‘Bireysel silahlanma erkek egemen şiddeti besliyor’

  • 09:02 30 Aralık 2025
  • Güncel
Büşra Turan
 
WAN - Bireysel silahlanmanın yaygınlaşmasıyla kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin derinleştiğini belirten sosyolog Aslı Taşdemir Özkan, “Silahtan en çok etkilenen yine kadınlar ve çocuklar oluyor” dedi.
 
Umut Vakfı verileri, 20 Eylül 2025’e kadar ülke genelinde yaşanan 2 bin 414 olayda bin 578 kişinin hayatını kaybettiği, 2 bin 225 kişinin ise yaralandığını ortaya koyuyor. Bu olayların 432’sinde kesici alet, bin 982’sinde ise ateşli silahların kullanıldığı belirtiliyor. Bu tablo, Türkiye’de bireysel silahlanmanın, son yıllarda yalnızca kriminal bir mesele değil, derinleşen toplumsal çözülmenin en görünür göstergelerinden biri haline geldiğini de gösteriyor.
 
4 yılda 2 milyonu aşkın silah ruhsatı   
 
Devletin resmi verilerine göre, 2020–2024 yılları arasında yaklaşık 2 buçuk milyon yeni silah ruhsatı düzenlendi. Böylece ülkedeki ruhsatlı silah sayısının 4 milyona yaklaştığı belirtildi. Sivil toplum örgütleri ve akademik çalışmalar ise ruhsatsız silah sayısının bunun birkaç katı olduğuna işaret ediyor. Bu tablo, bireysel silaha erişimin hem yaygın hem de görece kolay hale geldiğine işaret ediyor. Ruhsatsız silahların yaygınlığı, denetimsizlik ve cezasızlık, ateşli silahların bir “güç” aracı olarak kullanılmasını artırıyor. Bu tablo, özellikle kadınlar ve çocukları hedef alan şiddeti derinleştirirken, silahların kolay ulaşılabilir olması, katliamları ve şüpheli ölümleri sıradanlaştırıyor. Bireysel silahlanmanın politik ve toplumsal boyutları, kadın ve çocukların yaşam hakkını doğrudan tehdit ediyor.
 
Sosyolog Aslı Taşdemir Özkan, bireysel silahlanmanın ve toplumsal çürümenin sebeplerine dair değerlendirmede bulundu.
 
‘Silahtan etkilenen yine kadınlar ve çocuklar oluyor’
 
Aslı Taşdemir Özkan, bireysel silahlanmanın ataerkil zihniyetin ürettiği bir sorun olduğuna dikkat çekerek, “Normal şartlarda savunma için edinilen bireysel silahlanma, şimdilerde güç gösterisi için kullanılıyor. Bu silahlara çabuk ve kolay ulaşılması ve ruhsatsız silahlar bulunduran kişilerin ceza almaması, bunu yaygın hâle getirdi. Şimdi yanında silah bulunan insan güçlü, karşı taraf ise güçsüz muamelesi görüyor. Bundan yine en çok etkilenen kadınlar ve çocuklar oluyor. Belirli bir izne tabi tutulmadan alınan bireysel silahlar, hükümetin yanlış politikalarının sonucunda doğan şeylerdir. Tamamıyla politik, toplumu çürümeye terk etmiş bir zihniyettir. Burada önemli olan sadece silahlanma değil, silahlanmanın ne amaçla, neye göre, kime göre ve nasıl kullanılacağıdır. Bunlar hiçbir şekilde değerlendirmeye alınmadan, karşı tarafın rızasıyla veriliyor. Yeni düzenlemelerle bu silah kısıtlamalarının yapılması gerekiyor ve yine burada kadınlar devreye giriyor” sözlerine yer verdi.
                          
‘Son 10 yılda ateşli silah suçuyla işlenen cinayetler yüzde 82 arttı’
 
Ateşli silahlara kolay ulaşımın ve ruhsatsız silahlara ceza verilmemesinin bu yaygınlığı artırdığını belirten Aslı Taşdemir Özkan, “Kendi düşünceme göre, bireysel silah talebinde bulunan kişilere önce eşlerinin, annelerinin ya da kardeşlerinin, yani ailede herhangi bir kadının rızasının alınması gerekiyor. Çünkü erkekler silahı güç olarak görüyor ama kadınlar öyle değil; farklı bir açıdan baktıkları için kadının rızası olmadan silah verilmesi uygun değil. Cezasızlık, hem kadın katliamlarında hem çocuk istismarında hem de bireysel silahlanmada en büyük etken. Büyük katliamlar oluyor ama ufak cezalar veriliyor, iyi hâl indirimleri yapılıyor. Türkiye’de son 10 yılda ateşli silah suçuyla işlenen cinayetler yüzde 82 arttı. Bunun sebebi toplumsal çürüme. Hükümet bir politika yürütemiyor ama insanların birbirine düşmesi için belli materyallerle toplumu oyalıyor” şeklinde konuştu.
 
