Hêlîn Ümit: Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü şarttır’

  • 21:47 21 Ekim 2025
  • Güncel
HABER MERKEZİ - Apocu Hareket Üyesi Hêlîn Ümit, "Türkiye’nin demokratikleşmiş, kendi iç barışını sağlamış, çoğulcu, çoklu, adaletini tesis etmiş, kendi içerisinde uçurumları kapatmış bir ülke haline gelebilmesi için Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü şarttır" dedi.
 
Apocu Hareket Üyesi Hêlîn Ümit, gündemdeki gelişmelere dair Medya Haber TV’ye değerlendirmelerde bulundu. Gazeteci Serdar Eren’in sorularını yanıtlayan Hêlîn Ümit; Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik 9 Ekim Uluslararası Komplosu, Amed'de kadınlar ve gençlerin gerçekleştirdiği “Özgürlük Yürüyüşü” ve Meclis’te kurulan komisyonun çalışmaları da dahil olmak üzere birçok önemli gündeme dair değerlendirmelerde bulundu.
 
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan 9 Ekim Uluslararası Komplosu ve komplo kapsamında Avrupa ve Kürdistan’da yapılan “Önder Apo’ya Özgürlük” yürüyüşlerine dair konuşan Hêlîn Ümit şunları söyledi: “Öncelikle, Kürt halkı için bir soykırım ve imha merkezine çevrilmek istenen İmralı Adası’nı güncel gerçeklikte ‘Demokratik Toplum ve Barış / Umut Adası’na çeviren Önder Apo’yu sevgiyle ve özlemle selamlıyorum. Türkiye’de tarih bilinci çok zayıf. Bu bilinç zayıf olduğu için aslında demokrasi ve özgürlük mücadelesi bir türlü dikiş tutmuyor. Bunda Türkiye’deki egemenlerin, siyasi aklın ve yaklaşımın ideolojik baskısı çok belirgindir. Bu nedenle tarih okumaları doğru sonuçlara yöneltmiyor; genel Türkiye açısından bunu söylüyorum. Fakat Kürdistan toplumu açısından böyle değil. 9 Ekim gerçekliği, Kürt toplumunun mücadelesi içinde çok önemli bir yere sahip. 
 
9 Ekim’e karşı geliştirilen uluslararası komploya karşı mücadele ve bunun 27 yıla yayılmış olması, Kürt toplumunda çok önemli bir bilinçlenme açığa çıkardı. Eğer bugün Kürt toplumunu sosyolojik olarak tarihsel ve toplumsal bir olgu olarak değerlendireceksek, uluslararası komploya karşı yürütülen mücadele ve bunun açığa çıkardığı bilinçten ayrı ele alamayız. O anlamda ben uluslararası komploya karşı mücadelenin geliştirdiği bilinci çok önemli görüyorum. 9 Ekim’i her fırsatta değerlendirdik; her yıl dönümünde değerlendirdik. Önder Apo bu komployu hazırlayan ve geliştiren koşulların neler olduğunu, ne hedeflendiğini çok kapsamlı biçimde değerlendirdi. Ancak şunu söyleyebilirim: Bu komployu güncel gelişmelerle yeniden ele almak mutlaka gerekli. Mutlaka yeni sonuçlara ulaşmak gerekli. Çünkü tarih yaşanmış olayların yığını değil; kendi içerisinde diyalektik bir bütünlüğe sahip ve günümüzü açığa çıkarıyor. Bu nedenle 9 Ekim Uluslararası Komplosu’nu tartışmak, anlamak ve anlamlandırmak gereklidir.”
 
Komploya karşı mücadele
 
Komplo bağlamında birkaç noktaya dikkat çeken Hêlîn Ümit, şöyle konuştu:  “Öncelikle, tabi ki 9 Ekim komplosu ve 1998–15 Şubat süreci boyunca ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ eylemleriyle uluslararası komplocu saldırılara karşı fedai eylem çizgisini yaratan büyük şehitlerimizi saygıyla ve minnetle anıyorum. 9 Ekim Uluslararası Komplosu’nu güncel gelişmeler ışığında ele aldığımızda çıkarmamız gereken en önemli husus, komplonun gerçekten gerçekleşmiş olduğudur.
 
Dikkat edilirse, 9 Ekim 1998’de devreye koyulan komplo, bir yüzyılın sonu ve diğer yüzyılın başında, yani 20. yüzyılın sonu ile 21. yüzyılın başında gerçekleşmiştir. Güncel gelişmelerden baktığımızda bunun, Ortadoğu’ya yönelik küresel kapitalizmin saldırısının önemli bir aşaması olarak planlandığını görüyoruz. Bunun herkesçe çok iyi anlaşılması gerekir.
 
Niye bunu söylüyorum? Çünkü bu komplo ile sıkça vurguladığımız gibi, komplonun temel amacı yüzyıllar sürecek bir Kürt-Türk savaşının geliştirilmesiydi. Bu çatışmaya dayalı olarak Ortadoğu’da hegemonik planların devreye konulmak istendiği, o dönemin söylemi ile Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olduğu sıkça ifade edilmiştir. Fakat içinde bulunduğumuz güncel gelişmeler, bunun ne denli doğru olduğunu bir kez daha açığa çıkarıyor.
 
