Ayşegül Doğan: Süreç tek taraflı değil, toplumsal ittifak şart

  • 09:02 16 Temmuz 2025
  • Siyaset
Melek Avcı 
 
ANKARA – İttifak tartışmalarına ilişkin sürecin tek taraflı değil, toplumsal ittifakla yürümesi gerektiğinin altını çizen DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “11 Temmuz’da başka partiler de orada olmalıydı, bu mesele iktidarın insafına bırakılamaz. İttifak değil, çözüm için sorumluluk alıyoruz” dedi.
 
Kürt sorununun çözümüne yönelik yürütülen süreçte, tarihi bir eşik Silêmanî kırsalında KCK Merkez Yürütme Kurulu Eş Başkanı Bese Hozat’ın öncülük ettiği PKK’nin silahları yakma töreniyle aşıldı. İktidar cephesinden henüz somut adımlar atılmasa da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan sürece ilişkin ilk kez konuşarak, Meclis’te yakın zamanda bir komisyon kurulacağını duyurdu ve “ittifak” ifadesini kullandı.  Tayyip Erdoğan, açıklamasında tüm siyasi ve toplumsal kesimlerin sürece dahil olması gerektiğine de dikkat çekti.
 
Silêmanî kırsalında silahların yakılması için düzenlenen törene katılan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, sürecin geldiği aşamayı ve gündeme yansıyan ittifak tartışmalarını değerlendirdi.
  
“Sayın Öcalan diyor ki; ‘Kürt meselesinin demokratik çözümü ve Kürt meselesinde barışın inşası siyasi ve hukuki zeminde mümkün.’ O günün anahtar kelimeleri, bugünün yol haritasının da anahtar kelimeleri. Beklenen adımların da anahtar kelimeleri’.”
 
*1 Ekim’den bu yana Kürt Özgürlük Hareketi birçok adım attı. 27 Şubat çağrısı, PKK kongresi ve son olarak 19 Haziran videolu çağrı ve silah imha töreni. Tüm bunlar devlet-iktidar ekseninde karşılık bulacak mı?
 
Sürecin bir ritmi var ve taraflar açısından karşılıklı süren bir tempodan bahsediyoruz. Bu ritimde zaman zaman durağanlıklar yansıyor kamuoyuna ve bunlar kriz şeklinde yorumlanıyor. Çok samimiyetle hissedilen birtakım endişeler var. Ama yanı sıra şöyle bir şey de var: yalnızca karşıtlık üzerine kurulu, yıpratmaya dönük maksatlı birtakım saldırılar da var. Bunu da görmek gerekiyor. Sürecin demokratikleşme ile bağını sorguluyor gibi durup esasında sorguladığı şeyin bu olmadığını bildiğimiz, diğerlerinden tamamen ayrı tuttuğumuz… Çünkü bizim de o konuda birtakım eleştirilerimiz, önerilerimiz var; o başka bir şey. Ama maksatlı olarak, ne zaman Kürt meselesi, Kürt meselesinde çözüm ve Türkiye'nin demokratikleşmesine ilişkin bir kapı aralanma olasılığı olsa bu kesimlerin harekete geçtiğini görüyoruz. Biz bunların maksatlı birtakım saldırılar olduğunun farkındayız. Bunları biraz kazıdığınızda altından kendi kaygıları, kişisel çıkarları, başka siyasi hesaplar çıkabileceğini biliyoruz.
 
Sayın Öcalan 27 Şubat'ta tüm dünya kamuoyuna açık bir şekilde bir çağrı yaptı. Çağrıda çok önemli birtakım tespitlerde bulunuyor. Hem silahlı mücadelenin PKK açısından bittiğini, tekrara düştüğünü, miadını doldurduğunu söylüyor. Ama aynı zamanda şöyle diyor: “Mücadele farklı bir biçimde devam edecek.” Bunu ilerleyen zamanlarda da gördük, nitekim doğrudan adlandırıldı bu. Son ikinci video mesajında “Siyaset boşluk kabul etmez, boşluk tanımaz” diyor. Bir değişim ve dönüşüme davet ediyor. Bu davet, bu çağrı yalnızca örgüte yönelik bir çağrıymış gibi algılanmamalı. Biz ilk gün, ilk an bu tespiti yaptık. Bu değişim ve dönüşümün parametreleriyle birlikte, özneleri dahil olması gereken kesimler de beraber değerlendirilmeli bu çağrı incelendiğinde.
 
