Avukat Rengin Ergül: Birkaç görüşme tecridin bittiği anlamına gelmez 2025-11-17 09:02:40   Melek Avcı   ANKARA - Hukukçu Rengin Ergül, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “umut hakkı” kararının ardından Meclis Komisyonu’nun yükümlülüklerini yerine getirmediğini belirterek, “Yasa paketlerini devlet yapar, Meclis bu rolünü yerine getirmiyor. Fiilen yapılan birkaç görüşme tecridin sonlandığı anlamına gelmez, elimizde hiçbir teminat yok” dedi.    Türkiye’de ağırlaştırılmış müebbet cezalarının infazına ilişkin “umut hakkı” tartışması, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin (AKBK) son kararının ardından tartışılmaya devam ediyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan dosyası başta olmak üzere, uzun süredir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uyulmaması nedeniyle Türkiye’ye yönelik denetim mekanizmalarını sıklaştıran Komite, kararında hem Meclis’e hem de kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na açık atıflar yapmıştı. Gelinen aşamada Türkiye umut hakkını hala gündemine almış değil.   Konuya ilişkin Avukat Rengin Ergül değerlendirmelerde bulundu.    ‘Yasa paketlerini yapacak olan devlettir’   Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “umut hakkı”na ilişkin verdiği kararda Meclis Komisyonu’na yaptığı atıfla başlayan Rengin Ergül, bu atıfta yasa yapımı noktasında bir yanlışlık olmadığını ifade etti.  Avrupa Konseyi'nin bir ülkeye doğrudan bağlayıcı yasa metni sunmayacağını belirten Rengin Ergül, “Avrupa Konseyi'nin hiçbir yapısı bir devletin egemenlik yetkisine bu kadar müdahale etmez, yasa yapım süreçleri devletlere aittir. Burada, Türkiye Cumhuriyeti'nde eğer bir yasa değişikliği olacaksa biz bunu içeriden yapmak zorundayız. Türkiye'deki iç mekanizmaları kullanarak yapmak zorundayız. Tabii ki bu mekanizmaları kullanırken çıkan yasa taslaklarını ya da yasaların uygulamalarını veya kendilerini Avrupa Konseyi mekanizmalarına her zaman taşıyabiliriz. Yasa değişikliğini fiilen zorunlu hale getirebilir, denetleyebilir. Venedik Komisyonu ve diğer mekanizmalar aracılığıyla ayrıntılı teknik görüşler ve reform önerileri verebilir. AİHM kararları da devletleri dolaylı olarak belirli hukuk değişikliklerine zorunlu kılabilir. Ortaya prensipler koyar,  bu prensipler de daha önce verilmiş AİHM kararlarından, tavsiye kararlardan, konsey içindeki diğer yapıların verdiği tavsiye kararlardan, bakanlar komitesi kararları, CPT kararları gibi birçok karardan doğar. Ancak hazır yasa paketini yapacak olan devlet. O nedenle burada iç hukuka bırakılması noktasında bir yanlışlık yok” sözlerini kullandı.    ‘Komitenin bütün atıflarına rağmen komisyon rolünü yerine getirmedi’   Kararda komisyon dışında Meclis vurgusunun da olduğunu söyleyen Rengin Ergül, bunun sivil toplum örgütleri olarak geçmiş bildirimlerin sonucu olduğunu belirtti. Rengin Ergül, “Özellikle HDP’nin DEM Parti’nin verdiği yasa taslaklarının Meclis’te hükümsüz bırakıldığını ifade etmiştik ve Bakanlar Komitesi bundan haberdar. Onları da esas alarak, madem mevcut olarak bu işi komisyon yürütüyor o zaman komisyonun da bir yasa hazırlığı yapması ya da bu konuda adım atmasına atıfta bulundu. Bu olumsuz bir atıf değil.  Komisyonun kendisine atfetmesi gereken anlamı Bakanlar Komitesi atfetti. Ancak bugün görüyoruz ki komisyon herhangi bir konuda yasa hazırlığı yapma niyetinde değil. Herhangi bir konuda yasa hazırlığı yapmayacak, buna umut hakkı da dahil. Ancak, yasalaşma noktasında bu iş Mecliste çözülecek. Mecliste de bunu çözecek mekanizmalardan biri komisyon olabilirdi. Komisyon, komitenin bütün atıflarına rağmen bu rolünü yerine getirmedi.O halde Meclisin diğer araçlarını zorlamak zorundayız. Yeni yasa taslakları Meclise sunulabilir. Dış kamuoyuna yansıtılan görüntüde Mecliste kurulan komisyonun Türkiye'deki antidemokratik, özellikle Kürt meselesi bağlamında antidemokratik uygulamalar ve yasalar konusunda adım atacağı, çalışmalar yapacağı, görüşmeler yaptığı gibi bir algı yaratıldı. Dolayısıyla komite sadece Gurban grubu için değil, Demirtaş ve Kavala için de komisyona bir misyon yükledi ” diye belirti.   ‘Devleti denetleme konusunda eksik kalan bir Avrupa Konseyi var’   İç hukukta yasaların oluşturulmasının yanı sıra kurumlara rollerini hatırlatmak için bu konuda özellikle Avrupa Konseyi Parlamenterleri, Bakanlar Komitesi daimi temsilcileri ve yapıları ile farklı zamanlarda görüşmeler gerçekleştirdiklerini söyleyen Rengin Ergül şunları söyledi: “Bu yapılara ve temsilcilere rolünü hatırlatmaya çalışıyoruz: Bakın, Türkiye bu kararlara uymuyor ve bu yeni bir pratik değil. Yıllardır uymuyor ve Türkiye'nin bu kararlara uymamasına karşı da Avrupa Konseyi denetim gücünü etkili kullanmıyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin Kavala için başlattığı bir ihlal prosedürü var ki bu komitenin uygulayacağı en üst prosedürdü ve üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen Türkiye Kavala dosyasında da bir adım atmadı. Türkiye’nin AİHM kararlarına uymama konusunda ısrarlı bir politikası var ve konseyde bu işlevini yerine getirmiyor. Dolayısıyla hem Türkiye'deki mevcut süreci, hem iktidarın bu tartışmaları iç kamuoyunda nasıl farklı, Avrupa'da nasıl farklı aktardığını izah etmeye çalışıyoruz ve kendilerine her seferinde misyonlarını hatırlatıyoruz. Nasıl ki AİHM kararına uymayan bir Türk Devleti pratiği varsa bu karara uymayan devleti denetleme konusunda eksik kalan bir Avrupa Konseyi pratiği var.”   Görüşmelerde Türkiye’nin hukuk krizi teşhir ediliyor   Görüşmelerinde Avrupa Konseyi parlamenterlerinin de ısrarla “Türkiye hiçbir karara uymuyor. Biz Türkiye'yi karara uyması noktasında çizgiye çekemedik” diyerek bir isyanları olduğunu belirten Rengin Ergül, “ Ancak o zaman kendi işlevini yerine getirmeyen bu yapı niye var” dedi.  Bu yapıların krizinin açık olduğunu söyleyen Rengin Ergül şöyle devam etti: “Dünyada, Avrupa'da da bir insan hakları krizi var. Bu sadece Türkiye bağlamında değil. Örneğin Azerbaycan hakkında ihlal prosedürü başlatıldığında Azerbaycan o politik mahpusu serbest bıraktı. Türkiye bunu hala yapmıyor. Diğer devletlerin pratikleri ile Türk Devleti'nin pratikleri arasında da fark var bu konuda. Bizim, hukukçuların, siyasetçilerden farklı olarak bunu teşhir etmek için de başka araçları oluyor siyasetçilerden farklı olarak. Şimdi siyasetçiler kendilerini ne kadar objektif ifade de etseler her zaman bir taraf olarak görülme ve bir taraf olarak kabul edilme ihtimalleri var. Ancak biz hukukçular ortaya o hukuki çerçeveyi çıkartırken herhangi bir tarafa çekmeden bu çerçeveyi çıkartıyoruz ve konseyin bütün yapılarıyla da bu yüzden görüşüyoruz. Türkiye'deki mevcut sistem artık bir insan hakları krizidir. Bir hukuk krizidir; hem Kürtlere dönük olarak yaygınlaşmış bir hukuk krizidir hem de artık Türkiye'nin batısını da etkisi altına alan bir hukuk krizine dönüşmüş durumda.    Komite üyelerine mektuplar da gönderildi   Türkiye birçok konuda, örneğin Gurban grubu dosyasında ölünceye kadar hapis cezasının istisnai olduğunu iddia ediyor. Ancak istisnai bir ceza olmadığını biz hukuki argümanlarla, rakamlarla ortaya koyabiliyoruz. O yüzden bu konuda hukukçuların hem yapacağı hukuki başvuruların hem de hukuki başvuruların akabinde bununla ilgili gerçekleştirecekleri diplomatik görüşmelerin de önemi var. Çünkü bunun Kürt halkı nezdinde ve özellikle de Sayın Öcalan nezdinde istisna adı altında olağanüstü hukukun nasıl olağan bir hukuk olarak Kürdistan'da işletildiğini ortaya koyabiliyoruz.  Yine geçmiş aylarda Avrupa Konseyi Parlamenterlerine ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi üyelerine de birebir gerçekleştirdiğimiz görüşmelerin dışında neredeyse bütün parlamenter ve üyelere komite üyelerine özellikle umut hakkı bağlamında durumu izah eden mektuplarımızı yollamıştık.”   