Dönemin başbakanı Ecevit o zaman şöyle demişti: ‘Öcalan’ı bize niye verdiklerini anlamadık.’ Bu, anlaşılmayı ve tartışmayı gerektiren bir ifadedir; çünkü siyasetin kalbinde yer alan bir başbakan kendi yönetiminde gelişen bir olay hakkında böyle bir değerlendirmede bulunuyor.
 
Önder Apo, geride kalan 27 yıllık komployu çözümlerken hep şuna dikkat çekti: ‘Bu, uluslararası bir komplodur. Bu komplonun yürütücü gücü ABD, İngiltere ve İsrail’dir. Türkiye’nin rolü gardiyanlıktır.’ Dikkat edin, bu gardiyanlık hâlâ devam ediyor. İmralı soykırım sistemi hala sürüyor.
 
Güncel sorunumuz şu: Evet, bir uluslararası komployu boşa çıkarmaya çalışıyoruz. 27 yıldır Önder Apo, gerçekten eşi görülmemiş bir çabayla bu komplonun amaçlarının gerçekleşmemesi için büyük fedakarlıklar yaptı. Tarihi, Kürt-Türk savaşının çıkmaması için Türkiye’de demokratik cumhuriyet temelinde güncellenmiş ve Türk-Kürt barışı çerçevesinde bölge halklarını güçlendirecek bir stratejiyi hayata geçirmeye çalıştı.
 
Fakat hâlâ buna karşı büyük bir direnç var. Bunun önündeki en büyük engel İmralı soykırım sistemidir. Bunun önündeki diğer engel, Önder Apo’yu İmralı’ya mahkûm ederek bölgede hegemonik planlarını gerçekleştirmek isteyen güçlerin amaçlarıdır.
 
Bu bağlamda bakıldığında, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü istemek, Türkiye’nin özgürlüğünü istemek demektir. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü istemek, bölge halklarının, Batı’nın ve küresel kapitalizmin saldırılarına karşı güçlenmesini istemek demektir. Bunu böyle anlamak ve değerlendirmek gerekir.
 
Maalesef, bu konuda çok sığ ve dar yaklaşımlar var. Sözde milliyetçilik veya ‘Türkiye yurtseverliği’ çerçevesinde şöyle bir yaklaşım var: ‘Evet, Türkiye’de barış olsun; fakat Önder Apo ile görüşmeyiz, Önder Apo ile olmaz.’ Bu mümkün değildir. Çünkü son 27-28 yıla damgasını vuran şey, uluslararası komplo gerçekliğidir. Uluslararası komplonun Türkiye’yi İmralı üzerinden yönetime alma ve kontrol etme siyaseti hâlâ devam etmektedir.
 
Eğer Türkiye bu prangalardan kurtulacaksa, öncelikli olarak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması gerekir. Bunun böyle anlaşılması şarttır.”
 
Kadın ve gençlik yürüyüşlerine dair değerlendirme
 
Amed’de yapılan kadın ve gençlik yürüyüşlerine dair değerlendirmelerde bulunan Hêlîn Ümit, şunları söyledi:
 
“Bu çerçeveden baktığımızda, hem gençlik hareketinin hem kadın hareketinin yaptığı eylemler çok isabetli eylemlerdir. Eylemlerin Ekim ayının başına, yani uluslararası komplonun yıldönümüne gelmesi ayrıca bir anlam taşımaktadır. Bu anlamıyla ben kadınları ve eyleme katılan herkesi selamlıyorum; Amed’de gerçekleşen bu görkemli eylem Türkiye’yi de salladı.
 
Birçok yerden gençler Amed’e akın etti. Gençler öncülüğünde toplum yürüdü ve taleplerini dile getirdi. Bu anlamıyla çok değerli ve anlamlı bir eylemdi. Bunun devam etmesi gerektiğini de vurgulamak istiyorum.
 
Eylemler sonrasında, kadınların Meclis’te yürümeleri ve attıkları sloganlar, hemen milliyetçiliği köpürten tepkilere konu oldu. Ömer Çelik de gençlik eylemi sonrası ‘provokasyonlar var’ dedi. Bunlara çok aldırmamak gerekir. Demokratik ölçüler çerçevesinde demokratik örgütlenme ve eylem hakkı, ana sütü gibi bir haktır ve helaldir.
 
Bir süreç, halkların, kadınların ve gençlerin sesini kısmakla gelişmez; sessiz ve sakin kalmakla da ilerlemez. Türkiye’nin demokratikleşmesi demek, demokratik örgütlenme ve eylem çizgisinin gelişmesi demektir; herkesin kendini özgürce örgütlediği ve düşüncelerini dile getirdiği bir ortamı sağlamaktır.
 
Herkesin çok iyi bilmesi gerekir ki demokrasi, bir diyalog ve uzlaşma zeminidir. Aynı zamanda gerilimlidir; farklı fikirler çatışır, ortaya çıkar, karşı karşıya gelir ve örgütlenir. Bu çerçevede, Bakurê Kurdistan’da, Türkiye’de veya Avrupa’da Kürtlerin yaşadığı her yerde örgütlenmeleri ve eyleme geçmeleri gerekir. Kadınların ve gençliğin gerçekleştirdiği eylemler de bu anlayışla değerlendirilmelidir.
 
