TJK-E Sözcüsü: Yılı örgütlülük belirleyecek
- 09:01 29 Aralık 2025
- Güncel
Öznur Değer
WAN- 2025 yılını değerlendiren TJK-E Sözcüsü Ayten Kaplan, geçen bir yıllık mücadeleye vurgu yaparken yeni dönemin temel belirleyicisinin ise örgütlülük olduğunu belirtti.
Kadın katliamlarının, şüpheli ölümlerin, çocuklara yönelik cinsel suçların ve özel savaş politikaları ekseninde artan uyuşturucu ve fuhuş gibi toplumsal çürümenin önünü açan birçok duruma yıl boyu tanık olurken, şüphesiz yılın en önemli ve tarihi gelişmesi ise Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı oldu. Tüm dünyada karşılık bulan bu çağrı ile diğer yıllardan farklı olarak 2025 yılı barış umudunun en çok derinleştiği ve bu anlamda somut adımların atıldığı bir yıl olarak tarihe geçerken, Avrupa’daki yansımaları da medyaya yer buldu.
TJK-E Sözcüsü Ayten Kaplan, 2025 yılının Avrupa’daki gelişmelerine ilişkin JINNEWS’in sorularını yanıtladı.
“2025’i kısaca değerlendirmek gerekirse, gerçekten çok hızlı ve dolu dolu geçen bir yıl oldu. Hiç bekletmediğimiz gelişmelerle karşı karşıya kaldığımız bir süreçti. Yani bir hızlı bir değişimin içindeyiz ve anında cevap olacak, anında kendini örgütleyecek bir duruma gelmiş bulunmaktayız.”
*Bu yılı diğer yıllardan farklı olarak “barış” umudunun yeşerdiği ve bu anlamda tarihsel adımların atıldığı bir yıl olarak geçirdik. Öncelikle siz 2025 yılını nasıl tariflersiniz? Birkaç cümle ile özetlemek gerekirse bu yılı nasıl okumalıyız?
2024 yılının Ekim ayında Devlet Bahçeli’nin DEM Parti üyelerine bir “merhabası” oldu. Biz önce bu durumdan o kadar fazla bir şey beklemedik. Belki bazı şeylerin olacağı şeklinde konuşmalar yapıldı ama tabii ki ama onun ardından gelen gelişmeleri belki birçoğumuz beklemedik. Önderlik mutlak bir tecrit kıskacı altındaydı ve sanki hiçbir zaman görüşemeyeceğiz algısı vardı. Yok sayılan bir süreçten birden bu sürecin gelişmesi, Önderliğin ilk etapta bir fotoğrafının sonra da mesajının video olarak gönderilmesi çok önemli gelişmelerdi. Tabii ki bir anlamda Önderliği yıllar sonra görmek ayrı bir duygu. Ama aynı zamanda sürecin gelişmesi bizi de tabii ki bir anlamda hem umutlandırdı hem de bir şeylerin değişeceği, Önderliğin de süreci ve gelişmeleri özellikle de Orta Doğu’da dünya çapında gelişen savaşlara ilişkin bir müdahale olarak da ele alındı. Barış süreçlerini biz değişik ülkelerde, değişik hareketlerde görmüşüzdür yılları alan bir şeydir. Ama 2025’i kısaca değerlendirmek gerekirse, gerçekten çok hızlı ve dolu dolu geçen bir yıl oldu. Hiç bekletmediğimiz gelişmelerle karşı karşıya kaldığımız bir süreçti bence bunu öyle okumak gerekiyor. Yani bir hızlı bir değişimin içindeyiz ve anında cevap olacak, anında kendini örgütleyecek bir duruma gelmiş bulunmaktayız.
“27 Şubat‘ta, Önderliğin bu sürece perspektifini sunması ile birlikte, partinin feshedilmesinin Kürt halkı açısından belli bir yeri var. Besê Hozat öncülüğünde yapılan silah yakma töreni sembolik olsa da bizim için çok çok anlamlı ve değerli bir adımdı.”
*2025 yılının en kritik ve tarihi belirleyici gelişmesi sizce neydi?
