10 Ekim’in onuncu yılında: Bitmeyen yas, gelmeyen adalet 2025-10-06 09:02:30     HABER MERKEZİ – On yıl önce Ankara Garı önünde yaşanan katliam, Türkiye’nin toplumsal hafızasında derin bir yara olarak kaldı. 109 insanın yaşamını yitirdiği saldırı için hâlâ adalet sağlanmadı; ancak barış talebi her 10 Ekim’de yeniden yükseliyor.   10 Ekim 2015 sabahı, Ankara Garı önünde toplanan binlerce kişi “Savaşa inat, barış hemen şimdi!” sloganını yükseltirken, saat 10.04’te peş peşe iki patlama meydanı kana buladı. O an Türkiye, tarihinin en kanlı sivil katliamını yaşadı. 109 kişi yaşamını yitirdi, 500’den fazla kişi yaralandı.   O günden bu yana on yıl geçti. Ama ne acı azaldı ne adalet yerini buldu. Saldırıyı gerçekleştiren DAİŞ hücresi büyük ölçüde ortaya çıkarılsa da, ihmaller zinciri, devletin sorumluluğu ve adalet arayışı hâlâ Türkiye’nin en karanlık sayfalarından biri olarak duruyor.   Aradan geçen on yılda açılan davalar, verilen müebbet cezaları, “insanlığa karşı suç” nitelendirmesinin reddi ve kamu görevlilerinin yargılanmaması, 10 Ekim’i sadece bir katliam değil, toplumsal hafızanın derin bir kırılma noktası hâline getirdi. 1 Temmuz 2024’te 10 faile ağırlaştırılmış müebbet verildi; 29 Temmuz 2025’te istinaf, “insanlığa karşı suç” yönünden beraatın onanmasıyla bu tartışmayı yargısal olarak kapattı.   Bugün hâlâ her 10 Ekim’de, Ankara Garı önünde aynı saatte karanfiller bırakılıyor; anmalarda barış talebi yeniden yükseliyor.   Barış Mitingi öncesi   2015 yazında Türkiye’de siyaset, çatışma ve seçim sarmalı içindeydi. Pirsûs’ta (Suruç) 33 kişinin yaşamını yitirdiği saldırı, çözüm sürecinin bitişi ve artan gerilim ortamında Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) de yer aldığı Barış Bloku, 10 Ekim 2015’te “Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi” düzenleme kararı aldı.   10.04: En kanlı katliam   Saat 10.04’te, kortej halinde yürüyüşe hazırlanan kalabalığın ortasında 3 saniye arayla iki patlama meydana geldi; iki canlı bomba kendini infilak ettirdi. 109 kişi yaşamını yitirdi, 500’den fazla kişi yaralandı. Patlamanın ardından yaralılara yardım eden yurttaşlara polis, biber gazı ile saldırdı. Bu durum sonradan tanıklıklar ve hekimlerin anlatımları ile insan hakları örgütleri ve basın kayıtlarında da ye aldı.   Pirsûs’tan Ankara’ya uzanan hat   Kısa süre sonra yapılan incelemeler, faillerin Pirsûs saldırısıyla kesişen “Dokumacılar” hücresine bağlı DAİŞ yapılanmasıyla ilişkisini ortaya koydu. Soruşturma dosyalarında Yunus Emre Alagöz hattı ve Dîlok bağlantıları anıldı. Ayrıca, 8 Ekim 2015 tarihli istihbarat uyarısının bazı birimlere gecikmeli aktarıldığına dair belgeler ve haberler kamuoyuna yansıdı.   2016’da, bu uyarı ve ihmal tartışmalarını haberleştiren Cumhuriyet ve Evrensel hakkında soruşturma başlatıldığı yönündeki haberler yayımlandı; bu durum “ihmale değil habere soruşturma” tepkilerine yol açtı.   Devletin ilk tepkisi: Yas, yasa ve sansür   Katliamın ardından RTÜK yayın yasağı getirdi; dijital medya erişimi kısıtlandı. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu üç günlük ulusal yas ilan etti.   Sendikalar ise iki gün grev kararı aldı; çok sayıda ilde “Katiller halka hesap verecek” sloganıyla protestolar yapıldı.   Dava süreci: Fail cezası var, sorumlu yok   Dava 7 Kasım 2016’da başladı. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinde 36 fail yargılandı; ancak kamu görevlileri yargı önüne çıkarılmadı. 1 Temmuz 2024’te 10 faile ağırlaştırılmış müebbet verildi; mahkeme DAİŞ’in saldırısını “insanlığa karşı suç” saymadı. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 22. Ceza Dairesi, 29 Temmuz’da istinaf başvurusunu reddederek bu yaklaşımı onadı.   13 Haziran’da Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi, Gaziantep Emniyeti personeli hakkında daha önce verilen takipsizlik kararını hukuka aykırı bularak, ihmali bulunan kamu görevlileri tespit edilip ön soruşturma yapılmasına hükmetti; dosya yeniden açıldı. Ancak 6–7 Ağustos 2025’te ilgili valilik, dönemin bazı emniyet yetkilileri hakkında ikinci kez soruşturma izni vermedi; süreç yeniden tıkandı.   AİHM ve ‘devletin kusuru’ tartışması   AİHM, 9 Temmuz 2024’te verdiği kararda Türkiye’nin yaşam hakkını ihlâl etmediği sonucuna vararak, “yetkililerin gerekli önlemleri aldığı” değerlendirmesinde bulundu. Aileler kararı “adaletsiz ve vicdansız” buldu; avukatlar, bunun iç hukukta cezasızlık siyasetini güçlendirdiğini savundu.   Toplumsal hafıza   Her yıl 10.04’te Gar önünde karanfiller bırakılıyor; sessizlik ve sirenlerle anma yapılıyor. 2024 anmalarında da barış ve adalet vurgusu öne çıktı.   Siyaset cephesi   Katliamın ardından hiçbir üst düzey yetkili istifa etmedi. Muhalefet partileri ve sendikalar güvenlik zafiyeti ve ihmal eleştirilerini sürdürdü; TBMM’de kapsamlı araştırma önergeleri yıllar boyunca reddedildi.   Bitmeyen bir davanın ardından…   2025 itibarıyla ceza davasında “insanlığa karşı suç” tartışması istinafla kapandı; buna karşın kamu görevlilerinin sorumluluğuna ilişkin idari yargı hattında bir açılıp–kapanma döngüsü yaşanıyor: BİM’in yolu açan kararına rağmen, valilik yine izin vermedi.   Aileler, “Adalet ve yüzleşme olmadan barış olmaz” diyerek mücadeleyi sürdürüyor.