Hiç kimse korkmamalı. Özellikle Kürt toplumunda Önder Apo bir süreç geliştiriyor; yapılan eylemler bu süreci desteklemelidir. Önder Apo’nun önderliğinde yürüyen kadın ve gençlik kitlesi, bir halkı temsil ediyor. Halkta bazen ‘acaba süreç bozulur mu, eylem yapsak veya taleplerimizi dile getirsak karşılığı nasıl olur’ kaygısı olabilir. Bu hassas yaklaşım, beklentiyi gereksiz yere artırıyor. Buna gerek yok.
 
Eğer Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü istendiği için süreç bozulacaksa, varsın bozulsun. Çünkü her sürecin, her olgunun bir karakteri vardır. Devlet de bu süreci ‘bir al-ver süreci’ olarak tanımlamıyor; bu, daha önceki programlarda da vurgulandığı gibi, al-ver süreci değildir. Her sürecin bir ontolojisi, fıtratı ve özü vardır; bu sürecin de özü, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanmasıdır.
 
Bu çerçevede kadınlar ve yurtsever gençler, örgütlenmeye ve eylemde olmaya devam etmelidir.” 
 
‘Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü şarttır’
 
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne ilişkin Hêlîn Ümit, şunları söyledi:
 
“Türkiye’de algılar o kadar çarpık ve yönlendirilmiş ki, Önder Apo denilince bir ‘canavarlaştırma siyaseti’ söz konusu oluyor. Bu yeni bir durum değil, ama sorun, bu siyasetin ısrarla sürdürülmesidir. Önder Apo’nun gerçekliğine doğru yaklaşılması için, Türkiye’deki ilgili çevrelerin, bizim de belki daha fazla çalışmamız gerekiyor. Tarihsel gerçeklikleri daha doğru ortaya koymalıyız.
 
Önder Apo gerçekliği nedir? Önder Apo kimdir? Mücadelesi ve kavgası niçin olmuştur? Önder Apo, Kürt varlığı ve özgürlüğü için mücadele eden bir Önderlik gerçekliğine sahiptir. Çünkü Kürt varlığı ve özgürlüğü, ondan önce tehdit altındaydı. Yaklaşık 50 yıl öncesine bakıldığında Kürtlükten geriye neredeyse hiçbir şey kalmamıştı. Önder Apo, Kürt halkını ayağa kaldıran, talepli kılan ve kimin için mücadele ettiğini ortaya koyan bir Önderliktir.
 
Bu Önderlik gerçekliği, aynı zamanda bir Özgürlük Önderliği’dir. Kadınlar için özgürlük, işçiler ve emekçiler için eşit ve onurlu yaşamın zeminini açar. Halklar açısından da şunu söyleyebilirim: Türkiye’deki ulus devletçi yaklaşım, Kürtlüğü inkar etmek için neredeyse Türklüğü de inkar etti. Türklüğün özgün renkleri kayboldu. Düşünün, Türkiye’de 50 farklı halk yaşıyor; hepsine ‘Türk’tür’ derseniz, Türklüğün de kendi otantikliği ve orijinalliği kalmaz. Bu nedenle, köksüz bir Türklük inşası da Türkiye’de bir gerçekliktir.
 
Tüm bunların ortadan kalkabilmesi için Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü gereklidir. Önder Apo ve onun şahsında Kürt halkına dönük inkarcı, asimilasyoncu ve soykırımcı politikalar sürdükçe, Türkiye’de halklar baskı, zulüm, adaletsizlik ve haksızlık görmeye devam edecektir. Bu gerçeklik, insanların hakkını aramasını ve kendisi olmasını engellemektedir. Türkiye’de sürekli bir tehdit havası vardır; insanlar sesini çıkaramaz ve basit haklarını savunamaz. İkinci gün ise ‘Sen teröristsin, sen şundan tarafsın’ gibi suçlamalara maruz kalır.
 
Bu bağlamda söyleyebilirim ki, Türkiye’nin normalleşmesi, demokratikleşmesi ve kendi iç barışını sağlamış, çoğulcu, adaletli ve toplumsal uçurumları kapatmış bir ülke hâline gelmesi için Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü şarttır. Çünkü Önder Apo, Demokratik Modernite Önderliği’dir. Devlet ve iktidardan farkını koyan, toplumların, halkların, ekolojinin ve kadınların özgürlüğünün önderliğini yapan bir liderdir. İşte bu nedenle tüm kesimler, bu gerçeklik içerisinde kendi ifade alanlarını bulabilir.” 
 
‘Komisyonun zamana yayma oylaması çok barizdir'
 
Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne dair konuşan Hêlîn Ümit, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü:
 
“Bütünlüklü bakmak çok önemli. 9 Ekim Uluslararası Komplosu, uluslararası düzeyde gelişti ve bize şunu gösteriyor: Eğer bugün Türkiye’de rantçı bir kesimden bahsediyorsak, bunların mutlaka dış bağlantıları vardır. İsim vermek istemiyorum çünkü onları değerli kılmak istemem. Bugün savaş çığırtkanlığı yapanlar, hakarette bulunanlar, sözde Türkiye’nin bağımsızlığı kavramının arkasına sığınarak, aslında küresel sermaye ile iç içe geçmiş şekilde Türkiye’yi bir savaş ülkesi hâline dönüştürmek istiyor ve bundan rant devşiriyorlar. Bunu böyle görmek ve anlamak gerekiyor.
 