27 Şubat‘ta, Önderliğin bu sürece perspektifini sunması ile birlikte, partinin feshedilmesinin Kürt halkı açısından belli bir yeri var. Yani 52 yıllık bir mücadelenin ortaya koyduğu ve onunla birlikte kendisini de ifade eden bizim gibi jenerasyonlar bu parti ile yetişen dünyanın birçok ülkesinde yeni nesiller var. Kendisiyle onu eşdeğer tutan ve kendi kimliği olarak gören ve onun mücadelesiyle kendi varlık gerekçesini eşdeğer tutan bir süreçte feshedilmesi önemliydi. Ama ardından tabii silah yakılması tarihsel boyutta bir fotoğraftı, önemli bir süreçti. Özellikle de Besê Hozat öncülüğünde yapılan silah yakma töreni sembolik olsa da bizim için çok çok anlamlı ve değerli bir adımdı. Böyle baktığımızda hem benim açımdan hem de genel kadınlar açısından bu çok önemli bir adımdı. Tabii bir de ilk defa Önderliğin bir video mesajının yayınlanması farklı bir duyguyu hepimizde yarattı.
“Avrupa çapında değişik ülkeler de Önderliğin bu adımını yorumladı, değerlendirdi ve olumlu buldu. Özellikle de Türkiye’nin böyle bir fırsatı iyi değerlendirmesi gerektiği şeklinde söylemler oldu. Tabii ki izlenmesi gereken bir süreç. Dış politikada yorumlanıyor, izleniyor. Süreç, birçok siyasi çevre tarafından da artık bu sorunun demokratik bir şekilde çözülmesi gerektiği şeklinde yorumlanıyor. Hatta İsviçre gibi farklı ülkeler de kendisini aracı olarak önerdi.”
*Kuşkusuz tüm dünya ve Orta Doğu 27 Şubat açıklaması ile etkilerini konuşurken, bu durum Avrupa’da nasıl karşılandı? Avrupa kamuoyu ve siyasi çevreler “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısını nasıl okudu?
Genel siyasi açıdan iyi. Avrupa çapında değişik ülkeler de Önderliğin bu adımını yorumladı, değerlendirdi ve olumlu buldu. Özellikle de Türkiye’nin böyle bir fırsatı iyi değerlendirmesi gerektiği şeklinde söylemler oldu. Tabii ki izlenmesi gereken bir süreç. Biraz temkinli bir süreç. Dış politikada yorumlanıyor, izleniyor. Süreç, birçok siyasi çevre tarafından da artık bu sorunun demokratik bir şekilde çözülmesi gerektiği şeklinde yorumlanıyor. Hatta İsviçre gibi farklı ülkeler de kendisini aracı olarak önerdi. Yani sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi açısından kendilerini öneren ülkeler oldu. Bizim için de önemi var. Avrupa’da 11 Eylül olaylarından dolayı bir kriminalizasyon, terör listesi var Hareketi de içine alan. Burada bir mücadele var. Nasıl ülkede Bakur’da Kürt halkı dili, kimliği, varlığı, siyasi yapısından ötürü kendisini var etme noktasında bir mücadele geliştiriyorsa, Avrupa’da da bir mücadele yürütecek. Bu süreçte herkesin umudu da tabii ülkelerin bunu iyi değerlendirmesi. Yani bu sürece daha fazla katkı sunmaları için Kürt halkının varlığını görmeleri gerekiyor. Avrupa’da Kürtlerin pozitif entegrasyonu ile Önderliğin tarif ettiği herkesin kendi kültürü ve dilini yaşatacak, güçlendirecek boyuta kavuşabiliriz. Birbiriyle bağlantılı olduğu için tabii ki bu süreç nasıl ülkeyi etkilemişse, Avrupa ülkelerini ve siyasetini de etkiledi. Diasporada olan halkı da etkiledi. Bir beklenti, bir umut gelişti. Gerçekten ülkenin iradesi kabul olacak ve dışlanma olmadan, “terörist” olarak görünmeden özgürce kendi topraklarımızda yaşayabileceğimiz bir süreci bekliyoruz. Süreç biraz hantal. Kendilerine göre stratejik taktik şeylerle de süreci uzatmaya çalışıyorlar. Ama genel anlamda tabii ki beklentili ve umutlu bir atmosferdeyiz. Biz bu süreci hem izliyoruz ve tabii ki sürece ne katabiliriz diye de çabalıyoruz. Bu gelişmeleri bulunduğumuz ülkelerde hem kamuoyuna ve aynı zamanda siyasete anlatabilmek için tartışmalar, görüşmeler, değişik çevrelerle de bunu biraz daha iyi anlatan bir çalışmaya girdik. Bu desteği daha da büyütmek bir çalışma içindeyiz. Komisyonun Önderliğe gitmesiyle muhataplığını kabul ettiğini görüyoruz. Tabii ki gelecek süreçlerde bu nasıl olacak, neye evrilecek onu da izleyeceğiz.
