Konferans konuşmacıları: Gerçek demokratikleşme tecrit bittiğinde başlar
- 10:29 7 Aralık 2025
- Güncel
İSTANBUL - Barış ve Demokratik Toplum Konferansı, birçok kişinin katılımı ile ikinci gününde sürüyor. Konuşmacılar, eşit yurttaşlık ve yasalara vurgu yaparken Prof. Norman Paech ise şunu dedi: “Ancak ve ancak, önemli Kürt halkı figürüne Türk toplumunda hak ettiği konum ve yer verildiğinde ve Irak dağlarından gelen savaşçılar geri dönebildiklerinde, bu ülkenin demokratikleşmesi gerçekleşecektir."
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), İstanbul’da gerçekleştirdiği “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı”nın ilk günü yoğun katılımla gerçekleşti. Konferansın ilk günü, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat'ta başlattığı Barış ve Demokratik Toplum Süreci, dünya deneyimleriyle birlikte tartışıldı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan konferansa, sosyalizme ilişkin değerlendirmeler, demokratik entegrasyon ilkelerinin üç temel ayağını içeren bir mesaj gönderdi.
Bugün ise konferans yine yoğun bir katılım ile başladı. Konferansın ikinci günü “Ulus Devletten Demokratik Ulusa”, “Özgürlük, Barış ve Gelecek Perspektifleri” başlıklarının tartışmalarıyla sürüyor. “Ulus Devletten Demokratik Ulusa” başlığında yapılacak olan ilk oturumun moderatörlüğünü DEM Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Ebru Günay yapacak. Oturumda, Hukukçu Yazar Dr. Orhan Gazi Ertekin, Mısır’dan Modern ve Çağdaş Tarih Profesörü, Eski Dekan, Damanhour Üniversitesi’den Prof. Mohamed Refaat, Prof. Norman Paech ve Gazeteci-Yazar Nadire Mater konuşacak.
‘Artık Orta Doğu’da bir Kürt Anayasalcılığı var’
Yazar Dr. Orhan Gazi Ertekin ilk oturumda öncelikle söz aldı. Bu konferansın talebi olan adil bir barış talebini desteklediğini belirten Orhan Gazi Ertekin, “Umarım Türkiye bu fırsatı, bu nadir fırsatı yapıcı ve yaratıcı biçimde kullanır. Türkiye, nadir rastlanılan tarihi bir fırsatla karşı karşıya. Yeni bir anayasallık iddiası, yeni bir adalet, yeni bir ulusal kimlik ve yurttaşlık iddiasında bulunamadan siyasi hareketler yenildi. Bugün geldiğimiz noktada aynı toplumsal heyecanı bulamayabiliriz. Fakat bugün çok önemli bir şey var; Kürt Ulusal Hareketi yerellikleri oldukça güçlü biçimde tutma becerisi gösterdi. Çeşitli yerellikleri örgütleme ve sürdürebilme becerisi gösterdi. Kürt parlamenterizmi var. Kürt idareciliği var. Kürt yönetselliği var artık. Bakın, çok nadir ve dünyada mukayesesi az olan bir Kürt avukatlığı var. Bugüne kadar araştırdığım 9 Kürt avukat öldürüldü. Bütün bunları toparlayan önemli bir şey var. Bu kavramı öğrenelim bence; artık bir Kürt anayasalcılığı var. Orta Doğu’da bir Kürt anayasalcılığı var ve bu Kürt anayasalcılığı artık kendi anayasal hukukunu, kendi kurumsallığını oluşturuyor” sözlerini kullandı.
‘Türkiye hiçbir zaman üniter devlet olmadı’
Üç barış modeli olan İran, İsrail ve 88’deki Oslo görüşmeleri sonrasındaki barış süreçlerinin, sürekli bir “uygarlaştırma” ve “anayasallık” iddiasıyla kendi adaletini bölgeye hakim kılmaya çalıştığını söyleyen Orhan Gazi Ertekin, bu anayasallığı taşıma iddiasının bugün soykırıma kadar vardığını belirtti. Orhan Gazi Ertekin, “Bu yurttaşlık anlayışları; özgür ve eşit yurttaşlık iddiasını Orta Doğu’ya taşıma iddiasıyla üç farklı yaklaşım içeriyordu. Pehleviliği şimdi bir kenara koyalım ama Baas ve Kemalizm var. Anayasalcılığı ve yurttaşlığı taşıma iddiasıyla Baas ve Kemalizm var. Bunların anayasallık düşüncesine bakın; daima ikili hukuk. Türkiye üniter devlet diyoruz. Türkiye hiçbir zaman üniter devlet olmadı. Türkiye daima farklı eyalet sistemlerinin hukuksallaştırıldığı, negatif eyalet sistemlerinin hukuksallaştırıldığı, siyasal alanın coğrafi bir biçimde bölündüğü bir yer oldu; örneğin Dersim için ‘iç koloni’ derler. Türkiye Cumhuriyeti kendi tarihinin yüzde 70’inde ikili hukukla yönetilmiştir. Takrir-i Sükun Kanunu veya Terörle Mücadele Yasası'yla kendi anayasallığını ve kendi anayasallık anlayışını ortaya koymuştur. Bu ikili hukuk toplumu sürekli bölmüştür” dedi.