Komisyon çalışmalarına da değinen Hêlîn Ümit, şunları söyledi: “Gazeteciler olarak sizler takip ediyorsunuz, biz de dikkatle takip ediyoruz. Komisyon, planlamaları çerçevesinde çeşitli toplumsal kesimlerle görüşmeler yaptı. CHP de, komisyon kurulması ve meclis çatısı altında sorunların ele alınması gerektiğini belirtti. Ancak esas olarak bu, Önder Apo’nun talebi üzerinden gündeme geldi. Komisyonun amacı Demokratik Toplum ve Barış sürecini toplumsallaştırmaktı. Fakat komisyonun gerçekte amacı neydi? Eğer somut adımlar atılmayacaksa, bir sivil toplum örgütü bunu üstlenebilirdi.
 
Meclis çatısı altında kurulan komisyon, aslında Türkiye’deki siyasi haritanın ve iradenin yansıdığı bir alan. Bu açıdan bakıldığında, komisyonun zaman kazanma ve oyalama mekanizması hâline geldiği görülüyor. Komisyonun ismi ‘Milli Birlik, Dayanışma ve Kardeşlik Komisyonu’. Peki, bu isimle neyi temsil ediyor? Önder Apo’nun uluslararası komployu aşma çabalarını destekleyecek ciddi bir yaklaşım sergiliyor mu? Görüyoruz ki bazı komisyon üyeleri hâlâ ‘biz gitmeyiz’ diyor. Demek ki birbirlerini ikna edememişler, sorunun kapsamını ve ciddiyetini kavrayamamışlar.
 
Komisyonun rolünü gerçekten oynayabilmesi için, birinci dereceden muhataplarla oturup görüşmesi gerekir. Örneğin DEM Parti, PKK mücadelesini temsil edemez. Bu komisyon, sadece bir siyasi partinin rolüyle değil, Türkiye toplumunun tamamını ilgilendiren bir mesele olarak yaklaşmalıdır.
 
Öte yandan, birkaç gün önce Numan Kurtulmuş – komisyon başkanı – Amed’e gitti ve iyi bir konuşma yaptı. Kürt halkının dilini kullanabileceğini ve buna saygı duyduğunu söyledi. Ama aynı kişi mecliste Kürtçe konuşan 60-70 yaşındaki bir anneyi susturdu. Siyasilerin söylemleriyle eylemleri tutarlı olmalı. Bir yerde Kürtlerin kendi dilini kullanmasını savunacak, başka yerde yasaklayacak, kabul etmeyecek. Bu kabul edilemez.
 
Komisyonun netleşmesi gerekiyor: Kürt toplumunun kolektif hakları tanınacak mı, tanınmayacak mı? Mevcut yaklaşım – ‘resmiyette sen yok sayılıyorsun ama bireysel olarak konuşabilirsin’ – asimilasyonist politikanın devam etmesini sağlar. Kürtler, rehineliğe, köleliğe, teslimiyete, inkara veya soykırıma mecbur değil. Tercihleri, Türkiye halklarıyla Demokratik Cumhuriyet temelinde devlete entegre olmaktır. Bu, cumhuriyetin kuruluşundan beri devletsizleşen Kürtleri devlete dahil etme projesidir.
 
Şimdi komisyon çalışmalarının geldiği nokta budur. Süresi de doldu. Anadolu’da derler ya, ‘dananın kuyruğunun kopacağı zaman’. O noktadayız. Oyalama artık bitecek. Komisyon ve Türkiye yetkilileri, Cumhurbaşkanından tüm meclise kadar tarihsel rolünü oynayacak mı? Bölge halkları olarak hassas bir dönemden geçiyoruz. Bu çerçevede komisyon çalışmalarıyla ilgili değerlendirmemi böyle toparlayabilirim.”
 
Demokratikleşme vurgusu
 
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un yazısına dair konuşan Hêlîn Ümit, şu değerlendirmede bulundu:
 
“Mehmet Uçum’un yazısını okudum. Yazısında geçiş süreci ile demokratikleşme sürecini ikiye ayırıyor ve kendince bir mantık silsilesi kurmuş. Pozitif tarafı şu: Üstü örtük de olsa Türkiye’nin ağır bir demokrasi sorunu olduğu kabul edilmiş oldu.
 
Bizim felsefik yaklaşımımıza göre, bir halkın, toplumun veya coğrafyanın en acil ihtiyacı demokrasi olmalıdır. Ondan daha önemli bir şey yoktur. Ekmek, su, ekonomi gibi ihtiyaçların hepsini sağlayacak olan şey demokratikleşmedir. Demokratik bir toplumda tüm güçler devreye girer ve yapıcı bir süreç yaşanabilir. Bunun olmadığı toplumlar baskıcı, adaletsiz ve haksızlıklarla dolu olur.
 
Bu açıdan geçiş süreci denilen süreç, Türkiye’nin ağır bir demokrasi sorununu gündemine almışsa, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi adıyla kurulan komisyonun atacağı adımların demokratik içerikli olması gerekir. Meclise hangi paketlerin gideceği, anti-demokratik yasalar mı önerileceği sorulmalıdır. Toplumsal olgular iç içedir ve birbirinden koparılarak değerlendirilemez.
 