“Bizim açımızdan taşıyor tabii ki. Hem hareketin feshedilmesi hem Önderliğin perspektifi ve manifestosuyla birlikte yeni bir süreç başladı. Kürtlerin kabul edilmediği ve daha çok soykırım politikasıyla karşı karşıya kaldığı bir süreçten geçtik. Bu sorunu çözmek yerine yıllardır hem askeri hem siyasal alanda Kürtler men edilmeye çalışıldı. Ama Kürt halkı olarak bizim için yeni bir süreç başladı, varlık gerekçemiz tamamlandı. Ve bu ortaya çıkan değerler sonucunda Kürt halkı dünya çapında tanındı ve Kürt halkının varlığı kabul edildi. Bunların da anayasal güvenceye alınması gerekiyor.”
*Bu çağrının uluslararası alanda nasıl bir kapı araladığını düşünüyorsunuz ve yeni dönemin başlangıcı niteliğini taşıyor mu?
Bizim açımızdan taşıyor tabii ki. Hem hareketin feshedilmesi hem Önderliğin perspektifi ve manifestosuyla birlikte yeni bir süreç başladı. Kürtlerin kabul edilmediği ve daha çok soykırım politikasıyla karşı karşıya kaldığı bir süreçten geçtik. Bu sorunu çözmek yerine yıllardır hem askeri hem siyasal alanda Kürtler men edilmeye çalışıldı. Ama Kürt halkı olarak bizim için yeni bir süreç başladı, varlık gerekçemiz tamamlandı. Ve bu ortaya çıkan değerler sonucunda Kürt halkı dünya çapında tanındı ve Kürt halkının varlığı kabul edildi. Bunların da anayasal güvenceye alınması gerekiyor. Herkes bulunduğu yerde nasıl kendi haklarına sahipse, özgür yurttaş kapsamında hukuksal anlamda bir güvenceye sahipse, Kürt halkı da bu haklardan faydalanmalı. Bunu nasıl daha fazla geliştirebiliriz? Bu değerleri kendi iradesi gibi görmeliler. Bu yeni bir süreçtir, yeni bir dönemdir ve bunun gelişmesi için önümüz açıldı. Genel anlamda birçok farklı kesim de bir umut içinde. Çünkü alternatif bir perspektif olduğunu herkes biliyor. Halkın iradesini esas alan, demokratik bir yapının oluşacağı, halkın iradesinin esas alındığı, özgürlüklerin yeniden tanımlanması gerektiğini içeren bir perspektiften bahsediyoruz. Akademisyenlerin, filozofların, siyasetçilerin sunduğu bu perspektifle özellikle Kürt halkına ve bölge halklarına savaştan ziyade, barış, demokrasi, özgürlük gibi sistemsel olarak kendisini var edecek mekanizmalar oluşmalı. Halkın kendi kendini yönetmesi için bu süreç yeni bir süreçtir, yeni bir dönemdir. Ve bunun gelişmesi için önümüz açıldı, kapılar da açıldı. Sadece bizim için değil, genel anlamda birçok ezilen halklar için Önderlik demokratik yeni bir yaşam perspektifi ile bu adımı atarken, birçok farklı halk için de bir umut geliştirdi. Çünkü alternatif bir paradigması olduğunu herkes biliyor. Demokratik bir yapının halkın iradesi içinde olduğu ve özgürlüklerin yeniden tanımlaması gerektiğini içeren perspektiften diğer halklar da kendine pay biçiyor. Yani akademisyenler, filozoflar, siyasetçiler, Önderliğin sunduğu bu perspektif ekseninde Barış ve Demokratik Toplum Manifestosunun zirvelendiği ve tüm halklara sunduğu bir umut kapısı olduğunu gördü.
