Adım adım barış ve özgürlük hattı
- 09:02 22 Aralık 2025
- Güncel
Rabia Önver
AMED - TJA aktivisti Aylin Karakaş, kadın sorununun bütün toplumsal sorunların merkezinde yer aldığını vurgulayarak, “Kastik toplumsal katliamın ortadan kaldırılması, çoklu mücadele deneyimlerinin büyütülmesiyle mümkündür. Her bir kadının kendisini bir özne olarak gördüğü ve ‘Bir kişi daha eksilmeyeceğiz’ iradesiyle mücadelede bir kişi daha olduğu her an, bu mücadeleyi büyütmeliyiz” mesajını verdi.
Kadın özgürlük mücadelesini esas alan Tevgera Jinên Azad (TJA), 2025 yılı boyunca Kürdistan ve Türkiye’nin birçok kentinde yürüttüğü çalışmalarla erkek egemenliğine, özel savaş politikalarına ve kadın kırımına karşı mücadeleyi büyüttü. Barış ve Demokratik Toplum sürecinin toplumsallaşmasında kadınların kurucu rolünü esas alan TJA, kadına yönelik şiddet, yoksulluk, savaş ve tecrit politikalarına karşı sokaktan mahalleye, panellerden kampanyalara uzanan çok sayıda program hayata geçirdi. Bu çalışmalarla kadınların örgütlü gücünü onurlu barışın ve demokratik toplumun temel dinamiği olarak öne çıkardı.
TJA aktivisti Aylin Karakaş bir yıla dair sorularımızı yanıtladı.
“2025 yılı, söz konusu mücadelenin sonuçlarının görünür hale geldiği önemli bir dönüm noktasıdır.”
*Geride kalan bir yılı TJA açısından nasıl tanımlarsınız? Bu yıl kadın mücadelesi ve barış mücadelesi bakımından hangi gelişmeler öne çıktı?
TJA'nın bir yıllık sürecini değerlendirdiğimizde, aslında 2025 yılının bütününü ele almaya ihtiyaç var. 2025 yılını sadece takvimsel olarak değil, aynı zamanda son 10 yılın birikmiş savaş politikalarını ve mücadele deneyimlerini iç içe geçmiş bir toplamın sonucu olarak değerlendiriyoruz. Çünkü son 10 yıl, özellikle 2015 sonrası gelişen süreç, sistemin topyekûn inkâr ve imha siyasetinin bütünlüklü biçimde toplumun tüm mekanizmalarına ve toplumsal dinamiklerine yöneldiği bir dönemdi. Bununla birlikte, toplumun özellikle kadınların öncülüğünde yürüttüğü mücadele deneyiminin giderek büyüdüğü bir süreci de yaşadık. Bu anlamıyla 2025 yılı, söz konusu mücadelenin sonuçlarının görünür hale geldiği önemli bir dönüm noktasıdır.
“Yani Kürdistan gerçekliğini aşarak, Ortadoğu’da krize giren ulus-devlet politikalarının çıkmazını da Kürt sorunu üzerinden bir kez daha görmüş olduk. Bu anlamıyla Kürt sorununun demokratik çözümüne dair önemli bir süreç başladı.”
*Son bir yıl boyunca yürüttüğünüz kampanyalar ve çalışmalar, Demokratik Barış ve Toplum Çağrısı ile nasıl bir ilişki kurdu? Bu çağrı sahada nasıl karşılık buldu?
Son 10 yıl bizim açımızdan, tecrit politikasının İmralı’dan başlatılarak toplumun bütün hücrelerine kadar indirildiği, toplumun bir cendere altına alındığı bir süreçti. Bu anlamıyla aslında son 10 yılımız, biraz da bu tecrit politikasını kırmaya dönüktü. Hem İmralı’daki direniş hem de halkın, kadınlar öncülüğündeki direnişi, 2025 yılının Şubat ayında sonuç da verdi ve tecritte bir gedik açıldı.