Ancak iktidarın, özellikle AKP kanadının, olayları birbirinden koparan bir zihniyeti var. Demokratik entegrasyonu sağlamak için demokratikleşme olmazsa olmazdır. Bizim en fazla tereddüt ettiğimiz konu, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun Önder Apo ile görüşmedeki ayak diremesi. Bu bizim için ölçüdür. Önder Apo’nun süreci yürütmesi gereklidir; baş müzakereci odur.
 
Önder Apo’nun süreci yürütmesini kabul etmemek, ‘Yüzyıldır böyle gelmişiz, bundan sonra da inkarcı ve asimilasyoncu siyaseti sürdüreceğiz’ demek anlamına gelir. Tehlike büyüktür. Bu yüzden Önder Apo, süreci yürütürken tarihsel süreçlere dikkat çekti. Örneğin Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden örnekler verdi; halkla birlikte var olabilmenin önemini vurguladı. 1071 Malazgirt’ten günümüze kadar, tarihsel kırılma dönemlerinde halkla birlikte hareket edebilmenin stratejilerini işaret etti.
 
Bugün Ortadoğu kritik bir eşikten geçiyor. Kıbrıs’ta gelişmeler var, Bahçeli ve Erdoğan farklı yorumlar yapıyor. Biz de bölgedeki gelişmeleri ve tehlikeleri dikkatle izliyoruz. Amacımız tehdit etmek değil; bu coğrafyanın insanları olarak ülkemizi seviyoruz. Ancak tekçi, dilini inkar eden ve çatışmalı bir Türkiye istemiyoruz.
 
Bu nedenle Önder Apo’yu muhatap almayan, onunla görüşmeyen bir komisyonun ciddiyeti olamaz. Komisyon sürecinin ölçüsü, Önder Apo’nun başrol oynadığı tarihi Kürt-Türk ittifakı temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayıp sağlayamayacağıdır. Bu herkes tarafından çok iyi bilinmelidir.” 
 
‘Özgürlük ve demokrasi güçlerinin, Türkiye yurtseverleri olarak ülke ve geleceğine sahip çıkması gerekir'
 
Özgürlük ve demokrasi güçlerinin süreçteki rolüne dikkat çeken Hêlîn Ümit, şunları söyledi:
 
“Rol nedir? Aktif politika üretmektir. Özgürlük ve demokrasi güçleri, aktif politika yürütebilirlerse tarihsel rollerini oynayabilirler. Ancak bunu sadece konuşmakla politika yapmakla karıştırmamak gerekir. Evet, konuşmak hakikati dile getirmek için gerekli, ama yeterli değildir.
 
Apocu hareket Kürdistan’da bir tarz geliştirdi; bu bir zafer tarzıdır. Bu tarzı iyi anlamak gerekiyor: Yaptıkça konuşmak, konuştukça yapmak. Sadece konuşmak yetmez, pratik üzerinden hareket etmek gerekir.
 
Tablo şu: Bir tarafta devlet var ve bazı milliyetçi kesimleri kullanıyor. Bu kesimler kendi başlarına çok güçsüzdür; asıl güç devletin arkasında durmakta. Diğer tarafta ise demokrasi ve özgürlük güçleri var. Kürt özgürlük hareketi var. Peki gerçekten kendisini demokrasi ve özgürlük gücü olarak tanımlayanlar nerede, ne yapıyor? Türkiye’nin feministleri, solcuları, sosyalist güçleri, anarşistler, anti-kapitalistler, anti-kapitalist Müslümanlar var. Bu zengin siyasi çeşitlilik nerede? Şu anda çoğu izleme pozisyonunda. Bu tehlikeli ve yanlıştır.
 
Türkiye’nin geleceğinin belirleneceği bir dönemde tüm dinamikler aktif olarak devrede olmalı. Kendilerini hem eylemle hem de söylem gücü olarak göstermeliler. Belki cumhuriyet tarihinde ilk kez böyle bir tarihsel momentum yakaladık. Kaygılarımız ve güvensizliklerimiz var, ama bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Önder Apo İmralı’da dört duvar arasında uğraşıyor. Peki dışarıda Türkiye’nin barışını ve demokratikleşmesini isteyenler ne yapıyor?
 
Bu ataletten çıkmak gerekiyor. Türkiye’deki demokrasi ve özgürlük güçleri, kadınlar, sadece Kürt kadın hareketlerinden veya Kürdistan’daki yurtsever gençlik hareketinden bahsetmiyorum; tüm kesimler tartışmalı, planlı ve örgütlü bir şekilde harekete geçmeli. Aksi takdirde bu tarihsel fırsat kaçmış olacak.
 
Özgürlük ve demokrasi güçlerinin aktif olması gerekir. Konferanslar, toplantılar yapmalı, gündem oluşturmalı, demokrasiye katkı sağlayacak çalışmalar yürütmeli ve söz söylemeli. Her şeyi Önder Apo’nun sırtına bırakmak yanlış ve kabul edilemez.
 
Türkiye’de böyle bir potansiyel var. Önderlik, büyük 5 savunmasında şunu vurguladı: Cumhuriyet kurulurken İslamcılar, Kürtler ve sosyalistler dışlandı. Şimdi Demokratik Toplum ve Barış Süreci ile demokratik sosyalizm yaklaşımı inşa ediliyor. Önder Apo, bunun ‘demokratik toplum sosyalizmi’ veya ‘demokratik ulus’ olarak da adlandırılabileceğini belirtti. Bizim siyasal çizgimiz budur.
 