“Kadının kendinin farkına varması ve toplumla bu değişim dönüşümü birlikte yaratacağımız bir süreci yaşıyoruz. Hem süreci anlama ve anlatma hem de Önderliğin kadına dair oluşturduğu perspektifi anlama ve anlatma noktasında çabalıyoruz. Kendi mücadelemizi de bu konuda güçlendirmemiz gerekiyor. Kadın özgürlük ideolojisinin ve perspektifinin biraz daha yaşamsal ve toplum içinde daha yaygın ele alınması gerektiğini biliyoruz. Kadının kendi iradesini bulma, kendisini yeniden tanımlama, kendi özgürlük amaçlarını isimlendirme, geliştirme süreci aynı zamanda bu süreç.”
*Kürt Halk Önderi’nin kadın özgürlüğü üzerine çokça değerlendirmeleri mevcutken, bu perspektifin Avrupa’daki kadınlar tarafından nasıl yorumlandığını gözlemlediniz? Avrupa kadın hareketi bu çağrıyı nasıl değerlendirdi?
Sürecin öncülüğünün gençliğe ve kadınlara misyon olarak verilmesi ile toplumun değişim ve dönüşüme uğratılması ve bunun için yaşamsal ve toplumsal olan her şeyi içine alan daha yaygın bir perspektifin ele alınması gerekti. 27 Şubat’tan itibaren süreç çok tartışıldı. Birebir buluşmalar, kadın eğitimleri ile bu süreci geçiriyoruz. Kadının kendinin farkına varması ve toplumla bu değişim dönüşümü birlikte yaratacağımız bir süreci yaşıyoruz. Hem süreci anlama ve anlatma hem de Önderliğin kadına dair oluşturduğu perspektifi anlama ve anlatma noktasında çabalıyoruz. Kendi mücadelemizi de bu konuda güçlendirmemiz gerekiyor. Kadın özgürlük ideolojisinin ve perspektifinin biraz daha yaşamsal ve toplum içinde daha yaygın ele alınması gerektiğini biliyoruz. Kadının kendi iradesini bulma, kendisini yeniden tanımlama, kendi özgürlük amaçlarını isimlendirme, geliştirme süreci aynı zamanda bu süreç. Bir kadının ve erkeğin nasıl olması gerektiği tartışmaları, kadın bakışıyla yeni bir toplumda mümkün olabilir. Bir kadın nasıl olmalı, bunun üzerine tartışmalar yürütüyoruz. Toplum içinde yaşanan sorunlara ortak çözüm üretmek için, son yıllarda yaşadığımız toplumun üzerindeki algı operasyonundan tutalım, sistemin kendisine benzetme, sistemin insanı olma, sormayan, yargılamayan, eleştirmeyen, ne olursa onu öyle kabul eden yaklaşımı değiştirmemiz gerekiyor. Artık eleştirel olunması gerektiğini, daha derinden tartışarak, sistemin değişmesi gerektiğini anlatmamız gerekiyor. Neyi değiştirmemiz gerekiyor? Ki burada kadının genel anlamda kendi iradesini ortaya koyması ve karar mekanizmalarında yer alması gerekiyor. Toplum ve kadının kendi yaşam koşullarını örgütlemesi gerekiyor. Birbirimizi dinleyerek, kadınların bu süreçte neyi beklediğini, nasıl bir örgütleme, nasıl bir komünleşme olması gerektiğini, kendi örgütlülüğümüzde eksik bıraktığımız noktaları da tartışarak süreci yürütmeliyiz. Örgütlülüğümüzü nasıl sağlayacağımızı tartışacağımız bir periyodumuz vardı ve Aralık’ın sonuna kadar bu tartışma sürecini planlamıştık. Giderek şekil alan bu süreci, kendi aramızda tartışarak, nasıl bir çalışma yürüteceğimizi, kadın hareketi olarak kendimizi nasıl bir perspektifle ve nasıl bir ortaklık üzerinden kadının iradesini de ortaya koyan bir hat öreceğimizi tartışıyoruz. Bunun çerçevesini, bunun sistemini kendi açımızdan Avrupa olarak nasıl koyabiliriz, nasıl geliştirebiliriz tartışmalarını yürüteceğiz. Bunu da birçok kadının görüşlerini alarak yapmak istediğimiz önemli bir husustu. Bazı şeyleri kırmak gerekiyor. Alışkanlıklarımızı yeni perspektifler oluşturarak kırmalıyız. Kadının da buna katacağı birçok şey olduğunu görmek ve artık kadın etrafında gelişen ve geliştirilmesi gereken bir toplumsal yaşamın birlikte örülmesi gerektiği noktasında kadını da buna dahil etme önemliydi. Yani belli bir kesimle değil, geniş yelpazede kadın kitlesi ile görüşerek bunların oluşması önemliydi. Böyle tartışmalar yürüttüğümüz bir süreçten geçiyoruz. Bu anlamda tabii ki Önderliğin kadınlara sunduğu hem eleştirisel, hem olması gereken noktalarda da değerlendirmeler yapıldı. Kadının kendi mücadelesini görmesi ve eksik yanlarımızı görerek neleri değiştirmemiz gerektiği noktasında da ön açıcı olmuştur bu anlamda.