Buradan baktığınızda esas muhataplardan biri kim? Tabii ki devlet ve iktidar, ana muhalefet partisi ve diğer muhalefet partileri, ve tabii ki DEM Parti. Ama şu küçük denklemde bile görüyoruz ki tek başına DEM Parti değil, tek başına iktidar değil, tek başına iktidar bloku olamaz. Bütün bu öznelerle birlikte ancak biz, bir sürecin içinden yol alma biçiminden bahsedebiliriz.
 
Arzu edilen, daha Ekim ayında bu tartışmalar başladığında Sayın Öcalan'la ilk görüşme Urfa Milletvekilimiz Ömer Öcalan tarafından gerçekleştirildiği gün ve sonrasında biz, hatırlarsanız şöyle bir çağrı yaptık: Dedik ki, “Sayın Öcalan diyor ki Kürt meselesinin demokratik çözümü ve Kürt meselesinde barışın inşası siyasi ve hukuki zeminde mümkün.” O günün anahtar kelimeleri, bugünün yol haritasının da anahtar kelimeleri. Beklenen adımların da anahtar kelimeleri.
 
Biz adımlardan bahsettiğimizde, toplumsal ve  siyasal olarak “Şu adımlar beklentimizdir, bunlar karşılanmalı; toplumun böyle talepleri var, şu yönlü itirazları var” dediğimizde, herhangi bir koşul ya da şart öne sürüyormuş gibi algılatmaya çalışanlar yanılıyorlar. Biz bir tespit yapıyoruz, bu tespit gerçekçi bir tespit. Bu tespit, toplumsal ihtiyacın doğrudan örtüştüğü bir tespit. Bu tespit, aynı zamanda bugün toplumun farklı kesimlerinin de ortak ihtiyacı hâline gelmiş bir tespit.
 
“Meclis Komisyonu'nun önümüzdeki günlerde kurulmasını bekliyoruz. Kurulacak; bizdeki bilgilere göre de kurulacak yakında. Her siyasi partiye komisyon üyelerini nasıl belirleyecek, onlar tartışılacak. Ve yine beklentimiz, Meclis Genel Kurulu kapanmadan önce komisyonun ilk toplantısını gerçekleştirmesi.”
 
*Sürece ilişkin en önemli adımlardan biri Meclis Komisyonu olarak görülüyor. Buna ilişkin herhangi bir gelişme söz konusu mu?
 
Bakın, Ekim'den bu yana bunca zaman geçti. Ancak şu ana kadar Meclis Komisyonu kurulmuş olabilirdi. Bu Meclis Komisyonu, 11 Temmuz'da Süleymaniye'de, o tarihî anda orada Meclis adına sorumluluk üstlenmiş olabilirdi. Bunlar olsa, toplumsal mesuliyet ve siyasi ihtiyaç açısından da çok önemli olurdu. Siyasi zeminden kastımız yalnızca Meclis'te kurulacak komisyon değil; o komisyonun yaratacağı demokratik ortam. Bundan sonraki beklentimiz de komisyonun, Meclis Genel Kurulu kapanmadan hızla kurulmasıdır ki kurulacak. Bunu Sayın Cumhurbaşkanı da ifade etti. Meclis’in bu konuda sorumluluk üstleneceğini söyledi.
 
Akabinde de temennimiz, bu komisyonun yaz ayları boyunca kesintisiz bir biçimde, hiçbir gerekçe ve mazerete sığınmadan, herhangi bir sebeple çalışmalarının kesintiye uğratılmamasıdır. Tabii çok önemli bir başka konu da bu komisyonun çoğulculuk ilkesine göre hareket etmesi. Usulen nasıl çalışacağını, komisyon üyelerinin ve grubu bulunan veya bulunmayan siyasi partilerin katkısıyla belirleyebilmesi… Meclis’in burada kolektif bir rol üstlenmesi çok önemli ve bu kolektif rolü en efektif bir şekilde işletmesi önemli.
 