‘Gençleri medyayla silaha özendiriyorlar’
 
Aslı Taşdemir Özkan, Wan’ın sınır hattında olması nedeniyle kaçak silah ticaretinin yoğunlaştığını kaydederek, “Devlet, politikalar ve eğitimler üretmiyor. Kadına öncülük eden platformların önünü kesiyor; bunu yaptıkça toplum birbirine düşmeye başlıyor. Zaten Doğu ve Güneydoğu’da aşiretçiliğin olmasının en büyük sebeplerinden biri budur, öteki ayağı da medyadır. Medyayla silahın çok ulaşılabilir olduğunu insanlara gösteriyoruz. Doğu’daki aşiretler üzerinden belli diziler yayına çıkarılıyor, bu diziler üzerinden rant sağlanıyor. Gençleri silaha özendirmeyi medyayla başarıyorlar. Biri öldürülüyor ama en ufak bir ceza almadan çıkabiliyor ya da silah kullanıyor, karşılığında bir ceza yok. Devletin üretmek istediği politikalar bunlardır ve en iyi yansıtma şekli de medyadır. Bu şekilde yansıtarak toplumsal çürümeye de ön ayak olmuş oluyor” diye konuştu.
 
‘Kadın özgürlük hareketine karşı set çekilmemeli’
 
Toplumsal çürümenin önüne geçilebilmesi için başta kadın ve çocuk hakları olmak üzere güçlü ve bağlayıcı politikaların hayata geçirilmesi gerektiğini vurgulayan Aslı Taşdemir Özkan, “Kadın özgürlük hareketine karşı set çekilmemeli; kadınların önü açıldığı anda bu sorunlar zaten gerileyecektir. Silah alımında ciddi sınırlandırmalar yapılabilir, her önüne gelenin silah alamaması gerekir. Eğitim ve hukuksal haklar, bu şiddet döngüsünün önüne geçebilmek için en önemli araçlardır. Aşiretçiliğin güçlü olduğu yerlerde erkek zihniyetinin hâkim olduğu bir ortam var ve burada ‘başkaldırıcı cinayetler’ diye adlandırılan çok derin ve sarsıcı bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Kadınlar kendi özgürlüklerini istediklerinde, kendi kararlarını kendileri verdiklerinde, kamuda, sokakta ya da herhangi bir alanda kadın hareketiyle buluştuklarında bu erkek zihniyetini korkutuyor. Çünkü artık kadınlar biat etmiyor, özgürleşiyor. Bu durum bir tehdit olarak algılanıyor. Bir kadının boşanmak istemesi ya da bir genç kadının ‘hayır’ demesi, erkeğe boyun eğmediği için ölüm sebebi olabiliyor. Bugün tam da böyle bir moderniteyle karşı karşıyayız” şeklinde konuştu. 
 
‘Kadınların özgürleşme talepleri tehdit olarak algılanıyor’
 
Özellikle “başkaldırı cinayetleri” olarak adlandırılan kavramın, moderniteyle birlikte kadınlara yönelik şiddeti meşrulaştıran son derece tehlikeli bir söyleme dönüştürüldüğünü söyleyen Aslı Taşdemir Özkan, “Kadınlara açıkça şunu söylüyorlar: Eğer biat etmezseniz, hayır derseniz, kendi kararlarınızı kendiniz almaya çalışırsanız bu bir başkaldırıdır ve bu da cinayet sebebidir. Bir sosyolog olarak şunu düşünüyorum; toplumda kadınlar okuyor, öğreniyor, hayır demeyi biliyor ve özgürleşmek istiyor. Bu durum erkek egemen zihniyetin hoşuna gitmiyor çünkü gücünün ve tahtının sarsıldığını düşünüyor. Bu yüzden bu cinayetler işlenmeye devam ediyor ve bu söylemler giderek daha fazla meşrulaştırılıyor. İntiharlar meselesi de çok derin bir konu. Ülke ekonomik olarak çok kötü durumda; yanlış devlet politikalarıyla büyük krizler yaşanıyor. Bu durum en çok yoksul halkı etkiliyor. İşsizlik çok yaygın ve bu sadece kadınları ya da çocukları değil, erkekleri de etkiliyor. Erkeklere ‘evin direği’ gibi yüklenen roller nedeniyle, işsiz kalan ve eve para getiremeyen erkekler kendilerini güçsüz hissedip intihara sürüklenebiliyor” dedi.
 