‘Anayasallık iddiası barbarlıkla birlikte geldi’
Türkiye anayasallığının daima iki farklı ayrımcı, kültürel-etnik ve kültürel hiyerarşi ile kendini yeniden inşa ettiğini belirten Orhan Gazi Ertekin, Türkiye’de bir Kürdün hem Kürt hem Türk olmasına izin verilmediğini söyledi. Orhan Gazi Ertekin, “Bir Kürt, Türk olmak zorundadır. Kemalizm, modern anayasallığı ve yurttaşlığı doğuya getirme, doğuda gerçek bir batıya rağmen batıcılık inşa etme iddiasıyla gelmekle beraber gerçekte uygarlaştırıcı bir barbarlık iddiasıyla beraber geldi. Benzer bir durum Baas için de geçerli. Geleneksel kurucu güçlerin reflekslerini, kurucu kimliklerin reflekslerini de devralan; kendi dışındaki Kürtlere, Alevilere ‘ilkel’ ve ‘sapkın’ olarak etiketleyen ve bunu yapısallaştıran bir gelenekle karşı karşıyayız. Barış önerilerinde dahi bu içgüdüsel zihinlerindeki hiyerarşiyi dışa vurabilen bir gelenek bu. Bunu bir görelim. Böyle bir anayasallık, böyle bir yurttaşlık ve böyle bir ulusal kimlik geleneği ile karşı karşıyayız. Milliyetçi bir dil içinden konuşuluyor ve komşusuna dahi saygı duymayan, geleneksel nefretleri hala taşıma iddiasında bulunan bir milliyetçi dil söz konusu. Bu, Türkiye'yi kendisinden daha küçük bir zihne mahkum etmektir; Türkiye'yi kendisinden daha küçük bir anayasallık aklına emanet etmek, Türkiye'yi kendisinden daha küçük, daha fakir bir yurttaşlık anlayışına emanet etmek demektir” diye belirtti.
‘500 öğrenciye Öcalan’ı sordum, üzerine tez hazırlıyoruz’
Mısırlı Damanhour Üniversitesi’nden Prof. Mohamed Refaat ardından söz aldı. Kürt Halk Önderi’nin çağrısını, barış ve demokratik toplum çağrısını selamlayan Mohamed Refaat, “Barış ve Demokratik Toplum çağrısı üzerine bir ders açtım. Yaklaşık 500 öğrenci Kürdistan İşçi Partisi ve Öcalan hakkında sınava tabi tutuldu. Bazı öğrenciler benim danışmanlığımda Öcalan üzerine yüksek lisans tezine hazırlanıyor. Önemli soru şudur: Öcalan demokratik toplum hakkında bize ne öğretiyor? Kürtler, Orta Doğu’nun yerli halkları arasında sayılır. Kürtler emperyal bir zihniyete sahip değildir, dolayısıyla saldırandan çok savunanlara dönüşmüşlerdir” diyerek Kürtlerin tarihsel süreçlerinden ve Osmanlı, İran ve uluslararası güçlerin tarih boyunca Kürtlere karşı yürüttükleri yok etme, inkâr ve soykırım politikalarından söz etti.
‘Orta Doğu Kürt katılımının eksikliği nedeniyle savaşların gölgesinde’
“Kürtler, Pers ve Osmanlı emperyalizminin içinde Kürt ulusal kimliğinin tohumlarını ekmiştir” diyen Mohamed Refaat, “Öcalan’a göre Kürt-Türk birlikteliği stratejik bir birliktelikten çok ortak bir kader, birliktelik ve sosyolojik bir durumdur. Ulus devletin kurulmasıyla Türkiye eşitlik ve birlikte yaşamak yerine Kürt kimliğini inkâr etti ve bu model eşitlikçi olmak yerine tek tipçiliği ve tek kimliği derinleştirdi. Böylece Kürt-Türk ilişkileri bozuldu; çünkü bu tekçilik inkar, imha ve parçalama üretti. Orta Doğu, Kürt katılımının eksikliği nedeniyle uzun zamandır savaşların gölgesinde ve kanlı bir coğrafyaya dönmüştür. Öcalan’a göre buradan çıkışın temeli barış ve demokratik toplumdur” şeklinde konuştu.
Kurtuluş hareketinin hedefi nedir?