İç ve dıştaki manipülasyonu biz görünür kılabiliriz   Çoğu parlamenter ve özellikle Bakanlar Komitesi üyelerinin umut hakkıyla ilgili son gelişmelerin tamamından haberdar olduğunu da belirten Rengin Ergül, “Ancak biz bunun arka planını aktarma konusunda ve Türkiye iç kamuoyunda nasıl tartışıldığı konusunda da bilgi veriyoruz. Örneğin yakın zamanda Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un özellikle Sayın Öcalan’ın umut hakkı'nın söz konusu olmadığına dair beyanları var. Ya da geçmiş zamanlarda Yılmaz Tunç'un, Gülen Cemaati üyelerine ağırlaştırılmış müebbet vermekle övünen ve bu konuda rakam vererek övünen bir röportajı var. Şimdi iç kamuoyunda bunu yapan bir hükümet var, diğer yandan ise komitenin önüne yargı reformu yaptığını, insan hakları eylem planı olduğunu ve bir ‘çözüm süreci’ kapsamında reformlar gerçekleştirdiği iddiasında bulunan bir hükümet var. Bu manipülasyonu biz görünür kılabiliriz çünkü aynı anda iki süreci takip edenler olarak bu imkanlara biz sahibiz. Açıkçası son dönemde ilginin yoğunlaştığını ve bilginin olduğunu gözlemliyoruz. Umut hakkı ve Türkiye'deki mevcut yasalar konusunda yapılacak bütün değişiklikler için mücadele ne sadece hukukçuların mücadelesi ne sadece siyasetçilerin mücadelesi. Hepimizin, Türk Devleti'nin iç kamuoyundaki ve dış kamuoyundaki farklı demeçleri konusundaki bu manipülasyonunu teşhir ederek, bütün bu araçları kullanması gerekiyor.    ‘Fiilen birkaç görüşme yapılması tecrit sonlandı anlamına gelmez’   Süreç kapsamında avukatların kısmi ziyaretleriyle tecridin kırıldığına ilişkin algının oluşturulmasına ilişkin ise Rengin Ergül şunları belirtti: “Umut Hakkı ve tecrit tartışması yaparken şunu özellikle baştan söylüyoruz; umut hakkı ve Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğündeki yasal engeller Türkiye'nin yasaları ile ilgili yapısal bir sorun. Uygulanabilmesi için önce yasaların değiştirilmesi gerekiyor. Ancak İmralı'da bugüne kadar uygulanan ve devam eden tecrit Türkiye'nin mevcut kendi yasalarına aykırı bir uygulama. Herhangi hükümlünün, ağırlaştırılmış müebbet dahi olsa avukatıyla görüşmesi izne tabi değil. Şu anda fiilen birkaç görüşmenin gerçekleşmiş olması bu tecritin sonlandığı anlamına gelmiyor. Çünkü ortada kendi yasasına uymayan bir hükümet pratiği varken bu yasaya uymaya ya da uymamaya devam edip etmeyeceği konusunda bir teminat, bir yasal güvence elimizde yok.   Elimizde bir teminat yok   Örneğin, Temmuz 2024'de Türk hükümeti Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite toplantısında ısrarla Sayın Öcalan'ın avukat görüşü yapmasının önündeki engellerin üst üste aldığı disiplin cezaları olduğunu söyledi. Ancak disiplin cezaları süresiz olarak ya da bir cezalandırma biçimi olarak sürekli olarak verilemez. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler raportörleri sordu, ‘sizin yasalarınızda bir mahpusa üst üste disiplin cezaları verilmesinin sınırı nedir? Ne kadar uzatılabilir” diye. Buna hükümet cevap vermedi. Şimdi bu hükümetin vermediği cevapta bize hala ortaya koymadığı teminatın yokluğunu gösteriyor. Yeniden disiplin cezaları çıkartarak bu tecridi tekrar fiilen ortaya çıkarabilir. Bu avukat görüşmelerini tekrar fiilen engelleyebilir. Böyle bir gerçeklik var ortada. Dolayısıyla tecrit ortadan kalkmış değil.    ‘Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü için bir güvence verilmemiştir’   Fakat Türkiye’nin bu konuda ciddi manipülasyon yaptığını belirten Rengin Ergül, “Örneğin,  yakın zamanda Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite, Sayın Abdullah Öcalan ve diğer mahpusların avukatlarıyla görüşme gerçekleştirmesi için ve özellikle infaz yasasındaki umut hakkının önündeki engellerin kaldırılması için Temmuz 2025'e kadar Türkiye'ye süre vermişti. Birkaç ay önce Türkiye Birleşmiş Milletler'e bir cevap sundu ve o cevapta Sayın Öcalan'ın avukatlarıyla, aileyle yaptığı görüşmeleri tek tek tarihiyle yazarak bir cevap verdi. Türkiye zaten dış kamuoyunda tecridin kalktığı, ailesiyle görüşebildiğini iddia edecektir.  