Köln yürüyüşünün mesajı net: Halk önderliğiyle görüşmek istiyor 2025-11-13 09:01:28   ANKARA - TJK-E Eş Sözcüsü Ayten Kaplan, Köln’de on binlerce kişinin katıldığı yürüyüşün, Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne katılımda irade beyanı olduğunu belirterek, “Sessizlik devam ediyor. İşte bunun da kırılması gerekiyor. Asıl yürüyüşümüzün amacı, Kürt halkının talebi eşit olma ve istediği an Önderlik ile görüşmektir” dedi.   Almanya’nın Köln kentinde 8 Kasım’da düzenlenen geniş katılımlı yürüyüşle, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta başlattığı Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne destek ve Türkiye’ye çağrılar bir kez daha vurgulandı. Yürüyüş, son aylarda Kürt Özgürlük Hareketi’nin barış yönünde attığı adımların ardından “sürece sahip çıkma ve eşit koşulların oluşturulması” talebiyle gerçekleştirildi.   Tevgera Jinên Kurdistan-Ewropa (TJK-E) Eş Sözcüsü Ayten Kaplan, Köln’de düzenlenen geniş çaplı yürüyüşe ve bu yürüyüşün temel mesajlarına ilişkin JINNEWS’in sorularını yanıtladı.   “Bu birkaç ay içinde atılan adımları güçlü bir şekilde destekleyen ve Önderliğin başlatmış olduğu bu sürecin arkasında olduğumuza ilişkin irade beyanıydı ama aynı zamanda Önderliğin bu süreci götürmesi için eşit koşulların yaratılması gerektiğini talep ettik.”   *Avrupa’da bu yıl yine geniş çaplı bir yürüyüşe tanıklık ettik 8 Kasım’da. Köln’de düzenlenen bu yürüyüşe neden ihtiyaç duyuldu, bu yürüyüşün temel mesajı neydi?   Önderliğin 27 Şubat’taki çağrısıyla, aynı zamanda 25 yıldır ortaya konulan paradigmanın hayata geçmesi noktasında yeni bir süreç başladı. Bu yürüyüşü yapma ihtiyacı da buradan doğdu. Kısa zamanda Kürt Özgürlük Hareketi birçok adım attı. Belki eşi görülmemiş bir barış süreci yaşanıyor; ortada barış masası yok ama belli adımlar atıldı. Silahların yakılması, PKK’nin feshedilmesi, aynı zamanda Bakur’dan kendi gücünü çekmesi… Bunların hepsi eşi görülmemiş adımlardır. Buna ilişkin özellikle son yapılan Avrupa Konseyi toplantısında alınan bir karar vardı. Türkiye’ye geçen yıl eylül ayında bir yıl süre verilmişti, bu süre bu yıl eylülde doldu ve yeniden uzatıldı. O dönemde de hatırlarsınız, Avrupa Konseyi’nin önünde eylem yaptık. “Umut hakkı” konusunda karar vermeleri gerekiyordu ama karar yine 6 ay ertelendi, hukuk işletilmedi. Bu açıdan hem atılan adımlara hem Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin yaklaşımına, hem de Türkiye’nin, Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve özellikle Önderliğin attığı adımlara hâlâ tereddütle yaklaşması, adım atma noktasında oyalayıcı bir tarz sergilediğini gösteriyor.   Bu nedenle, son birkaç ay içinde atılan adımları güçlü bir şekilde destekleyen ve Önderliğin başlattığı bu sürecin arkasında olduğumuzu gösteren bir irade beyanıydı. Aynı zamanda Önderliğin bu süreci sürdürebilmesi için eşit koşulların yaratılması gerektiğini de talep ettik. İmralı Adası’na isteyen kişi gidiyormuş gibi bir tablo çiziliyor, ancak eşit koşullar dediğimizde parlamento içinde kurulan komisyondan, istediği kişilerle, partilerle, sivil toplum örgütleriyle ve farklı çevrelerle görüşme imkânı bulması gerekiyor. İmralı Adası’nda bunun mümkün olmadığını, eşit koşulların yaratılması gerektiğini ve bunun ancak Önderliğin özgürlüğüyle sağlanabileceğini vurguladığımız bir yürüyüştü. Taleplerimizi de bu yürüyüşte dile getirdik. Avrupa’da olması da elbette önemlidir. Özellikle Avrupa, uluslararası komplonun bir tarafıdır. Bu anlamda Avrupa ülkelerine bir mesajdı: Eğer gerçekten Ortadoğu’da barış, savaşın bitmesi ve demokrasinin yerleşmesi isteniyorsa, bu ancak Kürt sorununun çözümü ve Önderliğin özgürlüğüyle mümkündür. Onlara da kendi sorumluluklarını hatırlattık.   “Avrupa'da bulunan halkımıza hem selamlarını gönderdi ama aynı zamanda kendi iradesi, kimliği, kültürünü sahiplenerek, bunun kalıcılaşması için daha iyi örgütlenme, daha iyi anlama ve toplumsal bir değişim, dönüşümle yeni bir güce dönüşen bir Kürt kimliğini, Kürt toplumunu yaratma misyonu vermiştir.”   *Yürüyüşe bir de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan bir mesaj geldi. Bu mesaj okunduğunda ve sonrasında nasıl bir yankı yaptı?     Böyle bir eyleme doğrudan Önderliğin bir mesajının gelmesi önemliydi. 90’lı yıllarda da mesajlar vardı; bu da elbette bir bağlılığı, özellikle toplumla kurulan bağı ifade ediyordu. Mesajında, diasporadaki toplumun yıllardır özgürlük, barış ve demokrasi adına verdiği emek ve çabayı bir anlamda takdir etti. Kendi rolünü de bu süreçte ifade etti. Diasporada olsak bile ülke özlemi duyan birçok insan var. Belki savaştan dolayı zorunlu olarak gelmiş, Avrupa’da yaşıyor ama içinde bir özlem taşıyor; ülkesine gitmek, demokratik bir ortamda yaşamak istiyor. Bu da ancak, Önderliğin mesajında da ifade ettiği gibi, barışa ve demokrasiye dört elle sarılarak; bunu gerçekten hayata geçirmek için yeni süreçte bu anlayışı geliştirerek mümkündür.   Mesaj, elbette büyük bir heyecanla karşılandı. Bunun yıllar sonra ilk defa olması, doğrudan halkla buluşması çok önemliydi. Aynı zamanda bizlere de sorumluluklar yükledi. Özellikle Avrupa’da, diasporada ve bulunduğumuz ülkelerde şunu iyi anlamak gerekiyor: Bu ülkeler aynı zamanda Türkiye’yle ilişkili; ekonomik, stratejik ya da siyasal bağlar içinde. Bu nedenle buralarda daha güçlü lobi çalışmaları yürütmek, yaşadığımız Avrupa ülkelerindeki kamuoyuna Önderliğin hem biyografisini hem de düşüncelerini daha iyi anlatmak gerekiyor. Bu noktada özellikle diplomasi ve lobi alanında bizlere özel görevler düşüyor.   Halkın da ülke özlemini giderecek, demokratik bir ortamın oluşmasına katkı sunacak çabayı, emeği ve toplumsal değişimi yaratması gerekiyor. Bu yeni süreçle birlikte ortaya çıkacak yeni örgütlenme tarzımızı ve yeni yöntemlerimizi arayarak, ortak tartışmalarla bulacağız. Bu sürecin de bununla birlikte başladığını düşünüyorum. Mesaj, tüm bunları da içeriyordu. Ayrıca Avrupa’da yaşayan halkımıza hem selamlarını gönderdi hem de kendi iradesini, kimliğini, kültürünü sahiplenerek; bunun kalıcılaşması için daha iyi örgütlenme, daha derin anlama ve toplumsal bir değişim-dönüşümle yeni bir güce dönüşen bir Kürt kimliği, bir Kürt toplumu yaratma misyonu verdi.   “İki adam arasında, siyasi mercilerinin karar verdiği bir noktada ama parlamentonun iradesi buraya yansımıyor. Devlet Bahçeli de demişti; parlamentonun burada irade kazanması gerekiyor. Burada karar alması gerekiyor. Gerekli adımları atması gerekiyor.”   *Siz de söz ettiniz; Bakanlar Komitesi “umut hakkını” tekrar erteledi ve değerlendirmeyi yaparken sorumluluğu Meclis’teki komisyona yükledi. Komisyon hâlâ İmralı’ya gidiş noktasında bir mutabakata varmazken konseyin bu kararını nasıl değerlendirdiniz?     Bu komisyonun ilk kez kurulması Türkiye açısından önemliydi ve kuruldu. Ancak yapısına baktığınızda, sadece dinleyerek, tek taraflı yürüterek ya da mağdurları dinleyerek bir çözüme varılacağını sanmıyorum. Bunun alt komisyonlarının da olması gerekir. Konuyu daha geniş bir şekilde ele almak gerekiyor. Aynı zamanda bu komisyonun yetkilerle donatılması gerekir; yani parlamento tarafından bir yetki verilmelidir. Bu yetkiyi de komisyon, iradesini kullanarak kimle ve nasıl görüşeceği noktasında kendisi belirlemelidir.   