“Değişik çevrelerin Önderlikle görüşme talebi önemliydi. Akademisyenler, Nobel Ödülü alanlar, filozoflar, farklı kuruluşlar görüşmek için başvuru yaptı. Ama artık bireysel olarak herkesin böyle bir talebi var, başvuru yapıyor.”
*Deklarasyonun ardından “Abdullah Öcalan ile görüşmek istiyorum” kampanyası başlatıldı Avrupa’daki Kürt dostları tarafından. Bu kampanya nasıl ortaya çıktı? Önemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Avrupa’daki siyasi ve toplumsal karşılığı ne oldu?
Gerçek anlamıyla bu barış sürecinin gelişmesi açısından önemliydi. Eğer bu süreci gerçekten yürütmek istiyorsa Türkiye’nin Önderliğin fiziki koşullarını sağlaması önemli. Herkesin onun yanına gitmesi gerekir. İnsanlara fikirlerini anlatmak ya da insanların sorularını sorabileceği bir muhatap konumundadır. Bir sürekliliğin sağlanması için ve bu değişik kişilerle, değişik partilerle, değişik akademisyen ve gazetecilerle, halkla bu süreci götürmek istiyor, ama eşit koşulları yok. Devletin bir mekanizması gidiyor, bir heyet gidiyor ama eşit değil. Yani eğer bir süreç başlatılacaksa, Önderliğin umut hakkından faydalanmasını ve aynı zamanda bir muhatap olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Değişik çevrelerin Önderlikle görüşme talebi önemliydi. Akademisyenler, Nobel Ödülü alanlar, filozoflar, farklı kuruluşlar görüşmek için başvuru yaptı. Ama artık bireysel olarak herkesin böyle bir talebi var, başvuru yapıyor.
“Tabii ki bu eylemlerin ana merkezi Önderliğin özgürlüğü oldu. Önderlik bir fotoda herkese ulaştı. Ancak bizim açımızdan özgürlüğü önemli. Ve özgürlüğüyle aynı zamanda bu sürecin gidişatını da belirleyecektir diye düşünüyoruz.”
*2025 yılı boyunca Avrupa’da çok sayıda eylem yürüyüş ve miting gerçekleşti. Bu yılın eylemsellik hattını, amaçları ve temaları ile birlikte özetleyebilir misiniz?
Yani eylemler olduğu doğru. Tabii ki bu eylemlerin ana merkezi Önderliğin özgürlüğü oldu. 15 Şubat, Önderliğin doğum günü olan 4 Nisan, kadın hareketi açısından önemli bir gün olan 8 Mart, Newroz gibi önemli günlerde çok sayıda çalışma gerçekleşti. Kadın, kendi rengini, katılımını ortaya çıkardı bugünlerde. Bizim bütün çalışmalarımızın ana merkezinde Önderliğin fiziki özgürlüğü vardı. Aynı zamanda bu kapsamda sokak eylemleri, seminerler, paneller, Önderliği okuma ve okutma ile birçok çevreyle tanışma ve tanıştırma imkanı yakalama noktasında da çalışmalar yürütüldü. Bu eksende umut hakkını gündemleştirme çalışmalarımız oldu ve hala devam etmektedir. Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu (AKBK) toplantısına ortak bir taleple gidilmesi kararı alındı. Önderliğin koşullarının düzeltilmesi ve umut hakkının sağlanması gerekiyor. Önderlik bir fotoda herkese ulaştı. Ancak bizim açımızdan özgürlüğü önemli. Ve özgürlüğüyle aynı zamanda bu sürecin gidişatını da belirleyecektir diye düşünüyoruz.