Yine Avrupa Konseyi'ndeki yapılarla görüştüğümüzde Türk hükümeti ile aktif bir iletişim içinde olduklarını ve bilgi aldıklarını onlardan görebiliyorduk. İmralı'daki koşullara dair görüşmelerin gerçekleştiğine dair bilgileri vardı. Türkiye tabii ki bu konuda propagandasını yapacak. Ancak bizim de buralardaki varlığımız bu propagandayı çürütmek, bu manipülasyonun önüne geçmek için bir şans. Biz de bu şansı sonuna kadar kullanıyoruz. Şu an İmralı'da bugüne kadar yapılmış bütün görüşmeler elbette bir olumlu adım olarak yorumlanabilir. Ancak hukuken tecritin ortadan kalktığı yorumunu kesinlikle yapamayız. Ve yine Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğündeki engeller konusunda bugüne kadar herhangi bir adım atılmadı. Herhangi bir güvence verilmedi. O yüzden İmralı nezdinde hukuken bizim elimizde hâlen ne teminat var ne de adım atılmış bir reform var” ifadelerini kullandı.    ‘Umut hakkı için çalışmalıyız’   “Sayın Öcalan’ın kendisiyle ilgili bir talebi yok, benim görebildiğim ve okuyabildiğim kadarıyla; kendisinin bir talebi olmaksızın biz hukukçuların kendimize bir misyon yükleyerek hareket etmesi gerekiyor” diyen Rengin Ergül devamında şunları aktardı: “Hem tecridin sonlandırılması hem umut hakkının uygulanması konusunda Sayın Öcalan’ın bir talebi olmadan çalışmamız ve harekete geçmemiz gerekiyor ki bugüne kadar da bir şekilde bu pratiği ortaya koymaya çalıştık. Ancak Sayın Öcalan’ın özellikle Kürt halkı nezdinde, Kürt kimliğine hukuki statü kazandırılması yönünde çeşitli önerileri var. Burada demokratik entegrasyon yasalarından, geçiş yasalarından bahsediyor Sayın Öcalan ve diğer dünya deneyimlerinden de bahsediyor.  Biz bunları elbette önemle takip ediyoruz ve yine bizim de paralel olarak yaptığımız çalışmalar var. Örneğin 15 Kasım'da Köln’de MAFDAD Kongresi'ni gerçekleştirdik. kongre sonrası gerçekleştireceğimiz oturumda, hem Türkiye'den bir katılımcı Türkiye'deki süreci aktaracak hem de İskoçya'dan bir akademisyen İskoçya'daki modeli, Anayasanın yeniden yazılma sürecini aktaracak. Örneğin İskoçya modeli de bizim takip ettiğimiz bir model. Yine ÖHD'nin Kasım sonunda gerçekleştireceği Ege İnsan Hakları Okulu'nda özellikle BASK deneyimine dair bir sunum yapacak akademisyen ve hukukçular var.   ‘Demokratik müzakere sürecini gereklikleri yerine getirilmeli’    Mevcut süreç özellikle devlet ve hükümet kaynaklı sınırların, tartışmanın sürekli daraltılması, tartışmanın sadece PKK'nin silah bırakma pratiğine indirgenmesi, bir güvenlik meselesine indirgenmesi hukuki bir çalışma yapmamızın önündeki en büyük engel. Kürt kimliğine hukuki statü kazandırılması konusunda ortaya bir model koymamız için imkan ve sınırlarımızı bilmemiz gerekiyor. Buna rağmen tabii ki kamuoyuna açıklanmış bir çalışmamız olmasa da bizim yine ortaya koyduğumuz bir takım model çalışmalar var. Kendi içimizde kapalı olarak yürüttüğümüz tartışmalar ve ortaya koyduğumuz model çalışmalar var. Ancak kamuoyuyla paylaşabilecek düzeyde bir şey sunabilmemiz için öncelikle hükümetin bu süreci daha şeffaf yürütmesi ve demokratik müzakere sürecini bütün gerekliklerini yerine getirmesi gerekiyor. Asgari koşulları yerine getirmesi gerekiyor. Bunlardan birisi de Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü ve tecritin kaldırılması. Bütün bu imkanlar sağlanmadığı sürece bizim yapacağımız bütün hukuki tartışmalar eksik kalacaktır. Ancak tabii ki biz bunu söyleyerek geri çekilemeyiz, çalışmaları sürdürmeye devam ediyoruz.”