Bizim açımızdan dönüm noktası dediğimiz süreç, sadece tecritte gedik açılması meselesi değildir. Çünkü burada bir asrın çağrısı niteliğinde bir süreç başladı. Önderliğimizin 27 Şubat’ta bütün topluma, Ortadoğu toplumuna, belki Ortadoğu’yu da aşan dünya halklarına yönelik bir çağrısı oldu. Demokratik toplum ve barış süreci, bir manifesto ve deklarasyon niteliği taşıdı. Neden bizim açımızdan bu süreç çok önemli? Çünkü sistemlerin uzun zamandır Kürt sorununa yaklaşımı, güvenlik politikalarına ve terör sorununa odaklanan bir çizgideydi. Kürt halkı ya da Kürt halkının dostları, Kürt kadınları, Kürt sorununun aslında inkâr ve imha politikasının bir sonucu olarak doğduğunu anlatmaya çalışıyordu. Bu anlamıyla bizim temel meselemiz, Kürt sorununun bir demokrasi sorunu olduğunu vurgulamaktı. Israrla, güvenlik politikalarına ve “terör” diye ifade edilen bir kıskaca sıkıştırılamayacak bir sorun olduğunu dile getiriyorduk. Bunun mücadelesini vermeye çalışıyorduk. Yani Kürdistan gerçekliğini aşarak, Ortadoğu’da krize giren ulus-devlet politikalarının çıkmazını da Kürt sorunu üzerinden bir kez daha görmüş olduk. Bu anlamıyla Kürt sorununun demokratik çözümüne dair önemli bir süreç başladı.
*TJA, kadın özgürlük mücadelesi ile demokratik barış mücadelesini neden birlikte ele alıyor? Bu yaklaşımın sahadaki somut yansımaları neler oldu?
27 Şubat çağrısı yapıldıktan sonra, toplumun özellikle kadınlar öncülüğünde süreci sahiplenmesiyle birlikte ciddi anlamda bir barış umudu ortaya çıktı. Toplumsal bir barış umudu yaratıldı. Türkiye’nin demokratikleşme sürecine adım atıp atmayacağına dair kaygılarla birlikte, bu yola girmesinde kadınların itici bir güç misyonu yüklendiği bir sürecin içine girdik. Bu 27 Şubat deklarasyonunu, biz aslında bütün eylemsellik süreçlerimize yansıtmaya çalıştık. Çünkü bir 8 Mart sürecini geçirdik; belki de en görkemli 8 Mart’larımızdan bir tanesini yaşadık. Kadınların, Kürt sorununun içerisinde, Türkiye’nin demokratikleşme sorununun içerisinde kadın sorununu anlatmaya çalıştık. Taleplerimizi bu anlamıyla ifade etmeye çalıştık. 8 Mart’ların ardından gelişen Newroz süreçleri, 4 Nisan süreci, 1 Mayıs’lar, 1 Eylül’ler ve gelişen bütün toplumsal takvimlerin hepsinde, aslında demokratikleşme meselesini biz kadınlar cephesinden ifade etmeye çalıştık.
“2025 yılına kadar sistem karşıtı bütün hareketler yoğun baskı ve şiddet politikalarıyla karşı karşıya kaldı. Toplumsal mücadele yürüten hareketler, başta kadın hareketi olmak üzere, gözaltı, tutuklama ve tehditlerle bastırılmaya çalışıldı. Bunun bir sistem politikası olduğunu düşünüyoruz. Bu, yalnızca devletle sınırlı bir mesele değildir; kapitalist modernitenin kendi mücadele bastırma politikalarının bir parçasıdır.”
*Savaş politikalarının derinleştiği bir dönemde Demokratik Barış ve Toplum Çağrısı kadınlar açısından ne ifade ediyor?
Bu sorunun, dediğim gibi, çatışmasızlık zemininden çıkarılarak sadece silahların susması üzerinden tarif edilmesine dair bir eleştirimiz vardı. Çünkü Kürt sorununun çok köklü bir sorun olduğu, 200 yıllık bir geçmişinin bulunduğu gerçeği ortadayken, barışın yalnızca silahların susmasıyla geleceği fikri gerçekten çok kabul görüyordu. Bu anlamıyla biz, ülkenin demokratik bir anayasaya, özellikle özgürlükçü yasalara ve bir barış yasasına ihtiyacı olduğunu vurgulayarak bunu öne çıkarmaya çalıştık. Çünkü kadınların kadın olduğu için ezildiği, kadınların kadın olduğu için kendi cins kimliğinden kaynaklı şiddet gördüğü bir toplumsal gerçekliği Ortadoğu’da ikinci kez yaşıyoruz.Hem Kürt olmak hem kadın olmak meselesi, Kürt kadın hareketinin temel mücadele alanlarından bir tanesiydi. Çünkü kadın gerçekliğimizden kaynaklı zaten şiddet gören, baskı ve tahakküm altında olan bir kadın gerçekliği var. Bunun üzerine bir de Kürt kimliği eklendiğinde, hatta daha farklı olarak Alevi ya da Êzidî kimliğine sahip olunduğunda, şiddetin kat ve kat arttığı bir döngünün içerisindeyiz. Bu anlamıyla aslında demokratikleşme meselesi bizim açımızdan kıymetlidir. Bu sürecin sadece bir barış meselesi olmadığı da manifesto, temel başlığında kendisini ortaya koyuyor. Çünkü sürecin ismi Demokratik Toplum ve Barış Süreci’ydi. Bu anlamıyla barışın toplumsallaşması, bizim açımızdan temel yol haritalarından bir tanesiydi.