Bu çerçevede Türkiye’yi demokratik cumhuriyet olarak inşa etmek istiyoruz. Herkesi bu büyük eyleme çağırıyorum. Böyle bir Türkiye kendi iç barışını sağlamış, imkanlarını adalet ve vefa temelinde değerlendirmiş bir ülke olur. Toplum bu şekilde bir arada kalabilirse, kimse onu yıkamaz. Tarihte bunun pek çok örneği vardır. Özgürlük ve demokrasi güçlerinin, Türkiye yurtseverleri olarak ülke ve geleceğine sahip çıkması gerekir.”
 
Suriye’deki gelişmeler
 
Suriye’deki gelişmelere dair de konuşan Hêlîn Ümit, şöyle devam etti:
 
“Basından biz de bu gelişmeleri takip ediyoruz. YPJ komutanı Rohilat’ın Afrin açıklamaları vardı; yine Sipan Hemo’nun açıklamaları geldi, Mazlum Abdi’nin açıklamasının ardından. Öncesinde Salih Müslim’in yaptığı bir açıklama vardı; o dikkat çekiciydi: ‘Türkiye bu sürecin içinde değil’ diyordu. Diyalog içinde olmak, görüşüyor olabilmek, birbiriyle iradeyi tanımak ve tartışma pozisyonunda olmak önemli. Bunu olumlu görüyorum.
 
Her ne kadar hem ideolojik hem de politik olarak Şam hükümeti karşısında çekincelerimiz, şüphelerimiz ve kaygılarımız olsa da, oradaki yerel güçler —QSD/SDG— görüşmelerini sürdürüyor; bu olumlu bir gelişmedir. Benim bu konuyu düşünürken aklıma takılan esas husus şudur: Türkiye’de bir süreç var, Rojava’da süreç paralel olarak yürütülüyor. Türkiye ısrarla kendi sürecini oraya bağlamaya çalışıyor. Fakat herkes bu kızılca kıyametin içinde, bu kadar savaş iklimi varken Kürtlerin savunmasız kalmasını istiyor. Bu, dikkatimi çeken en çarpıcı husustur.
 
Tüm dünya silahlanıyor; Ortadoğu silahlanıyor. Belli ki bir şeye hazırlık var; Türkiye’de, İsrail’de, İran’da, Rusya’da herkes bir hazırlık içinde. Demek ki Ortadoğu’daki savaş daha devam edecek; bunun işaretleri var, bir plan devrededir. Özellikle Amerika’da yapılan BM toplantısından esen hava, sezgilerimizce bu savaş ikliminin yeni bir aşamaya geçtiğini gösteriyor. Bu bitmiyor; yeni bir aşama kazanıyor. Planda bir değişiklik var; o anlaşılmaktadır.
 
Böyle bir atmosferde ‘Kürtler teslim olsun, silahlarını bıraksın, savunmasız kalsın’ denmesi kabul edilemez. Bunu herkesin bilmesi gerekir; hele hele karşılarında cihatçı kesimlerden gelen bir tehdit varken. Bu çerçevede, SDG’nin entegrasyonunun bütünlük içinde yapılması önemli bir husustur.” 
 
'Suriye'de ortak bir sistem oluşmlaı'
 
Evet Suriye’de halklar birlikte yaşamalılar, ortak bir sistem oluşmalı fakat bu Kürtlerin silahsızlandırılmasına değil, birlikte yaşamın ortak kurulmasına dayanmalı. Bunu söylemek istiyorum. Bu süreçler biraz tersine tartışılıyor. Şöyle tartışmak doğrudur, burda bir Kürt toplumu var, bu toplum nasıl entegre olacak. Üzerine tartışıyoruz belki itici oluyor, yani topluluk var bu topluluk nasıl entegre olacak. Aleviler var, bu nasıl entegre olacak? İşe silahlı güçlerin durumundan başlamak gerçekten çok geriletici bir durum. Tehlikeli bir durumdur,  kaygı uyandıran bir durumdur. 
 
Niyeti temiz olan, gerçekten yeni bir Suriye yaratmak isteyen, oluşturmak isteyen ya da yeni bir Türkiye oluşturmak isteyen süreci böyle tartışmaz aslında. Sağlıklı olan yöntem diğeridir. Bu anlamıyla o izlemek, gözlemlemek onu anlamaya çalışmak. Bir şeye dikkat çekmek istiyorum, baskın Osmanlı İmparatorluğu bunu şey için söylemiyorum geçmişe bir özenti, yanlış anlaşılsın diye söylemiyorum. Osmanlı İmparatorluğu 600 yılı aşkın bir bölgede genel bir imparatorluk oldu. Bu coğrafyada yaşayan bütün halklara hükmetti. Bunu nasıl yaptı, yani şöyle olsa olabilir miydi? Katı, tekçi, ulus devletçi, herkese Türklüğü dayattıysa bu mümkün olabilir miydi? Olamazdı. Sorunun kaynağı bu, katı devletçi yaklaşımdır. Sen coğrafyada yaşayan herkese tekçiliği dayatırsan, oradan faşizm çıkar. Bunu hangi adla yaparsan yap. Bunu ben İslam kavramıyla kullanmak istemiyorum çünkü kültürel İslam’ı, İslam’ın demokratik değerlerini biliyoruz, koruyoruz, yaşanması ve yaşatılması gerektiğini söylüyoruz. Bahsettiğim şey o değil, bazı yerlerde siyasi İslam olarak geçiyor, İslam’a faşizm, İslam adına bir karşı İslam’ın halklara, Sünni Arap İslam’ı olarak dayatılacağı bir rejim faşizmdir. Bunun bilinmesi lazım. 
 