Evet, parlamentoda bir komisyon var ama parlamentonun burada karar yetkisi olup olmadığı belirsiz. Bu durum görünür değil. Eninde sonunda iki insana, özellikle de Cumhurbaşkanına bağlı bir tabloyla karşı karşıyayız. “İstersem görüşürsün, istersem görüşmezsin” anlayışıyla hareket ediliyor. Bu nedenle süreç bir ikilem içinde gidip geliyor. Oysa komisyonun kendi iradesiyle karar verebilecek bir merciye dönüşmesi gerekiyor. Bu haliyle yeterli değil.   Gerçek bir barış iki taraflıdır. Bir yanda Kürt halkının yaşadıkları, diğer yanda asker ailelerinin yaşadığı acılar var. Karşılıklı barış ve uzlaşı dediğimizde, tarafların birbirini dinleyebildiği ve birbirini affedebildiği bir noktaya gelmesi gerekir. Şu an bu imkân komisyonun yapısında yok. Böylelikle komisyon, sadece dinleyen ama çözüm üretemeyen bir konumda kalıyor. Ayrıca “nasıl daha iyi yapabiliriz, bunu nasıl genişletebiliriz” gibi önerileri de kamuoyuyla paylaşması gerekir. Ancak hâlâ bu konuda ciddi bir darlık söz konusu.   Şu an iki kişi arasında, siyasi mercilerin karar verdiği bir süreç işletiliyor; parlamentonun iradesi bu tabloya yansımıyor. Devlet Bahçeli de parlamentonun bu konuda irade kazanması gerektiğini söylemişti. Evet, parlamentonun burada karar alması ve gerekli adımları atması gerekiyor. Bu yapılmadığı sürece süreç iyi niyetten bağımsız bir yere gitmez diye düşünüyorum. Bu nedenle komisyonu yetkilerle donatıp, kendi kararlarını verebilecek bir düzeye getirmek gerekiyor.   “Hem sistemleri tartışma ama aynı zamanda kadının kendi inandığını, istemini, yaşadığı sorunlara doğru cevap bularak birlikte onun kurumlaşmasını, örgütlenmesini ve aydınlanmasını gerçekleştirmek istiyoruz.”   *Sürecin siyasi tarafı bir yana bunu toplumsallaştırma ve halkla buluşturma çalışmaları da Kürdistan ve Türkiye sahasında yürütülüyor. Bölgede “toplumsallaştırma” temel iken bu süreci Avrupa’da kadınlar olarak hangi temelde yürütüyorsunuz?   Biz tartışma sürecindeyiz, diyebilirim. Her bir kişiye birebir ulaşmak için çalışmalar yürütüyoruz. Bir yandan birebir kadınlarla sohbet ediyoruz; gruplarla, kadınlarla tartışıyoruz. Bu konuda seminerlerimiz var, eğitimler yapıyoruz. Kavramları yerli yerine oturtma ya da ufuklarını biraz genişletmeye çalışarak nasıl bir bakışla ilerleyebiliriz diye bakıyoruz. Özellikle de kadınların görüşünü almaya çalışıyoruz. Yeni bir süreçte, yeni bir yapılanma ya da toplumsal değişim-dönüşümde kadınların talebi ne, kadınlar burada kendisini nasıl görüyor ve neyi bekliyor? Yani mevcut birçok alışkanlığımızı yıkma, yeniyi yaratma noktasında tartışıyoruz. Tabii ki cinsel bir ortaklık da yaratmamız gerekiyor. Kadını biraz daha örgütlü noktaya çekme ve kendi örgütlüğünü yaratacak, ama aynı zamanda kendi özgür alanlarını da oluşturacak bir kadın bilinciyle bunu yapmak istiyoruz. Bu açıdan nisandan itibaren bunları tartışarak, her kadına ulaşarak bunu yapmaya çalışıyoruz ve onun üzerinden gelişen tartışmalarla yeni çalışmalarımızın alanını, komünleşmemizi buna göre şekillendireceğiz.     