Çünkü biz, iki tarafın kendi arasında konuştuğu ve sorunlarını çözdüğü lokal bir sorunu yaşamıyoruz. Çok katmanlı, çok girift bir sürecin içerisindeyiz. Bu anlamıyla barışın toplumsallaştırılmasına ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Buna öncülük edenlerin de kadınlar olması gerektiğini bildiğimiz için, bu sürecin öncülüğünü; Demokratik Toplum Manifestosu’nu örgütlemek, demokratik bir toplumu inşa etmek için taşıdığımız öncülük misyonunun farkındalığıyla bütün eylemselliklerimize, bütün politik tartışmalarımıza bu perspektifi yedirmeye çalıştık. Sürecin geldiği noktayı bu şekilde ifade edebilirim.
Şüphesiz kadınların çok boyutlu mücadele alanları var. Özellikle TJA’nın bir kadın hareketi olma misyonu, onu çoklu mücadele alanlarına da yönlendiriyor. Bu anlamıyla Özgür Kadın Hareketi, sadece siyaseten değil; siyaset zeminlerinin dışında, sanatta, düşünsel alanlarda, şiddetle mücadelede ve toplumsal zeminlerde örgütlenme alanlarına sahiptir. Bu da bize çoklu mücadele ve çoklu deneyim imkânı sunuyor. Bu nedenle biz bu süreci karşılarken, bir yılımızı oldukça dolu geçirdik. Örneğin, demokratik toplum ve barış meselesini önce kendi iç barışını sağlama perspektifinden ele alarak, temelde Kürt kadınlarının Ulusal Birlik Konferansı’nı bu yıl içerisinde gerçekleştirdik. Çünkü Kürt kadınlarının birlik meselesinin, aslında ulusal birliğe de öncülük edeceği gerçeğinden yola çıkarak bu çalışmanın önemini gördük. 2025 yılı içerisinde, Demokratik Toplum ve Barış Süreci’nin tam da can alıcı bir şekilde yürütüldüğü bir dönemde bu konferans gerçekleşti. Farklı ideolojilerden, ancak Kürt kimliğine sahip kadınlarla bir araya gelmek; kadın olduğumuz için, Kürt olduğumuz için ezildiğimiz, baskı ve şiddet gördüğümüz ve toplumsal barışa ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde Kürt kadınlarının bu konferansı son derece kıymetlidir. Hemen ardından Kürt kadın parlamenterler konferansı gerçekleştirildi.
Tüm bunlarla birlikte, kadın sorunu bağlamında kadınların maruz kaldığı şiddetin engellenmesi, önlenmesi ya da önleyici politikaların nasıl oluşturulması gerektiğine ilişkin olarak, kadın şiddetiyle mücadele ve çözüm yöntemlerini ele aldığımız bir konferans ve çalıştay Amed’de gerçekleştirildi. Bu çalıştayda, şiddetin katmanları; fiziki, psikolojik, ekonomik ve kültürel kimlikten kaynaklı yaşanan şiddet biçimleri ele alındı. Bu şiddet biçimlerini ortadan kaldırmaya yönelik alternatif mücadele alanlarını ortaya koyan bir perspektif ve yol haritası oluşturulmaya çalışıldı.
