Şiddet, ataerkinin kontrol mekanizması: Çözüm eşitlikte

  • 09:01 10 Aralık 2025
  • Güncel
Melike Aydın 
 
MUĞLA - Şiddetin kökeninde toplumsal cinsiyet eşitsizliği bulunduğunu ve ataerkinin devamlılığını sağladığını dile getiren Sosyolog Özlem Altınok, cezasızlık, medya ve siyasi politikaların şiddeti normalleştirdiğini vurguladı.
 
Kadına yönelik şiddet, Türkiye’de gündelik yaşamın her alanına sirayet eden yapısal bir sorun olmaya devam ediyor. Yasal düzenlemelere, kampanyalara ve farkındalık çalışmalarına rağmen kadınlar hâlâ hem özel alanda hem kamusal alanda çok yönlü şiddet biçimleriyle karşı karşıya bırakılıyor. Uzmanlar, bu şiddetin bireysel değil toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayanan sistematik bir mekanizma olduğunu vurgularken; cezasızlık politikaları, ataerkil söylemler ve medyanın cinsiyetçi yaklaşımının şiddeti normalleştiren en temel unsurlar arasında yer aldığını belirtiyor. Sahaya çıktığımızda ise kadınların şiddetle mücadelenin yükünü omuzlarında hissettiği; kamusal desteklerin yetersizliği, bakım emeğinin kadınların üzerine bırakılması ve eşitlik politikalarının zayıflatılması nedeniyle güvende hissetmekte zorlandığı görülüyor. Hem uzman değerlendirmeleri hem de kadınların tanıklıkları, şiddetin önlenmesi için köklü ve eşitlik temelli politikaların aciliyetini bir kez daha ortaya koyuyor.
 
Mikrofon uzattığımız kadınlar, şiddetle mücadelede kadın örgütlerinin tek başına yetersiz kaldığını; yasaların etkin uygulaması, kamusal destekler, cinsiyet eşitliği eğitimi ve bakım emeğinin paylaşılması gibi köklü çözümlerin acil eylem planlarına dahil edilmesi gerektiğini söylüyor.
 
‘Kadın örgütleri şiddeti bitirmeye tek başına yetemez’
 
Yasaların uygulanmadığını, birçok kadının tedbir kararlarına rağmen katledildiğini dile getiren Emek Benim Kadın Derneği Başkanı Nahide Uçar, şiddetin önüne geçmek için kadınların yasal ve sosyal haklarını ve kendilerini nasıl koruyacaklarını bilmesi gerektiğini belirtti. Nahide Uçar, “Kadınların bir kere şiddete uğradığında devamının geleceğini bilmeleri gerekiyor. Tedbir kararı aldırdığında polis 24 saat evin önünde beklemiyor. Kaldırılan İstanbul Sözleşmesi kadını en iyi koruyan sözleşmeydi. Kadın sığınakları yani kadınların en öncelikli kaçış yeridir. Ama sığınağa kapatılmak da kadın için iyi değil. Oysa istihdama yönelik politikalar yaparsan kadın kendi ayakları üzerinde durabilir. Kadın örgütleri, sivil toplum örgütleri sahadalar ama yeterli değiller. Şiddetle mücadelede ancak devlet destek olursa başarılı olabilirler” diye belirtti. 
 
‘Mutsuz çocuklar yetiştiriyoruz’
 
Emekli Nuray Demirel ise şu ifadeleri kullandı: “Şiddetin son bulması için çocuklar düzenli bir aile ile yetiştirilmeli. Onlara öncelikle kendimiz örnek olmalıyız. Çocuklar liseden sonra bizim çocuğumuz olmuyor; artık toplumun çocuğu oluyor. Eğitim kurumundaki öğretmenler de özgür değil ki özgür çocuklar yetiştirsin. Çocuklar 18 yaşına kadar şiddeti, cinselliği her şeyi yaşıyorlar. Sonra hayatları bitiyor, mutsuz çocuklar yetişiyor.”
 
