üzere tepki gösterilen ve “Süper İzin” olarak adlandırılan yasa ile yaşam alanlarının tamamı ranta açılmış oldu. Yaşam alanlarına yönelik gerçekleşen saldırıya karşı mücadele yürüten “Toprağımızı Vermiyoruz Kampanya Grubu” üyesi Çiğdem Özbaş, değerlendirmelerde bulundu.
Torba yasa ile birlikte meraların, ormanların, sulak alanların, korumaya alınmış milli parkların yani yaşam alanlarının tamamının tehlike altında olduğunun altını çizen Çiğdem Özbaş, “Yasa çok hukuksuz bir çerçevede hazırlanmış. Stratejik madenler ve kritik madenler adı altında ticaret, sanayi, milli savunma için gerekliliği düşünülen tüm madenlerin bulunduğu alanlar kamulaştırılabilecek. Kamulaştırılma üzerinden her türlü madenciliğe açılabilecek. Bu sürdürülebilir ekonomi vaadiyle ama bütün enerji sektörünü bir talana dönüştürüyor. Bu tamamen tarımı, hayvancılığı, gıda güvenliğini ve ikim krizini yok sayan ve dünyamızı daha çok ısınmasına neden olacak bir izin yasası. Haritalandırılmış madene açılması istenen bir alan var bu da bazı şirketlerin özel taleplerine hazırlanmış bir yasa olduğunu gösterdi bize” dedi.
Taşınacağı iddia edilen zeytinlikler ne olacak?
Zeytinliklerin doğasına uygun olarak taşınacağının iddia edildiğini bu işlemin çok maliyetli olduğunu ve ağaçların taşındıktan sonra ortalama 7 yıl içinde kök saldığını dile getiren Çiğdem Özbaş, sürecin halk açısından belirsizlik taşıdığını ifade etti. Çiğdem Özbaş, şunları belirtti: “Devletin desteğiyle çeşitli sit alanlarını zeytinlikler yapacağız diyorlar. Oraların zeytin yetiştirmeye uygun olup olmayacağına yönelik hiçbir denetleme yok, hiçbir inandırıcılık yok. Zeytincilikle geçinen halkın oralara ulaşım imkanları hakkında hiçbir bilgi ve önlemleri yok. Köylülerin gelir kaynağı olan köylerinin yanı başında olan sürekli bakımlarını yaptıkları zeytinliklerini nereye nasıl taşınacağını bilmedikleri bir süreçle ikna edinilmeye çalışıldılar. Fındıklı da son dönemde ilçeye bir araba girdi. Numuneler aldı ve çıkarken Fındıklı köylüleri yakaladılar numuneleri tespit ettiler. Yasanın Anayasa Mahkemesinden dönmesini bekliyoruz ama henüz bu olmadan büyük bir saldırganlık içerisinde numune toplanıyor. Yaşam alanlarımız, dağlarımız, ormanlarımız, su kaynaklarımız özellikle bu şirketler tarafından hunharca kullanılıyor. Yer altı sularımız çok azaldı. Birleşmiş Milletler raporuna bakarsak yeni artık kuraklık kapımızda. Ormanlarımız yanıyor, karbonhidrat alanlarımızın yok edildi, bunları uluslararası gezegenimize açılmış bir savaş gibi görüyoruz ve bu savaşı durdurmak için, yasayı da geri çektirmek zorundayız.”
Talana karşı mücadele: Toprağımızı vermiyoruz
Yasaya karşı mücadele etmek için İklim Adaleti Koalisyonu ve Ekoloji Birliği’nin yaptığı ortak çağrı ile bütün ekolojik platformları, inisiyatifleri, dernekleri olarak “toprağımızı vermiyoruz” şiarıyla ortak kampanya başlattıklarını dile getiren Çiğdem Özbaş, “Kampanyanın içerisinde ülkenin her bölgesinden yüzden fazla kurum temsilcileri ve imzaları var. Bir meclis komisyonu oluşturduk. Tamamen madenci şirketlerinin vekilleri tarafından imzaya açılmış bir yasa tasarısı. Oradaki lobi halkın katılımını engellemek için çok çaba sarf etti ama bizde iyi bir mücadele verdik. Nihai olarak sınırlı sayıda temsilcilerimiz komisyonda konuştu. Her seferinde meclise gelmeden önce yüzlerce temsilciyle 30’dan fazla kurumla CHP ve DEM ötesinde tüm muhalefet partilerinin vekilleriyle görüştük. Bu yasanın aslında mülkiyet hakkı dahil, her türlü yaşam hakkını tehdit ettiğine yönelik bir farkındalık yaratmak üzere önemli bir çaba içerisinde olduk. Meclisin kapısında önemli eylemler yaptık. Bu anlamda ekoloji hareketi hiç olmadığı kadar siyasi alanı etkiledi. Basın açıklamaları, oturma eylemleri gerçekleştirdik ve hala devam ediyor. Bölgesel mitingler için yaptığımız hazırlıklar var. Ankara yapmayı planladığımız bir bölgesel miting var. Bu süreçleri daha da kitleselleşmek amacıyla kampanyayı büyütmeyi amaçlıyoruz. Yerel çok büyük bir tehdit altında olduğunun farkında. Kendisini savunmak üzere harekete geçiyor ama yalnız kalıyor. Bu bölgedeki direnişi, saldırı altındaki köyleri ve yaşam alanlarını koruyabilmek için bir mücadelenin olduğunu hissettirmek ve birlikte bu mücadeleyi büyütmek gerektiğini Akbelen’den de biliyoruz. O anlamda yereli güçlendiren, yerelle birlikte kendi örgütlenmesini de büyüten ve derinleştiren bir mücadele perspektifimiz var” ifadelerini kullandı.
Barışın toplumsallaşmasının bir adımı doğayı korumak
Çiğdem Özbaş, son olarak şunları dile getirdi: “Hem doğaya hem halklarımıza yönelik yapılan bir savaş. Kobane’de, Efrîn’de, Filistin’de her yerde çok değerli ağaçları hep hedef aldılar. Sürdürebilirlik adı altında aslında doğamızı, halklarımızı öldüren bir savaşın içerisindeyiz. Barışın toplumsallaştırılmasının doğamızı korumakla birlikte gerçekleşebileceğini biliyoruz. Topraklarımızı vermiyoruz yaşam alanlarımızı koruyoruz.