TJA konferansından: Sakine Cansız’ın ardıllarıyız 2024-01-13 14:40:47   AMED – “Günümüz Türkiye mahpushanelerine bir bakış” başlıklı ilk oturumuyla süren TJA konferansında cezaevlerinde yaşananlara dikkat çekilerek, “Sakine Cansız kadın direnişine öncü oldu, bizler de ardıllarıyız” denildi. İlk oturumda konuşan Çağlar Demirel, “Kürt kadınlarının politikleşmesi zindandaki güçlü politikleşmenin sağlanmasından geçiyor” dedi.   Tevgera Jinên Azad (TJA), farklı ülkelerden kadınların da katılımıyla “Sessizlik Zinciri: Kadın Siyasi Mahpusların Etrafındaki Duvarları Yıkmak” şiarıyla Demir Otel’de iki günlük konferans gerçekleştiriyor. Konferansa TJA’lılar, 30 yıl sonra cezaevinden çıkan kadınlar, siyasi parti temsilcileri ve milletvekilleri, sivil toplum örgütleri, gazeteci ve yazarlar, hak savunucuları, farklı ülkelerden gelen feminist aktivistler, Adalet Nöbeti eylemcileri ve Barış Anneleri katıldı.   Açılış konuşması ve sunumların ardından konferans verilen ara sonrası “Günümüz Türkiye mahpushanelerine bir bakış” konusu ile devam etti. Oturumun moderatörlüğünü Gülseren Yoleri yaparken cezaevinde yaşanan hak ihlallerine dikkat çekti.   ‘Dışarıdaki özgürlük mücadelesi tecridi yok ediyor’   İlk oturumda 1971 yılında tutuklanan ve 68 kuşağından olan İlkay Demir, 1970 ve 1980’li yıllarda cezaevlerindeki işkencelere değindi. İlkay, “O dönemler de cezaevlerinde ciddi baskı ve işkence vardı. Fakat dışarıda da büyük direniş vardı. Diyebiliriz ki tecrit içeriden dışarıya yayılıyor, dışarıdaki özgürlük mücadelesi tecridi yok ediyor. Duyurmak ve teşhir etmek için elimizden geleni yapmalıyız” dedi.   Cezaevlerinin direnişi   Daha sonra söz alan TJA aktivisti ve Avukat Ruşen Seydaoğlu, “Mahpushanelerden Topluma Yayılan Tecrit Sistemi” başlıklı sunumunda mevcut süreçte toplumsal mücadelenin büyüdüğünü ancak cezaevleri ile toplum arasındaki mesafenin de açılmaya çalışıldığını ifade etti. “Tecrit sadece cezaevinden yayılmıyor cezaevi sadece sisteme göbekten bağlı olan araçlardan bir tanesi” vurgusu yapan Ruşen, “Araştırmalarda görüyoruz doğada serbest dolaşan kadın evin içine kapatılıyor. Devlete bağlı yurttaşlık varsa daha büyük kapatılma söz konusu olabilir mi tartışması var. Tartışmalar ile devletsiz modellerde kapatılmanın nasıl ortadan kaldırılabileceğine alan açıyoruz. Bir tarafta kapatılanlar, bir tarafta kapatanlar var. Erkek egemen sistem kapatanlar diğer tarafta da kapatılması gerekenler var. Geldiğimiz noktada kapatılma rejimi ile devlet sisteminde işkence, yok sayma ile karşılaştığımızı görüyoruz. Cezaevleri üzerinden toplumu nasıl inşa edeceklerine dair politikalar üretiyorlar. Sürekli denetlendiğiniz, gözetlendiğiniz ve iktidar için istenen kadınlara dönüştürülüyorsunuz. Cezaevlerinin direnişi de bunlara karşı” şeklinde konuştu.   ‘Direnişi bize öğretmeye devam ediyorlar’   Pozitif hukuk açısından tutsak kadınların iletişim hakkı olduğunu ama özgürlükler açısından bakıldığında her şeyin idare tarafından kontrol edildiğini kaydeden Ruşen, “Cezaevinde çiçek dahi yetiştiremiyorlar. Bunlar bizlerin unuttuğu, duymadığı meselelere dönüşüyor. Elbette cezaevindeki direnişleri sonucu kameraları kaldıran arkadaşlarımız da var. Onlar direnişi bize öğretmeye devam ediyorlar. Çıplak arama, gebelik testi kadınlara dayatılıyor. Bu da kapatan sistemin kendini var ettiğinin bir örneği. Tahakküm mekanizmaları dışarıda da devam ediyor. Renklerin, bedenlerin aynılaştığı öğretinin içerisine koyuluyoruz. Erkek egemen aklın pazar anlayışıyla karşı karşıya kalıyoruz. Kapatılma rejimi dışarıda da eşbaşkanlığın yargılanmasıyla devam ediyor. Binlerce kadın yargı tacizi ile karşı karşıya. Kadınların yaşamlarının tecrit altına alınmasıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Hapsedilmek bir boyutu, diğer boyutu da kapatılma riski” diyerek yaşananlara dikkat çekti.   ‘İşkencenin kabulü annelerin mücadelesi ile oldu’   Ardından konuşan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı da “Kadın Siyasi Mahpuslara Yönelik Sağlık Hakkı İhlalleri ve Mücadeleleri” başlığı altında sunumunu gerçekleştirdi. İnsan haklarının kavramsallaşmasının, işkencenin kabulünün annelerin mücadeleleri ile olduğunu söyleyen Şebnem, günümüzde bu mücadelenin geriye düştüğüne dikkat çekti. İşkencenin uygulanabilirliği konusunda toplumda işkencenin alkışlanabildiğinin altını çizen Şebnem, bunun tecrit politikalarından bağımsız olmadığını belirtti.   ‘Tecrit politikalarıyla yaşanan sağlık sorunları var’   Sunumunda işkencenin tanımına değinen Şebnem, devlet adına görev yapanların bir kişiye sağlığının bozulmasına yol açacak bir takım davranışlarda bulunmasının “işkence” olduğunu kaydetti. İnfazların zamanında uygulanmadığı dönemde adli tutsak kadınların itiraz dahi edemediğini vurgulayan Şebnem, "Kadınlar 3 öğün yemek yiyebiliyor. Sıcak ortamda olabiliyor. Sıcak suya ihtiyaç duyuyor diye içeride kalmayı yeğleyebiliyor. Bizim siyasi mahpuslarda olduğu gibi adli mahpuslar içinde dışarıda da güvende kalacağını belirtmemizde fayda var. Tecrit politikalarıyla yaşanan sağlık sorunları var. Yalnızlaştırma davranışı toplumda benzer süreci izlememize neden oluyor” dedi. Ağır hasta tutsakların durumuna da işaret eden Şebnem, ağır hasta tutsakların cezaevinde kalma ısrarının yaşamlarını yitirmelerine neden olduğunu dile getirdi.   ‘Kadın kimliği ve ulus mücadelesi veriyoruz’   Devamında söz alan TJA aktivsti Çağlar Demirel, “Türkiye’deki Kürt Kadın Siyasi Mahpusların Deneyim ve Mücadeleleri” başlıklı sunumuna “Zindanda rehin tutulan yoldaşlarıma sevgilerimi, selamlarımı iletiyorum” diyerek başladı. Kürt kadın hareketi olarak sadece kadın kimliği için değil, ulusal kimlikleri için de mücadele ettiklerini söyleyen Çağlar, “İktidarlar geçmişten bugüne kadar inkar ve imha uyguladı. Bu mücadeleyi geçmişten bugüne kısaca ifade edersek 12 Eylül darbesi ile birlikte Sakine Cansız kadın direnişine öncü oldu ve biz de ardıllarıyız. Sakine Cansız 12 Eylül’de ‘Göğüslerimi kestiler ama ben kadın olarak ah demeye utandım’ dedi. Gültan Kışanak, Esat Oktay’a karşı direndi. Gültan Kışanak’ı Kobanê Kumpas Davası ile yargılamaya çalışıyorlar. Zindanları ele alırken geçmişten bugüne gelen süreci birbirinden ayıramıyoruz. 80’den 90’lı yıllara geldiğimizde hem Kürt hem kadın hareketi nasıl toplumsallaştı? 90’lı yıllarda zindanda olan arkadaşlarımızın aileleri ziyarete gittiğinde oradan aldığı güç ile dışarıda birbirini tanımayan insanlarla köprü kurdu. Kürt kadınlarının politikleşmesi zindandaki güçlü politikleşmenin sağlanmasından geçiyor. Kürt kadınlarının zindandaki direnişi baskı zincirini kırıyor. Ulusal bilincinin yanı sıra kadının bilinci açığa çıkması 90’lı yıllardaki mücadelenin sonucu oldu” ifadelerini kullandı.   ‘Abdullah Öcalan kadın mücadelesini devlete anlatmaya çalıştı’   Çağlar, şöyle dedi: “Bizlerin terörist olmadığını halk kabul etti ama devlet kabul etmedi. Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecride son verilmesi için 2012 yılında gerçekleştirilen açlık grevlerine dahil oldum ve herkes açlık grevine girmek için yarıştı. 68 günlük açlık grevi sonucunda müzakere süreci başladı. Bu süreç direnişin bir kazanımıydı. Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan ‘Kadın hareketi bu müzakerede olmazsa bu müzakere yürüyemez’ dedi. Bir arkadaşımız müzakerede yer aldı. Bu şekilde kadın mücadelesinin ne kadar önemli olduğunu devlete anlatmaya çalıştı. Biz yargılama süreçlerinin, rehin alma süreçlerinin iktidarın politikası olduğunu biliyoruz. Dışarıda baskı ne kadar artarsa zindanda daha ağırı yaşanıyor. 2016 sürecinde siyasetçilerin tutuklanmasının ardından zindanlar daha fazla gündem olmaya başladı. Biz siyasetçiler zindanlara girmeden zindanlar bu kadar gündem olmuyordu. Bu da biz Kürt kadınların özeleştiresidir.”   Konferans yemek arasının ardından devam edecek.