Komünler alternatif bir yaşam
Tüm bunlarla beraber, sadece Kürdistan’da, Kürt kadınlarının odağında yürütülen bir mücadeleyle sınırlı kalmadık elbette. Bizim açımızdan 2025 yılının en önemli çalışmalarından biri de “Barışa İhtiyacım Var” İnisiyatifi’nin kurulması oldu. TJA, bu inisiyatifin kurulmasına öncülük eden bir misyona sahipti. Bu kapsamda, kendisini feminist olarak tanımlayan, Türkiye sol hareketi ya da sosyalist hareket içerisinde yer alan, birey, aydın ya da akademisyen olarak kendisini tanımlayan birçok kadınla görüşmeler yapıldı. Barışa duyulan ihtiyaca dair ortak bir perspektif oluşturuldu ve bu perspektifin süreç içerisinde kurumsallaşması gerektiği, Türkiye Kadın Hareketi ile birlikte kararlaştırıldı. “Barışa İhtiyacım Var” İnisiyatifi önce İstanbul’da kendisini deklare etti, ardından İzmir’de bir deklarasyon gerçekleştirdi. Peyderpey başka illerde de kendisini inşa etmeye dönük çalışmalarımız sürüyor. Bu anlamda kadın kimliğinin çoklu ve kesişimsel alanları, bizlere farklı mücadele deneyimleri de sunuyor. Yürüttüğümüz mücadele içerisinde Türkiye kadın hareketleriyle, Kürt parlamenterlerle ya da Kürt olup TJA’lı olmayan, farklı ideolojik bakış açılarına sahip kadınlarla bir araya gelerek ortak buluşmalar gerçekleştirdik. Diğer yandan bizim açımızdan en önemli çalışmalardan biri de 2025 yılını mahallelerde ve köylerde kadınlarla konuları tartışarak geçirmemiz oldu. Çünkü mesele sadece sistemlerin sunduğu verili alanlarla yetinmek değil, kendi alternatif yaşam alanlarını oluşturmaktır. Kadınların, kendi yaşamlarını inşa edebilecekleri, kararlarını alabilecekleri ve özgür düşünebilecekleri alanlara ihtiyaç olduğu tespiti bütün kadınlar tarafından yapılmaktadır. Bu alanların, kadınların kendi öz gücüne dayanarak, kendi kararlarıyla ve kendileri tarafından inşa edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu kapsamda köy köy, mahalle mahalle birçok çalışma yürüttük. Bu çalışmalarda iki saatlik komünler oluştuğu gibi, kalıcı komünlerin oluşumuna dair bir irade beyanı da açığa çıktı. Bu anlamıyla toplumsal mücadelede alternatif bir yaşamın nasıl kurulabileceği sorusuna bir cevap üretmeye çalıştık. Bu cevabı da kadınlarla birlikte bulmaya gayret ettik. Bu nedenle oldukça yoğun bir toplumsal mücadele sürecinin içerisindeyiz ve bu, kısa vadede sonuçlanacak bir süreç değildir.
Çünkü komünleri alternatif bir yaşam olarak tarif ediyorsak, bu uzun erimli ve stratejik bir çalışmadır. Özgür kadın hareketi de bu sürecin bizzat kendisidir. Bugün spor sahalarının, meclisin ya da sokakların şiddet alanına dönüştüğü bir süreçten geçiyoruz. Bu anlamıyla mekanın, zamanın ya da zeminin tali olduğu; her sokağın, her mahallenin, her alanın bir mücadele alanına dönüştüğü bir dönem yaşadık.Şüphesiz 2025 yılının deneyimlerine dair neyi başardığımızı, neyi eksik bıraktığımızı tartışıyoruz. Eleştirel ve öz eleştirel bir yaklaşımla, TJA’daki bütün kadınlar bireysel yoğunlaşmalarının yanı sıra kolektif seminerlerde de bu değerlendirmeleri yapıyor. Çünkü neredeyse her gün üç kadının katledildiği bir Türkiye gerçekliğinde, “başarılı olduk” demek bizler açısından zorlayıcıdır. Eksik kaldığımızın farkında olarak, bu eksikleri tamamlayarak 2026 yılını karşılama hedefimiz var. 2025 yılına kadar sistem karşıtı bütün hareketler yoğun baskı ve şiddet politikalarıyla karşı karşıya kaldı. Toplumsal mücadele yürüten hareketler, başta kadın hareketi olmak üzere, gözaltı, tutuklama ve tehditlerle bastırılmaya çalışıldı. Bunun bir sistem politikası olduğunu düşünüyoruz. Bu, yalnızca devletle sınırlı bir mesele değildir; kapitalist modernitenin kendi mücadele bastırma politikalarının bir parçasıdır. Çünkü bir toplumu yoksullaştırdığınızda, toplumsal sorunları derinleştirdiğinizde, o toplum kendi sorunlarıyla baş etmeye çalışırken egemene karşı mücadele edemez hale getirilir. Bu anlamda özel savaş politikaları, bizler açısından tam da böyle bir uygulamaya karşılık gelmektedir.