Yasal ihtiyaçların neler olduğunu tespit etmesi, buna ilişkin teklifler üretmesi önemli. Alt komisyonlar oluşturup, bu toplumsal kesimlerin farklı farklı sorularına yanıt verebilecek temaslar kurması önemli. Yeri geldiğinde akademisyenleri, yazarları, gazetecileri, sivil toplum örgütlerini, meslek birliği temsilcilerini, kadın örgütlerini, gençlik hareketlerini, çatışma çözümü deneyimi olan insanları ya da barış inşasında farklı ülkelerde deneyim sahibi olmuş şahsiyetleri, kuruluşları alt komisyonları aracılığıyla dinleyip davet edebilir. Davet edemediklerinden yazılı raporlar isteyebilir.
 
Toplumsal bağın da güçlü tutması gerektiğini düşünüyoruz. Kadınların varlığına, kadınların ön açıcılığına, bu konudaki kolaylaştırıcı rol üstlenme taleplerine, yaptıkları açıklamalara, yine bu konuya ilişkin örgütlenme gruplarına, kadın hareketlerine… Bunların da dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz. Neticede komisyonun kurulması önemli bir adım olacak.
 
Meclis Komisyonu'nun önümüzdeki günlerde kurulmasını bekliyoruz. Her siyasi partiye komisyon üyelerini nasıl belirleyecek, onlar tartışılacak. Ve yine beklentimiz Meclis Genel Kurulu kapanmadan önce komisyonun ilk toplantısını gerçekleştirmesi. 
 
“Biz bu demokratik siyaset alanını silahlarını imha edenler için nasıl oluşturacağız? Komisyonun esas görevi bunları tartışmak. Yoksa komisyon anayasa gündemli ya da anayasaya giden yol için toplanıyor değil.”
 
*Komisyon’un ele alması gereken konulara bakarsak eğer, burada yasal düzenlemeler Anayasa yapım sürecine de yansıyacak mı? Biliyorsunuz AKP’nin 11 Haziran’dan bu yana her hafta topladığı bir Anayasa Komisyonu da var. Ne düşünüyorsunuz?
 
Bu komisyon, Anayasa ile ilişkilendirilerek değerlendirilmemelidir. Anayasa gündemli konuşulan bir konu değil. Ya da bu komisyon, yeni bir Anayasa yapmak üzere kurulmuyor. Bu komisyonun derdi, meramı belli. Her ne kadar bu sürecin özneleri farklı adlandırıyor olsalar da Türkiye'nin barışa ve demokratik bir topluma ihtiyacı var. Bu komisyon, oraya yürünen yolda ihtiyaç duyulan hukuki zemini oluşturmakla mükellef.
 
Türkiye'de demokratikleşmenin önündeki engelleri, barışın inşasını konuşabilmeli. “Barış ve Demokratik Toplum Grubu” olarak adlandırdılar kendilerini 11 Temmuz’da açıklama yapan grup. Neticede o grubun temsiliyeti oldukça yüksek bir temsiliyetti. Bu çok önemli bir mesaj. Bir; örgüt diyor ki, ben kurucu önderime bu düzeyde sadakat gösteriyorum ve bu sadakati en yüksek temsiliyetle kamuoyuna taşıyorum. İkincisi; sonuçta KCK Eş Başkanı Bese Hozat, orada bulunan, bu açıklamayı yapan kişi. Daha ilk günden, 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’dan çağrı gelir gelmez, ateşkesle karşılık verdiler. “Biz hazırız, buradayız ve kararlıyız” dediler.
 
Yine çok hızlı bir biçimde kongrelerini topladılar. “Hızlı” diyorum çünkü bizim kamuoyunda gördüğümüz açıklamalar, bu kongrenin toplanabilmesi için ilk başta birtakım şartların oluşması gerektiğine dairdi. Belli ki o şartlar, Şubat’tan Mayıs’ın başına kadar hızla oluşturulmaya çalışıldı.
 
Kongre toplandı ve sonra 12 Mayıs’ta kongre kararları deklare edildi. Ve bu kongre kararları da 27 Şubat çağrısına uygun bir şekilde alınmış kararlardı. Bu kararların gereğini de yine en hızlı şekilde yapacaklarını ifade ettiler. 11 Temmuz’da 30 kişi, belki de emsali daha önce görülmemiş, yaşanmamış şekilde dünyada… Silahları yakmak, özgür iradeyle imha etmek diyoruz. Sayın Öcalan’ın video mesajındaki barış, demokrasi, demokratik siyaset vurgularına dikkat çekerek bir açıklama yapıyorlar.
 