‘Toplumsal çürüme içerisinde kadın kendini geliştiremiyor’
 
Aslı Taşdemir Özkan, toplumsal çürümenin özellikle kadınlar üzerinde yarattığı ağır sonuçlara dikkat çekerek, ekonomik kriz, ataerkil yapı ve cezasızlık politikalarının nasıl yalnızlığa ve çaresizliğe ittiğini ifade etti. Aslı Taşdemir Özkan, kadınların kendilerini ifade edemedikleri, destek mekanizmalarına ulaşamadıkları koşullarda intiharın bir çıkış yolu gibi dayatıldığını belirterek, “Toplumsal çürüme içerisinde kadın kendini geliştiremiyor, kaynaklara ulaşamıyor, kendini ifade edemiyor ve bir süre sonra tükenmişlik sendromuna giriyor. Kendi yolunu bulamadığında maalesef intihara sürükleniyor. Toplumumuzda kendini ifade edemeyen genç kızlarımız da var; istismara uğrayıp bunu dile getiremeyen, korkudan susan. Özellikle aşiretçiliğin güçlü olduğu yerlerde bu durum çok daha ağır yaşanıyor. Görüştüğüm bazı aileler şunu anlatıyordu: Bir kızın erkek arkadaşı olduğu görülüyor, ‘ailene söyleriz’ diye tehdit ediliyor ve kız korkudan intihara sürükleniyor. Bunlar gerçekten çok üzücü ve çok yakıcı gerçekler” diye konuştu.
 
‘Israrlı takip suç olarak görülmüyor’
 
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin kadınlar ve çocuklar açısından ağır sonuçlar yarattığını ifade eden Aslı Taşdemir Özkan, cezasızlık politikalarının şiddeti artırdığını dile getirdi. Aslı Taşdemir Özkan şöyle devam etti: “İstanbul Sözleşmesi, ‘aile birliğini bozuyor’ denilerek geri çekildi ve bu sözleşme geri çekildikten sonra cinayetler daha da arttı çünkü ortada caydırıcı bir yaptırım kalmadı. Şu an kadınların sığınabildiği tek hukuki dayanak 6284 sayılı yasa ve onunla ayakta kalmaya çalışıyoruz. Oysa ısrarlı takip başlı başına bir suçtur ve gerçekten uygulanmış olsaydı pek çok katliamın önüne geçilebilirdi. Ancak kanunlar uygulanmıyor; bu yüzden genç kadınların şikâyetleri ciddiye alınmıyor. İkbal bunun en somut örneklerinden biridir; defalarca ısrarlı takip nedeniyle başvuruda bulundu ama dikkate alınmadı ve sonunda katledildi. Bu durumda olan çok sayıda kadın ve genç kız var. Israrlı takip suç olarak görülmüyor; oysa anayasal olarak ele alınması ve değiştirilmesi gereken pek çok madde var. Çocuklar açısından da durum farklı değil; 1995’ten bu yana çocuk haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeler olmasına rağmen bunlar hayata geçirilmiyor. Türkiye’de fiilen sadece TCK’nin 103’üncü maddesi çocukları korur gibi gösteriliyor. İstismar davalarının ise yaklaşık yüzde 34’ü savcılık aşamasında reddediliyor.”
 
‘Sesimizi duyuramıyorsak, zaten en büyük çürümüşlük budur’
 
Çocuklara yönelik yargı süreçlerinde yaşanan ağır ihlallere ve cezasızlık politikalarına dikkat çeken Aslı Taşdemir Özkan, özellikle çocukların ve kadınların sistematik olarak korunmadığını belirterek, “Çocukların düşünceleri ve yaşadıkları tamamen göz ardı ediliyor; çünkü karşılarında güçsüz görülen, 18 yaş altı bireyler var. Öyle bir tabloyla karşı karşıyayız ki istismara uğrayan çocuklar, istismar eden kişilerle aynı ortamda dava sürecine maruz bırakılıyor ve bu durumun yarattığı travma nedeniyle kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden çocuklar oldu. Bunun gibi pek çok örnek var. En büyük sorun ise bu suçların yeterince yasalaşmaması ve faillerin cezasız kalmasıdır. Erkekler, kadınları katlettikten sonra takım elbiseyle mahkemeye çıkıp iyi hâl indirimi alabiliyor, uzun süre cezaevinde kalmıyor ve izinlerle dışarı çıkabiliyorlar. Devletin verdiği bu özel izinler, tehdit eden ya da yaralayan erkeklerin tekrar dışarı çıkıp kadınları katletmesinin önünü açıyor. Bu durum erkekler için adeta bir mükâfata dönüşüyor ve kadın cinayetlerinin artmasının en temel nedenlerinden biri hâline geliyor. Yapılan sözleşmeler yok ya da uygulanmıyor. Aksine, katleden erkeğe değil de katledilen kadın için konuşan kişilere kelepçe takılıyor. Bu çok acı verici bir şey. Eğer artık sokaklara inemiyorsak ve sesimizi duyuramıyorsak, zaten en büyük çürümüşlük budur” ifadelerini kullandı.