“Kadın, toplumun kanayan yarasıdır. Bunu bir şekilde durdurmanın yollarının bulunması gerekiyor. Bu da ancak toplumsal bir değişimle mümkündür.”
*Yılın sonuna doğru gelirken ise 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet’e Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında Almanya, Fransa, İsviçre, Belçika başta olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde ve kentinde yürüyüşler, paneller ve çeşitli eylem ve etkinlikler düzenlendi. Öncelikle 2025 yılı Avrupa’daki kadınlar için nasıl bir yıldı? Ve kadın özgürlüğünün evrensel bir talep olduğu gerçeğiyle bu eylemlere dair neler söylemek istersiniz, saha gözlemleriniz nedir?
Avrupa’da da kadın katliamları var. Giderek tırmanan bir duruma gelmiş durumda. Yani özellikle de bu son katliamları da birlikte hesaplarsak, özellikle Avrupa’da bütün dünyada çok sayıda kadın katliamı gerçekleşiyor. Zaten BM’nin açıklaması oldu. Yani 10 dakikada bir kadın öldürülüyor. Dünya çapında ise 86 bin kadın katledildi demişlerdi raporda. Yani gerçekten artık kaldırılamayacak bir pozisyonda ve artık buna ne toplumun ne de devletlerin görmemezlikten gelen tutumu kabul edilemez. Bu sanki kendisini ilgilendirmeyen bir konu. Bu yıl da daha vahim bir şekilde gördük. Almanya’yı örnek olarak verebilirim. 257 kadından 187 kadın öldü, diğerleri yaralandı. Yani belki on yıl önce 50-60’ı geçmezdi ama mevcut durumda çok vahim durumlar yaşanıyor. Kadın hem sistem tarafından görülmüyor. Hem de erkek tarafından kadın mülk gibi görülüyor veya benimsin ya kara toprağın mantığı da artık giderek normalleşiyor. Siyasetin geliştirdiği bir politika ile kadın katliamları arttı, kadın şiddeti hat safhaya çıktı. Kadınlara karşı daha derinlikli önerilerimiz olacak kampanya biçiminde ve bu çalışmaları da biraz daha derinleştireceğiz. Toplumları da bağlayan ve toplum içinde yaşanan bir kriz olduğunu ve bu krizi çözmemiz gerektiğini biliyoruz. Bunu aydınlatma, tartışma, değişik çevreler ile ortaklaşma, gücü birleştirme ile daha da pekişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Belki mevcut durumda bazı ortaklığımız var ama kadına karşı mutlak bir şiddet var ve o güçleri birleştirip bir kampanyaya dönüştürmemiz gerekiyor. Hem sokakta hem içeride bunu tartışarak daha da refleksleri güçlü hale getirmeliyiz. Kadın, kendi iradesine sahip çıkacak ve toplum bu konuda artık yüzünü çeviren değil, özgürlük için eylemler gerçekleştiren bir noktada olacak. Bu konuda birçok seminerlerle ortak tartışma zeminleri de yaratıldı. Bizim açımızdan da tabii ki bunlarla birlikte bu tartışmalarda ortaklaşma aynı zamanda bu eylemleri yapmak önemliydi. Kadınları görmeyen mevcut sistemin bu şekilde gitmeyeceğini biliyoruz. Sığınma evlerinin yeterli olmadığını, birçok kadının sokakta kaldığını biliyoruz. Kadın örgütlerini katarak ortak bir çözüm bulmak gerekiyor. Çalışma alanlarını da aynı zamanda biraz sorumluluğa davet etmek gerekiyor. Her bir kadının ezilmesi bizim açımızdan bir kayıptır. Bunları önlemek gerekiyor. Bu konuda bu mevcut sistemin de bir sorumluluğu var diye düşünüyoruz. Hatta biz kadın örgütleriyle tartışıp bunu nasıl biraz daha derinleştiririz, biraz daha hangi şekilde yapabiliriz, çalışmalarını yürütüyoruz. Bunlar sanırım Ocak’tan itibaren değişebilir. Bu çalışmalara ihtiyaç da var. Artık çok uzaktan bakmamak gerekiyor. Burada biraz da o toplumsal ve aile içindeki o yargıları da kırmak gerekiyor. Yani kadının sanki kaderiymiş gibi bir mantıkla yaklaşmamak gerekiyor. Tabi toplumsal olarak bir aydınlanmaya ihtiyaç var. Avrupa’da da artık bunun belli bir noktada yapılması gerekiyor. Ama bu bir şeyleri ancak gücü birleştirerek değiştirebiliriz. Daha güçlü bir şekilde ancak toplumun gündemine sokabiliriz. Ve bunu yapanı artık gerçekten yargılamak gerekiyor. Bu toplumun kanayan yarasıdır. Bunu bir şekilde durdurmanın yollarının bulunması gerekiyor. Bu da ancak toplumsal bir değişimle mümkündür.
