
90'lardan bugüne: Barış bu kez kazanacak mı?
- 09:01 7 Temmuz 2025
- Güncel
Dilan Babat
HABER MERKEZİ - Devlet, yıllardır Kürt sorununu “güvenlik tehdidi” olarak görmeye devam ederken, 1999’dan sonra PKK’nin attığı adımları farklı şekillerde kendi lehine kullanmaya çalıştı. Yeniden başlayan müzakere süreci ise iktidarın meseleyi yalnızca “silah bırakma” beklentisiyle sınırlı görmesinin yetersiz olduğunu bir kez daha gösterdi.
Türkiye’de Kürt meselesi, siyasal, kültürel ve tarihsel katmanlara sahip bir yapı olmasına rağmen devlet tarafından uzun yıllar “güvenlik tehdidi” penceresinden okundu. Bu bakış açısı, sorunun çözümünü mümkün kılacak demokratik ve siyasal kanalların açılmasını engelledi. 1999’dan bu yana PKK’nin tekrar eden barış çağrılarına ve tek taraflı ateşkes adımlarına rağmen, devletin bu girişimleri kalıcı bir çözüme kavuşturmayı reddeden tutumu, meseleyi sürekli yeniden çatışmaya savuran bir kısır döngüye hapsetti.
1999’un harcanması
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın komplo ile tutuklanmasının ardından yaptığı çağrı sonucunda PKK’nin Türkiye sınırları dışına çekilmesi ve ateşkes ilan etmesi barış için “tarihi bir fırsat” olarak nitelendirilen bir adımdı. Ancak bu adım, devlet tarafından “örgüt zaten zayıfladı” şeklinde okunarak bir müzakere zemini olarak değil, “tasfiye fırsatı” olarak değerlendirildi. Bu dönemde devlet, sorunun siyasi boyutunu görmezden gelmeyi tercih ederek Kürt toplumunun demokratik taleplerine kapılarını kapalı tutmayı tercih etti.
Demokratik Açılım simgesel kaldı
2009’da başlatılan “Demokratik Açılım” sürecinde, PKK’nin Mexmûr ve Kandil’den barış grupları göndererek çözüm iradesini sahada göstermesi, devletin atacağı demokratik ve hukuki adımlarla güvence altına alınmadığı için kısa sürede “güven bunalımına” dönüştü. Barış gruplarının gönderilmesi sürecin güven tesis etmesi gerekirken, bu kişilerin tutuklanması devletin barış adımlarını cezalandırma refleksi gösterdiğini ortaya koydu.
Çözüm süreci seçim arayışına dönüştürüldü
2013 Newrozu’nda Abdullah Öcalan’ın çözüm mesajı, PKK’nin geri çekilme kararı ve alandaki çatışmasızlık ortamı, Kürt meselesinin barışçıl çözümü için somut bir zemin oluşturdu. Ancak bu süreç, demokratik reformlar ve anayasal güvencelerle desteklenmek yerine, devlet tarafından seçim hesaplarıyla yönetildi. Kobanê eylemleri sonrası kriminalizasyon politikası, güvenlikçi politikaların geri dönüşünü hızlandırdı. Devlet, çözüm sürecini kendi inisiyatifi dışında gelişen halkın demokratik taleplerinden ürkerek sonlandırdı.
Barış iradesi ve sessizlik
1 Ekim’de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Öcalan Meclis’te konuşsun” çıkışının ardından İmralı’dan gelen barış çağrısı, PKK’nin gerçekleştirdiği kongrede kendini feshetmesi ve önümüzdeki günlerde bu stratejik sürecin bir dönemeci olarak Silêmanî’de bir grup gerillanın silah bırakacak olması, PKK’nin çözüm iradesinin devam ettiğini gösteriyor. Ancak devletin süreci yine “silah bırakın” söylemi üzerinden okumaya devam etmesi ve demokratik reformlardan kaçınması, çözüm sürecinin asimetrik ve sürdürülemez kalmasına neden oluyor. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu’nun, devlet içindeki bir kesimin süreci sabote ettiğine dair yaptığı açıklamalar, sürecin kırılganlığına ve güvenlikçi odaklı kliklerin süreci baltalama ihtimaline işaret ediyor. Mustafa Karasu’nun “Herhangi bir eylem yokken saldırılar yapılıyor” vurgusu ise devletin çözüm sürecini sahici bir güven ortamına dönüştürmesi gereğini bir kez daha ortaya koyuyor.
İktidar ‘silah bırakma’ beklentisinden çıkmalı
Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü, devletin “tek taraflı silah bırakma” beklentisinden çıkması ve demokratik reformlar ile anayasal güvenceyi içeren bir çözüm vizyonunu benimsemesiyle mümkün olabilir. PKK’nin 1999’dan bu yana attığı her barış adımının devlet tarafından “teslimiyet emaresi” olarak okunması, çözüm umudunu her defasında tüketti. Siyasi cesaret gösterilmeden, demokratik alan genişletilmeden ve Kürt toplumunun talepleri muhatap alınmadan barış adımlarının kalıcı bir çözüm yaratması mümkün değildir.
Önümüzdeki dönemde barışın gerçek zemini ancak şu adımların atılmasıyla inşa edilebilir:
*Abdullah Öcalan üzerindeki fiziki tecridin sona erdirilerek, pratik önderlik yapmasının önündeki engellerin kaldırılması,
*Dil, kültür ve demokratik siyasal temsil haklarının anayasal güvenceye alınması,
*Toplumsal güvenin yeniden inşası için demokratik reform paketlerinin hayata geçirilmesi.
Aksi takdirde her barış çağrısı, tek taraflı ve karşılıksız kalmaya, çözüm süreci ise yeniden çatışmanın zeminini hazırlayan bir kırılma döngüsüne dönüşmeye devam edecektir.