‘Erkeklerin zihniyeti eğitimle değişir’
 
Bir diğer emekli Melahat Aydın, kadına yönelik şiddetin arttığını kaydederek, kadın sığınaklarının kısa süreli çözüm getirdiğini dile getirdi. Melahat Aydın, “Toplumun, özellikle erkeklerin zihniyetinin değişmesi çok zor. Erkeklerin dönüşebilmesi için mesela eğitim kurumları değişebilir. Eğitim değişirse erkeklerin zihniyeti değişir”  dedi.
 
‘Değişim için kadınların önü açılmalı’
 
KADES gibi uygulamaların olumlu olduğunu ancak yeterli korumayı sağlamadığına değinen ev emekçisi Sumru Büyükkoşar, fail erkeklerin gerekli cezayı almadığını kaydetti. Sumru Büyükkoşar, “Şiddet yaşandığında herkes kapıları çarpıp içeri giriyor. ‘Suç benim üstüme kalır’ diyor ya da kimse uğraşmak istemiyor. Her türlü baskı iş yerlerinde, ailelerde; eş veya sevgili şiddeti… Sırf fiziksel değil, her türlü şiddete maruz kalıyor kadınlar. Kadını hiçe sayan bir topluma dönüşüyoruz yavaş yavaş. Ama biz kadınlar her yerdeyiz, bizi hiçe saymaları gibi bir durumu kabul etmiyoruz. Erkek egemen bir toplumuz; iş yerlerinde üst düzeylerde tercih edilenler erkekler oluyor. Kadın üst düzeye çıkamadığı zaman nasıl yapacak o değişimi? Önce kadın için bir yolun açılması gerekiyor” sözlerini kullandı.
 
‘Şiddeti destekleyen çok öğe var’
 
Kadın kurumlarının sayısı artsa da yeterli olmadığını ve devletin bu kurumlara destek olmadığını dile getiren Deniz Güzel, şiddeti destekleyen birçok öğenin bulunduğunu ifade etti. Deniz Güzel, “Bu düzende kadının güçlenmesi diye bir şey söz konusu olamaz. Kendimizi ayakta tutacak kadar güçlenmeye çalışıyoruz ama düzen bunu da baskı altına alıyor. Cezasızlık var. Kadın örgütlerinin yapabilecekleri çok fazla bir şey kalmıyor. İlerilere götürebilmeleri için bir yol açılması lazım ama o yolu da açacak bir düzenimiz yok şu anda. Kadınlar olarak safları sıklaştırırsak belki” diye konuştu. 
 
‘Belediyelerin etkinlikleri yetersiz’
 
Belediyenin etkinliklerinin de yetersiz kaldığını söyleyen emekli Ayşe Çoban ise şunları dile getirdi: “Belediyenin koroları var, kafeleri var. Arkadaşlarımla oturuyoruz, ruhen beni genişletiyor ama yeterli değil. Sadece oturup orada çay içmek değil, farklı şeyler de yapabilmeliyiz. Benim 15 bin lira maaşım var. İdarelik bir evde oturuyorum, mutlu değilim. Ev kiraları biraz ucuz olmalı, bundan en çok kadınlar etkileniyor.”
 
‘Üniversiteli kadınlar kadın kurumları hakkında pek bilgi sahibi değil’
 
Kadınların, erkekler tarafından maruz bırakıldığı psikolojik şiddete değinen öğrenci Yağmur Zengin,  “Kadın örgütleri var ama pek haberdar değiliz. Bence bilenler başkalarını daha fazla bilgilendirmeli. Şiddet hakkında çok da konuşulmuyor. Bu kurumlar hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteriz” dedi.
 