Evet Osmanlı İmparatorluğu zamanında da halklara zulüm oldu, baskı oldu. Aslında Osmanlı İmparatorluğunun tarihinin bir yanı da bir isyanlar tarihidir. Var olan isyanlar tarihidir. Bunları bir tarafa bırakarak söylüyorum. Onları da incelemek lazım ama bir de bu kadar geniş bir coğrafyaya nasıl bir idari sistem oluşmuş, nasıl yönetilmiş? Bunların incelenmesi lazım. Benzer bir şey Türkiye için de geçerli, Türkiye açısından da bunu söylüyorum. Gerçekten ilk Kürdistan tanımlamasını yapan Selçuklu hükümdarıdır. Neredeyse onun dili ile inşa edilmiş Kürdistan eyalet alanı. 
 
Şimdi cumhuriyet tarihinde Kürt Kürdistan yok, varlıkları tarihten silindi. Cumhuriyet bununla karşı karşıya kalınca ne oldu? Büyük bir kriz, 50 yıla varan yıkım. Benzer bir şeyi Suriye’de de dayatmak demek bitmeyen bir çatışma iklimini oluşturmak demektir. O anlamıyla oradaki görüşmelere bu perspektiften bakmak, anlamaya çalışmak, çözüm üretmek, çözüm anlayışı içerisinde olmak lazım. Türkiye’nin buradaki rolü Mazlum Abdi öyle demiş bilemiyorum onlar daha iyi takip ediyorlar, gözlemliyorlar mutlaka. Fakat basına yansıdığı kadarıyla Türkler hep bir baskı kurmaya çalışıyorlar. Medyadan takip edebildiğim kadarıyla söylüyorum. Operasyon kapıda mı, oldu mu olmadı mı? SDG şey olmuyor, PKK kendi örgütsel varlığına son verdi hala ama alışmışlar ona dayalı savaş siyaseti yürütmeyi. Bunu sürdürmek isteyen bir kesim var. Bu çerçevede cevap verebilirim. 
 
Elbette ki YPJ komutanı Rohilat Afrin’in söyledikleri de çok önemliydi, kadın ordulaşması olarak YPJ’nin varlığını bir bütünlük halinde sürdürmesi gerekiyor. Çünkü DAÎŞ zihniyetinin önce kadınları vurduğunu önce kadınlara saldırdığını, katlettiğini, tecavüz ettiğini adeta ilkel dönemleri aratmayan bir şekilde nelerin yaşandığını biliyoruz. Tarih DAİŞ döneminde bir kez daha güncelledi kendisini. Şimdi ortada herhangi bir demokratik adım yokken, demokratikleşme yokken, herhangi bir hukuksal zemin açığa çıkmamışken başta kadınlar olmak üzere savunma güçleri kendi bütünlüğünü korumak zorundadır. YPJ de buna öncülük edecektir.” 
 
Özsavunma vurgusu
 
Beritan’ın yıl dönümüne dair de konuşan Hêlîn Ümit konuşmasını şunları kaydetti:
 
“Öncelikle, Beritan (Gülnaz Karataş) şahsında ve özgür yaşam uğruna şehit düşen tüm kadın yoldaşları, savaşçıları saygı ve minnetle anıyorum. Tüm çabamız onların izinde yürüyebilme çabasıdır; doğru temsillerini yapabilme çabasıdır. Bu sadece bir anma veya yıldönümünün ötesinde bir meseledir. Burada iki şeye dikkat çekebilirim. Birincisi, Heval Beritan şahsında kadın ordulaşmasıdır. Heval Beritan, kadın ordulaşmasının sembolüdür. Kadın ordulaşması gerçekliğinin üzerinde dursak, tartışsak ve anlamaya çalışsak; ne olduğu, yarattığı sonuçlar neydi, bunları değerlendirmek yerindedir. Büyük bir eşitsizliğe karşı eşitlik ordusu olarak kadın ordulaşması gelişti. Her geçen gün, yaşadığımız her gün, kadın ordulaşmasının önemini ve değerini daha fazla hissediyoruz.
 
‘Yaşam hakkı’ dediniz; gerçekten yaşam hakkı kadınlara tanınıyor mu? Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Kadınlara yaşam hakkı yerine mücadele etmek dayatılıyor. Yaşamak, ayakta kalmak için her türlü geri pozisyona ve siyasî baskıya boyun eğmesi bekleniyor kadının. Önderliğimizin metaforuyla söylersek: Kuyu dibindeki kedi, kafesteki bülbül, kuyu dibinde miyavlatıyor, kafeste süs eşyası tutularak var olabiliyor. Kadına ‘yaşam hakkı’ diye sunulan mutlak yük konumu bu. Eğer sen erkek egemenlik sisteminin erkeğine yük olduğun sürece ayakta kalabilirsin; onun dışında karşılaşacağın şey öldürme, cinayet ve benzeridir.
 