“Bu anlamıyla biz kadınların toplumsal mücadele alanlarında daha fazla görünür olması, sorunların kendisinin toplumla beraber çözüleceği gerçeğine inanıyoruz. Bunun için de aslında daha fazla toplumda örgütlenerek kadınların örgütlenme kadınların daha fazla örgütlü alanlarda yer almasına dair önemli bir yani süreci önümüze koyuyoruz.”
*Devletin “özel savaş” politikalarının kadın yaşamını hedef aldığı bu süreçte, Demokratik Barış ve Toplum Çağrısı nasıl bir karşı duruş sunuyor?
Özellikle 2015 yılı sonrası toplumda bireysel silahlanmanın çok yoğun örgütlendirildiği toplumun ve uyuşturucunun çok yoğun örgütlendirildiği bir süreçti. Diğer yandan cezasızlık politikası da başka bir versiyonudur. Bu anlamda bu politikaların kendisi toplumda ciddi anlamda toplumsal dokuların, toplumsal ahlakın dejenere edildiği bir kültür oluşturulma inşa edilmeye çalışıldı. Kadın hareketi olarak bizler de aslında bu politikaların karşısında mücadeleyi hep yükseltmeye çalıştık. Özellikle Türk kadınlarına yönelik üniformalı formalı erkek şiddeti diye ifade ettiğimiz ya da işte yargı yoluyla cezasızlık politikalarının sürekli palazlandığı bir sürece karşı mücadele deneyimimizi her zaman yükseltmeye çalıştık. Şimdi Savaş meselesinin sadece silahlar olmadığı gerçeğini biz biraz buradan da okumaya çalışıyoruz. Çünkü sistemin toplumun ahlaki değerlerini bozmaya çalışması ve toplumsal sorunları yükselterek kendisine karşı bir direnç mekanizmasını kırılmasının özünde biraz bu politikaların kendisi yatmakta. Bugün neredeyse Kürdistan'ın her kentinde birilerinin birilerini katlettiğim ya da işte kolay yoldan para kazan Olmak için ya da yani özendirildiği için uyuşturucunun çok yükseltildiği, fuhuşa zorlanan kadın gerçekliği bizler açısından temel kriz noktalarından bir tanesi. Bunlarla beraber kadın yoksulluğu en temel sorunlarımızdan bir tanesi.
Biz özellikle kadın yoksulluğunun kendisinin özellikle AKP'nin aile politikası politikalarından da kaynaklı özel örgütlendirildiğini düşünüyoruz. Kadınların sadece ev sınırlarında ‘özel olan politiktir’ esprisini atıfta bulunarak ifade ediyorum. Eve kapatıldığı ve 3 çocuk 5 çocuk dayatmasıyla sadece cinsel bir meta olarak konumlandırıldığı gerçeğe itiraz ediyoruz. Kadınların kamusal alanda olmaması, kadınların işte bu mücadele deneyimlerinde mücadele süreçlerinde yer almamasının kendisi biraz direnç kırma yöntemi. Bu anlamıyla biz kadınların toplumsal mücadele alanlarında daha fazla görünür olması, sorunların kendisinin toplumla beraber çözüleceği gerçeğine inanıyoruz. Bunun için de aslında daha fazla toplumda örgütlenerek kadınların örgütlenme kadınların daha fazla örgütlü alanlarda yer almasına dair önemli bir yani süreci önümüze koyuyoruz.
“Başta kadın sorunu olmak üzere Kürt sorununun ve bütün ezilen halkların yaşadığı krizli sorunların aşılmasına dönük önemli bir aşama olacaktır. Her ne kadar kendisi, “benim özgürlüğüm toplumun özgürlüğünden önce değildir” dese bile, biz kadınlar özgürlük meselesinin kendisini onun özgürlüğüyle ortak bir bağlamda ele alıyoruz.”