“Burada dört parçadaki ulusal birliği sağlamak da çok önemli. Ve düşüncede ve kimlikte buluşmamız gereken bir süreçteyiz. Burada ayrıştıran değil, bütünleştiren ve ortaya çıkan bu değerleri toplayan ve bütün dört parçanın kendisini, kendi mücadelesini, siyasi mücadelesini, toplumsal mücadelesini buna katarak, bulunduğu parçada kendi iradesini kabul ettiren bir sürece kavuşmamız gerekiyor. Önderliğin etrafında kenetlenerek Önderliğin de elini güçlendirecek çalışmalar yürütmek. Önderliğin özgürlüğü konusunda değişik siyasi girişimler, değişik kültürel çalışmalar ve toplumsal açıdan bunu bilince kavuşturacak çalışmalar yürütmeliyiz.”
*Barış ve Demokratik Toplum süreci ile başladığımız yılı, Meclis’te kurulan komisyonun Kürt Halk Önderi’ni ziyaretiyle sonlandırıyoruz. Bundan sonraki aşama ne olmalı? Orta Doğu’dan başlayarak Avrupa’da ve tüm dünyada kalıcı ve toplumsal bir barışın sağlanması için neler yapılmalı?
Yani belki biraz uzun sürecek ama İmralı’ya gidilmesi önemli. İkinci aşamada bir rol ve misyon biçilecek komisyona. Yani partilere bağlı değil ya da hükümetin kendisinin yönlendirdiği bir komisyon değil, biraz özgün herkesi dinleyen, bağımsız bir komisyon olmalı. Kendi de yorum yapacak düzeyde olması gerekiyor bence. O zaman bu komisyonun daha da derinlikli olması gerekiyor ve gelecekte o komisyonun alt komisyonlarının da oluşmasının önü açılacaktır. Komisyon, akademisyenler, barış severler, sivil toplum örgütleri, sendikalar, toplumun içinden herkesi barış sürecine katkı sunmalı. Bu sürecin ortak payı da herkesin katkısını görerek olur. Onun için inşaatçı, çiftçi olması gereken bir komisyondur diye düşünüyorum. Bunun artık ikinci aşamada mutlak bir karara da bağlanması gerekiyor. Türkiye’de herkes kendisine göre yorum yapıyor. Bir algı oluşturmaya çalışılıyor, ona da dikkat etmek gerekiyor. Yani komisyonun kendi açıklaması olduğunda insan kendisi yorum yapabilir ama ondan önce ne oldu, nasıl oldu, nasıl bir tartışma olduğu noktasında da çok tehlikeli buluyorum. Çünkü yoruma açık hale getirmek ve oluşan tepki dili ırkçılaştırır. Bu konuda komisyonun da diline, hitabetine dikkat etmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Ama tabii ki Avrupa açısından da önemli. Çünkü Türkiye’deki gelişmeler Avrupa’daki basına da yansıdı. Belki bir çok ülke izliyor bu süreci ama gerçekten çok destekleyecek yönleri de var. Yani en sonunda ekonomik ve siyasi ilişkiler var Türkiye’de. Burada bazı siyasi partiler ‘sürece katılmamız gerekiyor’ diyor. Avrupa’da da belki böyle bir ortaklaşma olması gerekiyor. Türkiye’nin de NATO ülkesi olması açısından kaygılı bir çok değişik uluslararası ülkelerle ilişkiler ve bunların da izleyici değil bir konuda biraz aktif olma ihtimali düşünülüyor. Almanya ilişkileri askeri. Bunun ekonomik ve farklı biçimde ilişkileri de var. Yani Kürtlere karşı politikasında