Söz alan Prof. Norman Paech, Kürt Halk Önderi ile 1996’da yaptığı görüşmeye değinerek konuşmasına başladı. Bu tartışmanın iki önemli soru etrafında döndüğünü söyleyen Norman Paech, “Birincisi kurtuluş mücadelesinde şiddetin rolü, ikincisi ise ayrı bir devlet kurma ya da mücadeleyi bu devlet içinde özerklik ve kendi kendini yönetmeyle sınırlama sorusu. Her iki soru da o dönemde ağır silahlı NATO üyesi Türkiye'ye karşı silahlı mücadeleyi bırakmaya karar vermiş olan bir muhalif görüşle tamamen aynı fikirde olduğumuz demokrasi anlayışıyla yakından bağlantılıydı. Ayrıca ayrı bir Kürt devletinden vazgeçilmesini de içeriyordu. Bu, kapitalist demokrasi dünyasına karşı derin ve sağlam temellere dayanan bir şüpheciliğe dayanıyordu. Demokrasi hem emperyalist hem de bireyci bir karakterdeydi ve hala da öyledir. Kurtuluş hareketinin hedefi devleti ele geçirmek değil, siyasi karar alma sürecini yerel topluluklara, mahallelere, meslek odalarına ve konseylere devretmek olmalıdır. Bu nedenle bu kavram, yerel, tabandan gelen demokratik kurumların yatay düzeyde birleşerek temel siyasi kararları aldıkları ve böylece eski, modası geçmiş ulus devleti önemsiz kıldıkları bir düşünce biçimidir. Öcalan'ın demokratik ulus kavramı, homojen bir ulus devlet tarafından oluşturulmamış, ancak ortak demografik kuralları belirleyen çeşitli kimlikler tarafından tanımlanan bir siyasi topluluğu ifade eder” diye belirtti.
‘Her iki talep de yasal olarak kabul edilebilir’
“Dolayısıyla ulusal sorun, ulus devlet tarafından değil, eşitlik ve demokratikleşmeyle çözülür. Öcalan, parlak bir ifadesiyle; kapitalizm, bulutların yağmur taşıdığı gibi savaşı içinde taşır. Bu sözün söylenmesinden 100 yıl sonra bile geçerliliğini korumaktadır” diyen Norman Paech sözlerini şöyle sürdürdü: “Saldırganlık, rekabet ve hakimiyet arayışı yüzyıllardır kapitalist devletin karakteristik özelliği olmuştur. Uluslararası hukukçuların gözünden demokrasi anlayışına bakarsak, kendi kaderini tayin hakkı; Kürt halkı gibi bir halkın varlığını ve kimliğini korumak ve güvence altına almak için temel normdur. Öcalan, 1996 yılında Türkiye'den ayrıldıktan sonra bağımsız bir Kürt devleti kurma hedefinden vazgeçti. Bu, yerini Türkiye'yi mevcut sınırları içinde demokratikleştirmek için bilinen ademi merkeziyetçilik ve federalleşme alternatifine bırakıyor. Her iki talep de yasal olarak kabul edilebilir, ancak Türkiye gibi merkeziyetçi bir devlet için siyasi olarak zorlayıcıdır. Azınlık Hakları Bildirgesi üzerinde çalışılırken Türk hükümeti, azınlıkların tanınmasına karşı açık bir tutum aldı ve azınlık mensuplarını insan haklarının korumasına havale etti. Türk Anayasası ve diğer ilgili mevzuata göre, istisnasız tüm Türk vatandaşları eşit hak ve statüye sahiptir. Dolayısıyla etnik, dini veya dilsel farklılıklar temelinde herhangi bir kişi veya gruba lehine veya aleyhine ayrımcılık yapmak imkansızdır. Kürtler gibi etnik, dilsel veya kültürel azınlıkların varlığı ve kimliği ise bireylerin korunmasının ötesine geçen kolektif haklar yoluyla korunmalıdır.
Tecrit bittiğinde ve savaşçılar dönebildiğinde demokratikleşme sağlanır
1996 yılında tartıştığı konular artık geride kaldı ve şimdi yeni sorunlar, yeni sorular tartışılıyor. Bu, dönemin değişmesidir ve bu değişimin devam edeceği umudunu vermektedir. Ancak bunun, yeni demokratik gerçeklikler yaratan gerçek bir diyalog haline gelmesi için eksik olan bir şey var: Öcalan'ın İmralı Adası’ndaki hapishanede insanlık dışı tecrit altında tutulmasıdır. Ancak ve ancak bu önemli Kürt halkı figürüne Türk toplumunda hak ettiği konum ve yer verildiğinde ve Irak dağlarından gelen eski savaşçılar tehlikeye atılmadan geri dönebildiklerinde bu ülkenin demokratikleşmesi gerçekleşecektir. Gerçek bir şansınız var ve bu şans size doğru geliyor.
PKK’nin hâlâ listede olması bir skandal
Ben Almanya'dan geliyorum; PKK'nin hâlâ terör örgütü olarak yasaklandığı bir ülkeden. 1993 yılında Alman hükümeti PKK'yi yasadışı ilan ettiğinde Kürt toplumu benden en yüksek idari mahkemeye karşı dava açmamı istedi. Uluslararası hukuk temelinde mahkeme önünde mücadele ettim ancak şu ana kadar başarılı olamadım. 30 yılı aşkın süredir PKK, Türkiye'de olduğu gibi tüm Avrupa devletlerinde de ‘terör örgütü’ olarak kabul ediliyor ve bu gerçek bir skandal. Bu yasaya karşı mücadele etmeli ve bu yasayı kaldırmalıyız. Bu bizim görevimiz ve sorumluluğumuzdur. Kürt davası için mücadele etmeliyiz.”
Konferansa ara verildi.