*Önümüzdeki dönemde TJA’nın Demokratik Barış ve Toplum Çağrısı kapsamında öncelikli mücadele başlıkları neler olacak?
Bizler açısından 2026 yılı, Kürt sorununun demokratik çözümünde, özellikle bu sorunun çözümünde esas rolü olan ve çözüm iradesini ortaya koyan Kürt halk önderinin özgürlüğü açısından belirleyici bir yıl olacaktır. Çünkü onun fiziki özgürlüğünün sağlanması, özgür yaşar ve çalışır koşullarının oluşturulması; başta kadın sorunu olmak üzere Kürt sorununun ve bütün ezilen halkların yaşadığı krizli sorunların aşılmasına dönük önemli bir aşama olacaktır. Her ne kadar kendisi, “benim özgürlüğüm toplumun özgürlüğünden önce değildir” dese bile, biz kadınlar özgürlük meselesinin kendisini onun özgürlüğüyle ortak bir bağlamda ele alıyoruz. Bu anlamıyla tecrit politikasının tümden kaldırılması, fiziki koşullarının düzeltilmesi ve özgür yaşar, çalışır koşullara ulaşması bizler açısından en esas politika başlıklarından biridir.
Bizler açısından önemli olan bir diğer konu başlığı ise özgür yasaların, barış yasalarının çıkarılması ve anayasa çalışmalarında kadınların haklarının doğru bir şekilde ele alınmasıdır. Kadın iradesinin görülmesi, kadınların masada yer alması ve anayasanın yeniden oluşturulmasında kadınların rolünün kabul edilmesi, kararların kadınlarla birlikte alınması temel bir gerekliliktir. Çünkü bilinen bir gerçek vardır; en basit haliyle ifade edecek olursak, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme, kayyum atamaları, kadın politikalarına yönelik müdahaleler ve kadın gelişim merkezlerinin kapatılması gibi uygulamalarla birçok zemin kadınlara ve topluma kapatılmıştır. Bu alanların yeniden topluma ve kadınlara açılması büyük önem taşımaktadır. Bu anlamıyla kayyum politikasının tümden ortadan kaldırılması bizler açısından önemli bir mücadele alanıdır. Diğer yandan anadil meselesi, Kürt halkının anayasal statüsünün kabulü ve vatandaşlık tanımının Kürtleri kapsayacak şekilde düzenlenmesi bizler açısından önemli bir başka mücadele alanıdır. Ancak tüm bunlarla birlikte şiddet meselesi, kadına yönelik şiddet sorununun çözülmesi için daha fazla örgütlenmeyi, daha fazla mücadele alanı oluşturmayı ve en önemlisi daha fazla çözümcü politika ve çözüm alanlarının hayata geçirilmesini gerektirmektedir. Bu konuda öncülük misyonumuzun farkındayız. Ortadoğu’ya öncülük edecek olanın Kürt kadınlar ve Özgür Kadın Hareketi olduğunu biliyoruz. Üzerimize yüklenen bu misyonu ve üstlendiğimiz mücadelenin gerekliliğini yerine getirmek için, 2026 yılını daha büyük bir umutla, coşkuyla; kazanmanın, başarmanın ve gerçekten özgürleşmenin umuduyla karşılayacağımızı ifade edebilirim.
*Kadınlara vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Yani “hak verilmez, alınır” sözünden yola çıkarak, kadın sorununun bütün sorunların merkezinde olduğunu; özellikle sistematik toplumsal katliamın ortadan kaldırılması için çoklu mücadele deneyimlerinin esas alınması gerektiğini ifade ediyoruz. Her bir kadının kendisini bir özne olarak gördüğü ve gerçekten “Bir kişi daha eksilmeyeceğiz” sözüyle birlikte, bir kişi daha olmanın mücadelede yer alması gerektiğini vurguluyoruz. Bu bağlamda bütün kadınları, bulundukları her alanda; sokakta, iş yerinde, evde mücadele etmeye ve örgütlü mücadeleye çağırıyoruz. Bu anlamıyla dayanışma gösterilecek bütün alanlar, bütün kadınların temel özgürlük mekânlarıdır. Bu nedenle bütün kadınları özgürlüğe ve örgütlülüğe çağırıyoruz.