Sosyolog Zeynep Özlem Altınok ise, kadına yönelik erkek şiddetinin temel işlevinin, kadını kontrol etmek ve ataerkinin devamlılığını sağlamak olduğunu ifade etti. Özlem Altınok, şiddetin cinsel ve fiziksel şeklinin duygusal ve psikolojik şiddet türleri ile birlikte geliştiğini söyledi. Özlem Altınok, “Örneğin bir adam önüne konan bir yemeği eline sağlık demeden önce tuzu yok, ekşisi fazla vesaire diye eleştirmeye başlayıp eşine özel alanlarında veya başkaları önünde hakaretvari sözler sarf ediyorsa burada şiddet başlamıştır zaten. İşte bu davranışı, hakaretleri kabul etmek istemeyen kadınlar da sözlü şiddetin ötesinde şiddetin başka türleriyle tanışabiliyor. Bizim ‘cezasızlık politikaları’ dediğimiz mevcut yasaların uygulanmaması, kolluk kuvvetlerinin ihmali de mevcut eşitsizliklerin devamını sağlama işlevi görüyor. Bu da mevcut ataerkil toplumsal yapının normalleştirilmesi ve devamı için bence kilit bir işlev görüyor. ‘Aile 10 yılı’ diye konuşulan şey talimatta ne kadar dendiyse, üç veya beş çocuklu tek tip bir aile. Bizim istediğimiz ise toplumun ihtiyacı olan, sadece kadınların değil herkes için daha güvende ve iyi hayat yaşamasına vesile olacak eşitlikçi bir aile” şeklinde konuştu.
 
‘Stereotiplemeler, damgalanma korkusu, kültürel kodlar’
 
Yasalara rağmen toplumun büyük kesiminin toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden yoksun olmasının, stereotiplemeler, damgalanma korkusu ya da kültürel kodlarla ilişkisi olduğunu kaydeden Özlem Altınok, “Şiddeti açıklamak toplum ve çevre tarafından yargılanma ya da dışlanma endişesi yaratıyor. Sonuç alamama, bir etki yaratamayacağına dair de korku var. Mağdur ve hayatta kalan kadınların şikâyet etmesi durumunda daha fazla şiddet göreceği kaygısı, bilgi eksikliği nedeniyle kadınlar adalete erişimde ciddi güçlükler çekiyor. Bunlar toplumsal cinsiyet eşitliğinden uzaklaştıkça daha büyük problem olmaya devam ediyor. Çünkü kadına şiddetle mücadelenin aslında kilit noktasında eşitlik politikaları var. Ama aksine eşitlik politikalarını genişletmek yerine 2010’dan bu yana eşitliğe ve laikliğe karşı açılmış bir savaş var” sözlerine yer verdi. 
 
‘Basının şiddet kültürünün değişmemesinde payı büyük’
 
Türkiye'de medyanın baskı altında olduğunu, bağımsız medya kuruluşlarının azaldığını, muhalif kanalların da dahil sahayı erkeklerin domine ettiğini hatırlatan Özlem Altınok, “Mesele kimin sesi duyuluyor meselesi. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme sürecinde gerek yandaş gerek muhalif kanalda kadına karşı şiddetin beş tane erkek tarafından konuşulduğu panelleri izledik. Taciz, tecavüz haberlerinin bazen magazinleştirilmesi, neredeyse pornografik şekillerde verilmesi; kadına karşı şiddetle ilgili haberlerde kullanılan görsellerle mesela gözü mor veya ağzı kapatılmış, sesi çıkmayan kadın görseli gösterilerek şiddetin sadece fiziksel şiddete indirgenmesi problem. Ayrıca kadınlar sadece kendi hayatları üzerinde söz sahibi olan özneler değil. Onları pasif, kurban olarak gösterilmesi de sorun” diye belirtti. 
 
‘Her alanda cinsiyetçi söylemler ve imalar arındırılmalı’
 