İşte kadının ordulaşması, büyük eşitsizliğe karşı kadınların kendilerini güçlendirme alanı olarak doğdu. Heval Beritan, 1990’lı yıllarda mücadeleye katılan bir arkadaştır. 1992 Güney Savaşı’nda fedâileşti. Heval Beritan’da var olan şey, bu yakıcı gerçekliği o kadar derinden hissetmesi ki; içine girdiği savaşı özgürleşmenin aracı haline dönüştürmesidir. O yüzden Heval Beritan’ın ünlü sözü şudur: ‘Savaşan özgürleşir, özgürleşen güzelleşir, güzelleşen sevilir.’ Ancak savaşla nefes alabilir, mücadele edersen ayakta kalabilir, irade sahibi olabilirsin. Bir Kürt kadını olarak iradeli hale gelebilirsin; bu seni özgürlüğe bir adım daha yaklaştırır. Özgür olmayan güzel olamaz, köle olan çirkin olur. Hangi koşulda olursa olsun, biçim ne olursa olsun güzellik ahlaki bir kavramdır; güzelliğin ana unsuru ahlaktır, etiktir. Ancak bu biçimde ahlaklı ve güzel hale gelebilirsin; böyle olunca sevgiye ve saygıya dayalı bir yaşamı hak edebilir, bunu duyabilirsin.
 
Bu nedenle Heval Beritan’ın çizgisi tüm genç kadınların yaşam çizgisi hâline geldi. Bir yönü budur Heval Beritan’ın: işbirlikçi her türlü dayatmaya karşılık verme duruşu. Bu duruş, özgür Kürt kadının açığa çıkmasına yol açtı. Şehid Beritan şahsında ve benzeri binlerce kadın militan şahsında açığa çıkan özgür kadın gerçekliği Kürdistan’a egemen oldu. Buna güvenerek Kürt genç kızları sosyal alana açıldı. Bakurê Kurdistan’da bir sosyal devrim yaşandı: Evinden dışarı çıkamayan genç kadınlar şimdi o özgüvenle her alana, Kürdistan özgürlük hareketinin ve kadın hareketinin verdiği güvenle ve güçle gidiyorlar. Bu durum, giderek bilinçlenen ve aydınlanan, hemen her alanda yer alan bir kadın gerçekliğine yol açtı. Bu özgürlük hareketini daha da güçlendirdi; katılımı artırdı.
 
Bu gelişmelere karşı tedbir olarak ise Türkiye’de korucular, kontrgerilla, özel kuvvetler ve polis eliyle Kürt genç kızlarını düşüren uygulamalar gündeme geldi; onlara karşı katliam, tecavüz ve fuhuş dayatan yapılar örüldü. Özgür Kürde karşı işbirlikçilik, ‘hizbulkontra’ diye adlandırdığımız yapıların benzerleri gelişti. Özgür kadın hareketine karşı artık bu tür planlı saldırılar gerçekleştiriliyor. İpek Er, Gülistan Doku ve şimdi Rojin Kabaiş örneklerinde olduğu gibi.
 
Niye Meclis’te soruşturma komisyonu açılması engellendi? Niye AKP ile MHP bunu reddetti; bunun arkasında ne var? Böyle bir cinayetin veya katliamın ve içerisinde tecavüzün de olduğuna dair işaretler belli iken niye aydınlanması engelleniyor, niye soruşturma yürütülemiyor? Türkiye bununla ne kaybedecek? Narin Güran cinayeti niye aydınlanmıyor? Bu aydınlansa Türkiye ne kaybedecek? Tam tersine zayıf ve çürük yönleri açığa çıkacak; topluma saldırı kaynaklarının nereden geldiği ortaya çıkacak. Ancak mevcut sistem kadına şunu dayatıyor: Bu ideolojik bir yaklaşımdır; evinden çıkmayacaksın; senin için tek güvenli yer evindir; sosyal alana adım atmayacaksın; politik olmayacaksın; sana sunulan yaşamı fıtratın olarak kabul edeceksin ve öyle yaşayacaksın. Öyle yaşamadığın takdirde bunlar her zaman karşına çıkacaktır. Bu yüzden bu tür cinayetler, katliamlar ve saldırılar asla tekil bir olay anlamı taşımaz; verdikleri ortak bir mesaj vardır.
 
Bu bağlamda şunu söyleyebilirim: Rojin Kabaiş’in ailesi, özellikle babası, davaya sahip çıktı. Şimdi Wan’da bir sürü genç kadın ve erkek birlikte bu mücadelenin peşindeler; bunu daha da büyütmek lazım. Şehid Beritan çizgisinde bu ne demek? Özsavunmayı pekiştirmek. Suçluları bularak hesabını sormak; bunu hiç kimseye havale etmeden, kendimiz ortaya koyarak yapmak gerekiyor. Jin, Jiyan, Azadî devrimi budur: Kadının özgürleştiği, özgür yaşadığı ve özgür yaşattığı bir devrimdir. Ve bu devrim ancak şehid Beritan çizgisinde; kadının özsavunmasının geliştiği, kendi savunmasını üstlendiği, kendisini yük konumundan çıkardığı, özgürleştikçe güzelleştiği ve sevildiği bir toplumsal sistemin açığa çıkarılmasıyla gerçekleşecektir demektir.”