Oldukça kısa, oldukça net, oldukça duru fakat oldukça da kapsamlı bir açıklamadan bahsediyoruz. Dediler ki: “Bunların gerçekleşebilmesi için yasal birtakım düzenlemelere ihtiyaç var.” Bu bir sır değil, yasaya ihtiyaç var. Evet, silahlar ilk etapta bu şekilde yakılarak imha edildi. Peki, bundan sonra nasıl olacak? Şimdi Bese Hozat diyor ki: “Biz İstanbul’da, Diyarbakır’da demokratik siyasetin öncüleri olmak isteriz.” Biz bu demokratik siyaset alanını, silahlarını imha edenler için nasıl oluşturacağız?
 
Komisyonun esas görevi bunları tartışmak. Yoksa komisyon, anayasa gündemli ya da anayasaya giden yol için toplanıyor değil. Diğer siyasi partilerle yaptığımız görüşmeden de edindiğimiz izlenim: diğer siyasi partilerin de beklentisi bu yönde. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve barış meselesi, birbirinden ayrılamaz bir hâle geldiği için bu iki başlıkta, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu bütün düzenlemeleri konuşmak, değerlendirmek ve buna ilişkin yapılması gerekenlerle ilgili ciddi bir mesai yapmak.
 
“AKP-MHP-DEM Parti ittifakı görebilir miyiz diye sorular geldi. Hakikaten böyle bir şey mümkün mü? Bizim durduğumuz yer belli. AKP ya da MHP ile görüşmek, temas etmek; nasıl CHP ile normalleşme görüşmelerinde CHP’yi o blokun bir parçası yapmıyorduysa, bugün bizim iktidar blokuna mensup siyasi partilerle Türkiye’nin en can yakıcı sorununa ilişkin görüşmemiz de normal.”
 
*Tüm bu süreçte Tayyip Erdoğan ilk kez Kızılcahamam’da bir değerlendirme yaptı ve orada “ittifak” kavramını kullandı. Bu da kamuoyunda çokça tartışıldı, özellikle muhalefet tabanında. Bu açıklama ve tartışmalara dair ne dersiniz?
 
Bu komisyonda ne kadar geniş yelpazede bir siyasal temsiliyet olursa, bunun o kadar iyi olacağını düşünüyoruz. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı ikinci konuşmada tüm siyasi partilere çağrı yaptı. Grubu bulunan tüm siyasi partilere, sorumluluk hissetmelerine dönük bir çağrıda bulundu.
 
İttifak meselesine gelelim. Bir kere biz, siyasette önemli bir kurucu özneyiz. Türkiye siyasetinde dengeleri değiştirebilme gücüne sahip bir siyasal geleneği temsil ediyoruz. Aynı zamanda dediniz ki CHP seçmeni tarafından da farklı algılandığı, birtakım tepkiler olduğu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasından sonra. Özellikle DEM Parti ya da öncülü partiler bir süreç söz konusu olduğunda, sanki sürecin muhataplarıyla görüşmek, diyalog kurmak DEM Parti’yi angaje hâle getirmiş gibi birtakım yorumlar yapıyorlar.
 
Bunu CHP seçmeni için söylemiyorum. Bakın, maksatlı bazı gruplar için söylüyorum. Bu gruplar hiç değişmiyor. Yani 2013’e dönüp baktığınızda benzer bir şey oluyor ve bunlar sanki CHP seçmeniymiş ya da sanki sol, sosyalist, devrimci, demokrat kesimleri temsil ediyorlarmış gibi kabul ettirmeye çalışıyorlar kendilerini. Ve bunu özellikle sosyal medyada yapıyorlar.
 
Bunu biz, manipülasyon ve olayları bağlamından kopartarak değerlendirme biçimi olarak görüyoruz. Neden diyeceksiniz? Sonuç itibariyle biz, pek çok bileşeni olan, farklı görüşte, eğilimde siyasal temsiliyeti içinde barındıran bir partiyiz. Dolayısıyla DEM Parti, farklı görüşleri zaten çok önemli buluyor. Bu sürecin başından beri şöyle diyoruz: İtirazlarınızı söyleyin, taleplerinizi yükseltin. Bunları yalnızca bize duyurmayın; çünkü bu mesele tek başına DEM Parti’nin ya da iktidar blokunun çözebileceği bir mesele değil.
 