Cinsiyetçi hakaret sözlerinin gündelik hayata nüfuz ettiğine dikkat çeken Özlem Altınok, kadını ikincilleştiren ve eşyalaştıran söylemlerin eğitimden medya diline kadar kullanılmaması gerektiğini söyledi. Şiddetin kuşaktan kuşağa aktarılmasını önlemek için toplumsal cinsiyet eşitliğinin hayata geçirilmesi gerektiğini hatırlatan Özlem Altınok, “Hayatın her alanında, okutulan kitaplarda kadınların, erkeklerin veya bu ikili cinsiyet sisteminde yer almayan insanların nasıl temsil edildiği, ne gibi rollerde gösterildiği gibi şeyler çok önemli. Çocukların algısını etkileyen çizgi filmler, haberlerde temsil ve görünürlük az önce bahsettiğim şey. Mesela kadını sürekli temizlik malzemesi reklamlarında temizlik yaparken göstermek, sanki temizlik sadece kadının işiymiş gibi göstermektir. Veya çocuklara, engelli bireylere bakım emeğini verenlerin sadece kadın olduğunu vurgulamak  pratikte gerçekten de bunun yüzde 75’i kadınların verdiği emek olsa da bunların ‘kadın işi’ olarak görülmesi büyük bir problem” diye kaydetti. 
 
‘Kamusal yatırımlar yapılmalı’
 
EŞİK olarak sıklıkla bakım odaklı, mor, yeşil, kamucu ekonomiler vurgusu yaptıklarını dile getiren Özlem Altınok, sosyal destek politikalarıyla, kamusal yatırımlarla desteklenmesi ve eşit olarak bölüşülmesi gerektiğini ifade etti. Bakım emeğinin ailenin üzerine atılmasının genelde kadının üzerine atılması anlamına geldiğini söyleyen Özlem Altınok, “Çünkü bu toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı iş bölümünde bazı işlerin aslında ekonominin, iş gücünün yeniden üretilmesinin, toplumsal hayatın çok önemli bir yerinde duran bakım emeğinin de değersizleştirilmesini, bu emeği veren kadınların da değersizleştirilmesini sağlıyor. Şiddetin kuşaktan kuşağa aktarılmasını önlemek için bakım emeğinin eşit olarak paylaşılması hem aile içinde hem kadınlarla erkekler arasında hem de özel alan ve kamusal alana kaynak aktarılması gerekiyor” dedi. 
 
‘Şiddetsiz evler için acil eylem planları yapılmalı’
 
Şiddetsiz evler için içinde hak örgütleri ve kadın örgütlerinin bulunduğu acil eylem planı oluşturulması gerektiğini paylaşan Özlem Altınok, bunların 2007’den bu yana ne yapıldığı belli olmayan ve kaynak ayrılmayan ulusal eylem planları şeklinde olmaması gerektiğini belirtti. Ayrıca 6284 sayılı yasanın etkin olarak uygulanması, bağımsız izleme mekanizmaları kurulması gerektiğini ifade eden Zeynep Altınok, “Türkiye'de şu anda bir tane bile cinsel şiddet kriz merkezi yok. Sığınak sayıları ne kadına karşı şiddetle ne de kadın cinayetleri ile orantılı. Her 200 bin nüfusa bir cinsel şiddet kriz merkezi diyoruz ama Türkiye'de sayısı sıfır. Şiddetsiz sokaklar için Türkiye'de şu anda gerçekten toplumun pek çok kesiminde bir güvenlik kaygısı var. Bu güvenlik kaygıları hak ve özgürlükleri kısıtlayarak değil, sosyal politikalar güçlendirilerek giderilmeli. Kamusal alanlarda güvenlik ve erişilebilirlik için yatırımlar yapılmalı” ifadelerine yer verdi. 
 
‘İş hayatında erkeklerin de bakım yükümlülüğü göz önüne alınmalı’
 
Şiddetsiz iş yerleri için ILO 190 Sayılı Sözleşmesi’nin tarafı olunması gerektiğini dile getiren Özlem Altınok, “Kamu ve özel sektörde istihdam, yönetim kademelerinde eşitlik, ücret eşitsizliğinin ortadan kaldırılması ve yine babaların da çocuk bakım yükümlülüğü olduğu; bu cinsiyet kalıplarını kırmanın hem iş yerlerinde hem ailede çok ciddi geri dönüşümleri olacaktır. Bunların hiçbirisi bugünden yarına yapılabilecek şeyler değil. Ama hepsi için her gün atılacak birçok adım var” diye konuştu.