Avrupa’da durum ülkeye göre biraz farklıdır; kendi topraklarında kooperatifler, komünler ya da kendi özgür alanlarını yaratabilirsin; ama Avrupa ülkelerinde hegemonya sisteminin mevcut olduğu bir alandayız ve bunun içinde kendimizi nasıl örgütleyebiliriz, burada kadın kendisini nasıl ifade edebilirize bakıyoruz. Örneğin burada bir kadın katliamları durumu yaşıyoruz. Ne kadar demokrasi olsa bile, Avrupa’da bu demokrasinin ne kadar realitye ya da ne kadar pratikleştiğine baktığımızda sistemin kadına yeterli bir güvence vermediğini görüyoruz. Bu açıdan hem sistemleri tartışma, ama aynı zamanda kadının kendi inandığını, istemini, yaşadığı sorunlara doğru cevap bularak; birlikte onun kurumlaşmasını, örgütlenmesini ve aydınlanmasını gerçekleştirmek istiyoruz.   “Bence bu sürece asıl dürüstlükle, gerçeklikle başlamak gerekiyor. Karşılıklı yapılanları kabul ederek diyoruz ya, barış ve uzlaşma süreci ancak böyle başlar. Ama sorumluluktan kaçan, başkasına yükleyen değil. Devlet bu konuda kendisini sorumlu görmelidir. Ancak bu sorumluluğu görerek barışın yolları açılır.”   *Avrupa’daki demokrasi realitesinden bahsetmişken hatırlarsak 2013’te Sakine Cansız’ın aralarında olduğu 3 kadın katledilmişti ve bu katliamın üstü hem Avrupa’da hem de Türkiye’de örtülmüşken geçtiğimiz gün buna ilişkin Numan Kurtulmuş FETÖ provokasyonu olarak açıkladı. Süreçte geldiğimiz aşamada bu gibi provokasyonların yaşanması için nasıl ilerlemeli?   Bu süreç 27 Şubat’tan beri resmidir. Ama biz şöyle bakıyoruz ki arada neredeyse bir yıl geçti; ne dilden, ne üsluptan, ne yaklaşımdan, ne propagandadan değişen bir şey var. Hâlâ o ırkçı, ayrıştırıcı söylemlerle sürekli milliyetçi duyguların kabardığı bir yöndedir; hem medyası hem siyasetçisi ya da toplum içinde Kürtlere karşı ayrıksı düşünen o milliyetçi dalgayı beslemede değişen bir şey yok. Eğer gerçekten bir değişim-dönüşüm olacaksa ve bu süreci iki tarafta gönülden istiyorsa, siyasi açıdan baktığımda o zaman devlet mekanizması işler. Biz biliyoruz ki bütün medya alanı devlete bağlı. O hâlde bütün medya alanının dil ve üslubunun değişmesi; ılımlı, barışçıl ve demokratik kavramları esas alan bir dili benimsemesi gerekiyor.   Ama biz görüyoruz ki mesela Önderliğin açıklaması ya da KCK’nin açıklaması olduğunda, birçok “kendi kendine aydın” veya “araştırmacı” kendine göre yorumlar yapıp ateşe benzin döküyor. Devletin artık bunu görmesi gerektiğini düşünüyoruz.   Diğer açıdan, eğer böyle açıklamalar yapılıyorsa ve kendilerini temize çıkarmak isteyen anlayışlar varsa da en sonda bir devlet mekanizmasının buna karar verdiğini görüyoruz. Sakine arkadaşların ve diğer yoldaşların katledilmesi bir devlet mekanizmasıdır. İstihbarat dairesi de, makamlar da hepsi devlete belli bir merci ile bağlı; bu merci kendi içinde karar almadan bir şey yapmaz diye düşünüyoruz. Direkt verilen bir talimat üzerine yapıldığı konusunda hemfikiriz; olayı başka yere çekmenin anlamı yok. En sonunda devlet kararı üzerinden böyle bir katliam gerçekleştirildi. Burada bir sorumluluk var ve bu sorumluluğu kendilerinde görmeleri gerekiyor. Mekanizmanın bir parçası olsanız da, buna karar vermenin bütün sorumluluğunu taşımak gerekir. Yani bunu bir yere ya da bir kişiye atamayız.     O zaman şöyle mi bakacağız: “100 yıl önce Türkiye’nin kuruluşunda kimler suçluydu, niye burada Kürtler unutuldu, asıl kurucu unsurken niye dışlandı?” diye geçmişe dönüp o dönemin insanlarını mı arayacağız? Tarihsel olarak bir Almanya’ya baktığınızda, II. Dünya Savaşı sonrasında 6.5 milyon Yahudi insanı fırınlarda katlettiler; ama devlet bugün sorumluluğunu taşıyor. “Hitler yaptı” demekle iş bitmiyor toplum olarak bunun arkasında sürüklenen bir mekanizma vardı. Bunun telafisi, devletin sorumluluğu üstlenmesiyle olur; başkasına atmakla değil. “Fethullah Gülen’in dönemiydi, şöyleydi” gibi ifadeleri ben yanlış buluyorum.   