Bu soruna ve bu sorunun çözümüne herkesin katkı sunması gerekir. Mesela yerel seçimlerde “kent uzlaşısı” stratejisiyle adaylarımızı belirledik. Pek çok siyasi partiyle temas ettik bu süre boyunca. Sanki Cumhuriyet Halk Partisi ile bir seçim ittifakı yapıyormuşuz gibi algılatmak isteyenler oldu. Sürekli DEM Parti, bir özne değilmiş; hep bir yedek güçmüş, birilerine kazandıran ya da kaybettiren, birilerinin güç tahkimi için orada, hazırda bekleyen bir partiymiş gibi gösterilmek isteniyor. Böyle bir şey yok.
 
Biz bu yaklaşımı gerçekten çok sorunlu bir yaklaşım olarak buluyoruz. Bizim üçüncü yol siyasetimiz de bu anlama gelmiyor. Taraflar diyoruz mesela; bu işin tarafları var. Doğrudan savaşan taraflar var. Doğrudan savaşan, çatışan tarafların bugün çatışmasızlık ve savaşın ortadan kaldırılmasına ilişkin bir çabası varsa, biz bu çabayı sonuna kadar güçlendirmek isteriz.
 
Hal böyleyken, “ittifakmış”, “blokmuş” gibi tartışmalar... Bir gün böyle bir blok oluşabilir mi? “AKP-MHP-DEM Parti ittifakı görebilir miyiz?” diye sorular geldi. Hakikaten böyle bir şey mümkün mü? Bizim durduğumuz yer belli. Paradigmamız belli, parti programımız belli, geleceğe dair tahayyülümüz, ilkelerimiz, bizim demokrasi güçleriyle ortak bir mücadelemiz var. AKP ya da MHP ile görüşmek, temas etmek nasıl CHP ile normalleşme görüşmelerinde CHP’yi o blokun bir parçası yapmıyorduysa, bugün bizim iktidar blokuna mensup siyasi partilerle Türkiye’nin en can yakıcı sorununa ilişkin görüşmemiz de normaldir.
 
Şu anda, kanunen bu iki meselenin konuşulmasına dair herhangi bir güvence var mı ortada hukuken? Yok. Biz bütün bu riskleri göğüsleyerek bu sorunların çözümü için en önde yürüyüp koşuyoruz. Ama yani yalnızca durup eleştirmek, bu yürüyüşü güçlendirmemek ister istemez akla başka soruları getiriyor.
 
“Biz, en yüksek düzeyde bir temsiliyetle o gün oradaydık. Başka siyasi partiler de o gün orada bu sorunda sorumluluk üstlenmek adına bulunabilirlerdi. Komisyon konusunda bu hassasiyeti gösterdi tüm siyasi partiler. Ancak keşke 11 Temmuz’da bir arada olabilseydik.” 
 
*Size dönük birçok eleştiri yapılırken, 11 Temmuz’da yapılan törende siyasi partilerin temsiliyetini göremedik. Buna dair ne dersiniz?
 
Bu süreçte yapılan bütün eleştiriler, süreç boyunca anti-demokratik uygulamaların sürmesi, muhalefete dönük baskılar, kayyum uygulamalarının bu kadar sıcak ve taze bir biçimde tutulması ve sürdürülmesi… Tüm bunlarla ilgili, buna en çok maruz kalmış siyasi parti olarak, ne demek olduğunu en iyi bilen siyasi parti olarak, bunun için hâlâ en kararlı bir biçimde mücadele etmeye devam ettiğimizin altını çizmek isterim.
 
Bunu çok rahatsız edici buluyoruz. Bunun, o sözünü ettiğim süreç ritmiyle, temposuyla asla bağdaşmadığını düşünüyoruz. Bu konuda gelen tüm gerçekçi, samimi, başka niyet taşımayan eleştirileri duyuyoruz, görüyoruz.
 
Kayyum uygulamaları son bulsun. İnsanlar eşit ve adil bir şekilde yargılanmalıysa eğer, öyle yargılansınlar. Masumiyet karinesi dikkate alınsın; unutulduğu yok, masumiyet karinesi neredeyse Türkiye’de hiç uygulanmaz hâle geldi. Anti-demokratik uygulamalar son bulsun. İşte tüm bunlar için çabamız, gayretimiz… Hepimizi kapsayan, hepimizi içine alan bir çaba ve gayret.
 