da aynı çizgiyi izlediler. Almanya politikasında, Kürtlere karşı geliştirmiş olduğu kriminalizasyon ve yasakçı zihniyetten arınmalı. Gerçek anlamda sürece de katkı sunmasını önemsiyoruz. Yani bu konuda böyle bir beklentilerimiz olsa bile bunları konuşmalarımızda da açıklamalarımızda da söylüyoruz. Almanya’nın politikasını değiştirmesi gerekiyor. O da iyimser olduğunu ve bu sürecin gerçekten arkasında durduğunu söylüyor. Yeni bir dönem olduğu için demokrasiye, barışa özlem duyan ve kendi çapında mücadele eden birçok halk ve özellikle kadınlar için çok önemli bir süreç. Özellikle bizler açısından geleceğimizi kurmamız için önemsiyoruz. Burada dört parçadaki ulusal birliği sağlamak da çok önemli. Ve düşüncede ve kimlikte buluşmamız gereken bir süreçteyiz. Burada ayrıştıran değil, bütünleştiren ve ortaya çıkan bu değerleri toplayan ve bütün dört parçanın kendisini, kendi mücadelesini, siyasi mücadelesini, toplumsal mücadelesini buna katarak, bulunduğu parçada kendi iradesini kabul ettiren bir sürece kavuşmamız gerekiyor. Tabii ki çok tehlikeli yanları da var. Süreci sabote etmek isteyen birçok kesim de var. Ama buna bence buna karşı en iyi cevap kendi örgütlülüğümüzü güçlendirmek ve Önderliğin etrafında kenetlenerek Önderliğin de elini güçlendirecek çalışmalar yürütmek. Önderliğin özgürlüğü konusunda değişik siyasi girişimler, değişik kültürel çalışmalar ve toplumsal açıdan bunu bilince kavuşturacak çalışmalar yürütmeliyiz. Kendimizi gerçek anlamıyla örgütlersek bir çok şeyi daha da erken göreceğimize inanıyoruz.
“Tabii ki 2026 yılında daha farklı bir evreye girme ihtimali çok yüksek diye düşünüyorum. Bu anlamda her şeye hazırlıklı olmamız gerekiyor. Bu anlamda nasıl yaşayacağız, nasıl ülkemizi örgütleneceğizi düşünmemiz ve bunun için çalışmamız gerekiyor.”
*Geride bıraktığımız 2025’te yaşanan gelişmeleri baz alarak 2026’ya nasıl bir mesaj verirsiniz?
Tabii ki 2026 yılında daha farklı bir evreye girme ihtimali çok yüksek diye düşünüyorum. Bu anlamda her şeye hazırlıklı olmamız gerekiyor. Ama demin de dediğim gibi Kürtlere kazandıran bir mücadelenin sonuçları ve değerleri var. Bunun bilincine varmak, bunun etrafında kenetlenerek örgütlülüğü artırmak gerekiyor. Sen kendini ne kadar örgütlemişsen o kadar güçlüsün, o kadar iradelisin. Ve bu iradenin ne kadar örgütlü olduğunu zaten herkes biliyor. Ama bunu daha da pekiştirmek gerekiyor. Özellikle bu süreçte hiçbir şekilde bize karşı algı operasyonunun, psikolojik çökertme zihniyetlerinin, ırkçılığın hiçbir şekilde bizimle baş edemediği bir örgütlülüğü yaratmak gerekiyor. 2026 yılı böyle bir sınavdan geçeceğimizi bize gösteriyor. Bu anlamda nasıl yaşayacağız, nasıl örgütleneceğizi düşünmemiz ve bunun için çalışmamız gerekiyor. 2026’da bunların hayata geçmesi, bunun pratikleşmesi ile olacaktır. Örgütlü bir güçle ancak başaracağımızı düşünüyorum.