Bence bu sürece asıl dürüstlükle, gerçeklikle başlamak gerekiyor. Karşılıklı yapılanları kabul ederek diyoruz ya, barış ve uzlaşma süreci ancak böyle başlar; ama sorumluluktan kaçan, başkasına yükleyen bir yaklaşım olmamalı. Devlet bu konuda kendisini sorumlu görmelidir. Ancak bu sorumluluğu görerek o kapılar, barışın yolları açılır. Yoksa geçmişte olduğu gibi sürekli şuraya buraya atmak, süreci ciddiye almama ve dürüst olmama ile bağlantılı kalır. Siyasette bence dürüst olmak gerekiyor; bu anlamda hâlâ ısrarcıyız. Devlet tarafından onaylanan bir katliamdır ve bunun hesabı verilerek sorumluların ortaya çıkması gerekiyor.   “Sessizlik devam ediyor. İşte bunun da kırılması gerekiyor. Asıl yürüyüşümüzün amacı, Kürt halkının talebi eşit olma ve istediği an Önderlik ile görüşmektir. Herkese bu şansın verilmesi gerekiyor. Bunlar ilk adımdır.”   *Şimdi baktığımızda birçok çalışma yürütülüyor ve “Öcalan ile Görüşmek İstiyorum” kampanyası devam ediyor; bir taraftan bu başvurulara yanıt geldi mi? Yanı sıra kadın hareketi olarak süreç ekseninde önünüzde nasıl bir çalışma takvimi var?   Maalesef şimdiye kadar o kampanyaya, o çalışmaya ilişkin hiçbir cevap gelmedi. Ancak birçok farklı çevrede insanlar, hatta biz kendi kadın meclislerimize ilettik; Önderlikle görüşmek istiyorsa mektup yazabilir, başvuru yapabilirler. Ama tabii, dediğim gibi başvurulan yerden yanıt gelmedi. Bu konuda sessizlik devam ediyor. İşte bunun da kırılması gerekiyor. Asıl yürüyüşümüzün amacı, Kürt halkının talebinin eşit olma ve istediği an Önderlikle görüşme hakkıdır. Türkiyeli insanlara, Avrupa’da yaşayan insanlara, akademisyenlere, gazetecilere, herkese bu şansın verilmesi gerekiyor. Bunlar ilk adımlardır ama biz görüyoruz ki hâlâ bu konuda bir set var.   Diğer yandan çalışmalarımız tartışmalarla devam ediyor. Halk toplantıları, kadın halk toplantıları, seminerlerle süreci sürdürüyoruz. Bunu yıl sonuna kadar devam ettirip gelen veriler ve öneriler üzerine yeniden bir toplantı yaparak bir şekilde bunun konferansını hazırlayacağız. Bu çalıştayla birlikte kadınların talepleriyle, nasıl bir örgütlenme ve nasıl bir yapı içinde örgütlülüğü oluşturacağımız noktasında da bir çalışma olacak. Buna göre, bununla birlikte kendi çalışmalarımız giderek şekil kazanacaktır. Ama biz daha çok kadınlarla tartışa tartışa, ortaklaştırarak, gerçek ortak bir kararla ilerlemek istiyoruz. Bu nedenle biraz da bu zamanı kendimize ayırmaya çalıştık ve böylelikle adımlarımızı devam ettireceğiz. Tabii ki aynı zamanda 25 Kasım’a hazırlanıyoruz. Onun da verilerini, bilgilerini toplayarak bir açıklamayla bunu kamuoyuna yakında duyuracağız.   Şu nokta önemli: Belki savaştan da çok daha önemli bir süreçteyiz. Özellikle de Önderliğin dediği gibi; yok sayılan bir halkın yeniden varlığını ve yarattığı değerleri korumak, Kürt halkını anayasal ve hukuksal mercide güvence altına almak, yok sayıldığı noktadan çıkarıp o düzeye ulaştırmak isteyen bir Önderlik var önümüzde. Bu süreci sabote etmek ya da farklı yerlere çekmek isteyenler de var. Ama önemli olan, kendi kimliğimizi ve kültürümüzü gelecek nesillere taşımak istiyorsak, kendi varlığımızı koruyup değerler etrafında örgütlenip kenetlenmektir. Bu değerlerin gerçek anlamıyla Önderliğin elini güçlendirerek, anayasal ve hukuksal zeminde oturtulmasına destek sunmak, yanında olmak ve güç vermek gerektiğine inanıyorum. Bu açıdan yönümüz bellidir. Başta kadınlar olmak üzere tüm halkımıza sorumluluk düşmektedir.