Ancak bu çaba ve gayret yalnızca DEM Parti’nin olmamalı. Bunu hep birlikte yapmalıyız. Bakınız, 11 Temmuz’da parlamentoda grubu bulunan tek siyasi parti DEM Parti’ydi. Biz, en yüksek düzeyde bir temsiliyetle o gün oradaydık. Gelmek isteyip gelemeyenler oldu koşullar dolayısıyla. Ona rağmen biz, en mümkün olan şekilde oraya gidişi ve dönüşü kolaylaştırmaya çalıştık.
 
Fakat o gün orada başka siyasi partilerle yan yana gelebilirdik. Başka siyasi partiler de o gün orada bu sorunda sorumluluk üstlenmek adına bulunabilirlerdi. Bu mesele hepimizin meselesi. İktidarın insafına da bırakılamaz. Komisyon konusunda bu hassasiyeti gösterdi tüm siyasi partiler. Ancak keşke 11 Temmuz’da bir arada olabilseydik.
 
“Bir eşiğin tam kalbindeyiz. Bu tarihsel eşikten başarıyla çıkmak durumundayız. O yüzden herkes hem sorumlu olmalı hem ciddi olmalı. Bu değişim ve dönüşüm, yeni bir dille, yepyeni bir yöntemle mümkün.”
 
*Son olarak, PKK’nin silah imha töreninde bulundunuz. Oradaki temel atmosfer ve sonrasında açığa çıkan durum ne oldu?
 
O anı görmek, o anı yaşamak, o ana tanıklık etmek… Önümüzdeki on yıllarda bunu göreceğiz. Çok önemli bir kayıt olarak geçecek ve geçti. O kararlılığı görmek… Çok duygusaldı. Bu duygulanımda yatan nedenleri düşünmek gerekir.
Geçmişi unutmadan geleceği inşa etmeliyiz. Unutmamak illa öfkeyi sıcak tutmak anlamına gelmiyor. Unutmamak, aksine yeni bir yol açabilmenin, geçmişten dersler alarak ilerleyebilmenin, mümkünse daha az hata yapmanın teminatı olabilir. Unutmamayı böyle bir teminat olarak görmek gerekir.
 
Bugüne kadar silahlı mücadeleyi yol ve yöntem olarak benimsemiş PKK gerillalarının silahlarını imha ettiği bir an olarak değerlendirmezsiniz sadece. Çok daha ötesinde bir tarihsellik ve bir sosyolojik bağlam içerisinde değerlendirirsiniz. Eğer böyle değerlendirebilirseniz, önümüzdeki dönemde neler yapılması gerektiği ve nelere ihtiyaç duyulduğu da kendiliğinden bazen ortaya dökülüverir.
 
Pek çok insan orada şöyle bir duyguya kapıldı: “Ya, şimdi bunları burada imha ettiler, gidiyorlar. Peki şimdi ne olacak? Ne yapılacak?” Sonuçta bu 30 kişi şu anda silahsız, öyle değil mi? Ve Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları. İsteseler Türkiye’ye gelebilirler mi? Gelemezler. Çünkü hukuken bunun altyapısı yok.
 
Barış ve Demokratik Toplum Grubu olarak Türkiye’de siyaset yapabilirler mi mesela? Yapamazlar çünkü bunun hukuki zemini yok. Hukuki zemini olmadığı gibi, bu hukuki zemini tartışabileceğimiz siyasal atmosfer de şu anda yok. Hem bu sorular, hem yaşananlar, hem o yaşananların her birimize yüklediği ayrı ayrı sorumluluklar…
 
Ben daha çok, böyle bir tarihsel anın bize yüklediği sorumluluğun ağırlığını hissederek oradan ayrıldım. Başarmak zorunda olduğumuz, mutlaka ama mutlaka demokratik siyaset alanını genişletmek. Bu kanalları oluşturmak zorunda olduğumuz bir dönemdeyiz.
 
Bir eşiğin tam kalbindeyiz. Bu tarihsel eşikten başarıyla çıkmak durumundayız. O yüzden herkes hem sorumlu olmalı hem ciddi olmalı. Bu değişim ve dönüşüm, yeni bir dille, yepyeni bir yöntemle mümkün.